|
|
KASIM 2005
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
"Verändern” Bir Filozof Tasarımı Olarak Sartre – Yücel Kayıran |
Sayfa:3 |
Sartre, felsefenin heyecan halinde dile gelişidir, toplumsallıktır. Bu bakımdan, sentez halini, bir sentez kimliğini temsil eder. Onun filozof tasarımını oluşturan sentezlerden biri, devrimcilik ile filozofluğun birleştirmesinde ortaya çıkar. Bu sentez, 20. yüzyıl aydınının prototipini oluşturur ve üçüncü dünya başta olmak üzere yaşadığı dönemin bütün yazar ve aydınlarını etkisi altına alır. |
|
|
Sartre’ın Hümanizminden Geriye Kalanlar – Cem Deveci |
Sayfa:9 |
Sartre 1980 yılında öldüğündeyse, genelde Avrupalı aydınların önemli bir kısmı, özelde de Fransız düşünürlerinin pek çoğu hümanizmi, metafizik varsayımlara dayanan, özcü kurgular besleyen, bu nedenle de yalnız felsefi bir safdillik değil, aynı zamanda kaçınılması gereken bir saplantı olarak görmeye başlamışlardı. |
|
|
Soruşturma: Robert Bernasconi, Zeynep Direk, Serdar Rifat Kırkoğlu, Önay Sözer şu sorulara yanıt verdiler: |
Sayfa:14 |
1) Yazar, filozof, aydın ve eylemci olarak, Jean-Paul Sartre’ın 20. yüzyıl içindeki rolü ve önemi nedir?
2) Bugün, 21. yüzyılın başında ‘postmodern’ olarak da nitelenen bir dönemde, Jean-Paul Sartre hangi görüş ve kavramları bakımından önemlidir? Bu görüş ve kavramlar bugün yaşadığımız sorunlar içinde bize ne gibi bir olanak sunmaktadır?
3) Edebiyatla felsefe yapılamayacağına, felsefenin edebiyatı ‘öldüreceğine’ ilişkin yaygın bir kanı vardır. Sartre örneğini dikkate aldığımızda bu kanı ne ölçüde geçerlidir?
Robert Bernasconi: Sartre yanlış yapmaktan korkmadı ve gerçekten de siyasi saptamalarında pek çok hata yaptı. Ama bugün dünyanın karşı karşıya geldiği en büyük sorunlardan biri, güçlü olanın verdiği gözdağının karşısında, ısrarla sessiz kalmayı seçen ülkelerin, basının, akademik çevrenin konformizmidir. Sartre’ın ruhu hâlâ yardımımıza koşuyor ama bugün artık çaresiz bir şekilde bir başka Sartre’a gereksinim duyuyoruz!
Zeynep Direk: Sartre bugün için neden vazgeçilmezdir? Bunun yanıtını ben şöyle vereceğim: Postmodernizm sınıfsal, ırksal, toplumsal cinsiyet itibariyle belirlenmeyi paralel süreçler olarak değil, birbirinin içinden işleyen süreçler olarak düşünmeyi önerdiği halde bunu yapacak yönteme ve araçlara sahip değildir.
Serdar Rifat Kırkoğlu: Sartre’ın bütün ahlaksal sorumluluğunu kendi sırtında taşımaya yazgılı kılınmış bireyi ile, küreselleşmenin daha da kitlesel bir varlık haline getirdiği, dolayısıyla bireyselliğinden en uç noktada uzaklaşmış insanı arasında, tam bir karşıtlık olduğunu söylemek gerekir.
Önay Sözer: Sartre Fransızcayı çok iyi kullanan, Descartes’ın düşüncede açık ve seçik olma ilkesine bağlı bir yazardı. Alman felsefesinden, özellikle Heidegger’den aktardığı birçok kavram Fransız dilinde ilk kez kayda geçiyordu. Kendisi yaşamının son yıllarında, gözleri iyice kör olduktan sonra, artık felsefi düşünce geliştiremediğini, düşünmesinin doğrudan doğruya yazarlığına bağlı bir etkinlik olduğunu söylemiştir. |
|
|
Jean-Paul Sartre’a Göre Kısaca “İnsan” ve “Toplum” – İsmail H. Demirdöven |
Sayfa:19 |
Sartre’ın varoluşçuluğu, insanı kendini var edebilmesi için bu dünyada tek başına bırakan, böyle yapmakla da onun omuzlarına bir sorumluluk yükleyen bir insan görüşü olmasının yanında; aynı zamanda onun kendi ifadesiyle “Marksizm’in içinde yer alan bir bölge” olarak “ideoloji” (“Varoluş ideolojisi”)dir de. |
|
|
Okumadan Hayran Olmak ya da Okumadan Kara Çalmak – Mehmet Rifat |
Sayfa:23 |
Sartre söz konusu olduğunda, birtakım sorunlar ve sorular bu “çevreler”ce kolayca halledilmiş ve kitapları bir çırpıda “vülgarize” edilmiştir. Okumadan hayranlık duymayı ya da okumadan kara çalmayı belki de meslek edinmiş olanlar artık Sartre’ı “anlamadan da anabilecek” [geçenlerde bir dergide bir felsefecimizin “kibarca” vurguladığı gibi] konumda hissederler kendilerini. |
|
|
Şiirler (Şiir) – Sina Akyol |
Sayfa:25 |
|
|
|
Sartre, Aydınlar, Postmodern Durum – Yaşar Güneş |
Sayfa:26 |
Sartre’ın çağı organik aydınların çağıydı. Organik aydın toplumsal ve siyasal çelişkileri kendi dışında görüyor, sahip olduğu evrensel bilgi ve kanaatler yoluyla bu çelişkilerden bağışık olduğuna inanıyordu. Sartre’ı çağdaşlarından ayıran en önemli özelliklerden biri, organik aydının sahip olduğu bilgi ve kanaatlerin gerek söylem, gerekse eylem düzeyinde onu bu çelişkilerden bağışık tutmaya yeterli olamayacağını ileri sürmesinde ortaya çıkar. |
|
|
Özen Yula ile Söyleşi – Erdem Öztop |
Sayfa:30 |
Neden mutsuzluk duyuyorsam, okurumla onu paylaşıyorum. |
|
|
Yazın Sonu (Şiir) – Metin Celâl |
Sayfa:34 |
|
|
|
Tanrı’nın Duymadıkları – İnan Çetin |
Sayfa:35 |
Özen Yula’nın on dört öyküden oluşan kitabı Tanrı Kimseyi Duymuyor’un en önemli özelliği, geçmişten günümüze dek, insanoğlunun süregelen genel duygularını, durumlarını aktarılıyor olması. |
|
|
Vedalaşma (Şiir) – Tarik Günersel |
Sayfa:36 |
|
|
|
Sadece Sevdim... (Öykü) – Ayşe Kilimci |
Sayfa:38 |
|
|
|
Sarhoş Adamın Ayıklığa Övgüsü (Şiir) – William Butler Yeats |
Sayfa:41 |
|
|
|
Şiirler (Şiir) – Nihat Behram |
Sayfa:44 |
|
|
|
Attilâ İlhan: Bir Dünya – Hasan Bülent Kahraman |
Sayfa:45 |
Attilâ İlhan kendisini tanıyanların izlediği ve onlara gösterdiği çok dışadönük, heyecanlı kişiliğinin yanı sıra karmaşık, insanlara daima uzak, daima çok seçilmiş bir yalnızlığın içinden yaşayan, ‘bir insanın bir insanı anlaması’na ‘olmayacak şey’ diye bakan, hepsinden önemlisi kendisini saklayan birisiydi. Serüven tutkusunu daima dile getirdi. Ama onu tanıyanlar ne kadar düzenli, kontrollü birisi olduğunu görürlerdi. |
|
|
Attilâ İlhan ve Hayatla İç İçe Bir Yabancılaşma Duygusu – Ülkü Karaosmanoğlu |
Sayfa:55 |
Attilâ İlhan’ın ‘çok özel ve değerli bir izleme biçimi’yle hayatına yön verdiği çok sayıda genç insan tanıdığımı söyleyebilirim. Ondan edinebileceğiniz en değerli hasletlerden biri ‘farkında olmak’ yetisine sahip olabilme ayrıcalığıdır. |
|
|
Çok Yönlü Bir Edebiyat İnsanı: Attilâ İlhan – Mustafa Şerif Onaran |
Sayfa:58 |
Attilâ İlhan gibi kendini aşan, kendinden sonraki edebiyatı izleyip değerlendirmesini bilen bir kültür insanı bir dergiyi yönetirken, bir yayınevinin yayın siyasetine biçim verirken edebiyatın çevresini genişletebilir. Attilâ İlhan bu çokyönlü tutumuyla bir eylem insanı sayılır. Onun son eylemi, “Bir Millet Uyanıyor” dizisiyle yeni bir cephe oluşturmak anlayışına dayanıyordu |
|
|
Ayın En Güzel Şiiri (Şiir) – Nurullah Can |
Sayfa:61 |
|
|
|
“Varlığım Yokluğuma Armağan Olsun” – Gülsen Tekin |
Sayfa:62 |
Toplumsal olaylar daha çok duyumsatma düzeyinde yer alır onun şiirlerinde. Şiirin doğrudan çözüm üretmek gibi bir işlevi olduğuna inanan bir şiir değildir H. Ergülen şiiri. Yine de bilinir ki, duyumsatmak çoğu zaman eşik’tir... Bazen yalnızca gösterir: |
|
|
Hüner Evi (Şiir) – Şeref Bilsel |
Sayfa:65 |
|
|
|
Eleştiri Tarihinden – Mehmet Rifat |
Sayfa:66 |
Felsefeci, eleştirmen ve çevirmen Selâhattin Hilâv’ın 1954-1958 tarihleri arasında Paris’ten dayısına gönderdiği mektuplarda bağımsız parçalar halinde yer alan ya da doğrudan doğruya mektupların kendisini oluşturan, daha önce yayımlanmamış eleştirel notlarından kesitler sunuyoruz okurlarımıza. |
|
|
Soğuk mu Soğuk Bir İstanbul (Şiir) – İbrahim Oluklu |
Sayfa:70 |
|
|
|
Nobel’i Savaş Karşıtı Pinter mı, Yoksa Oyun Yazarı Pinter mı Aldı? – Semih Çelenk |
Sayfa:71 |
Pinter, yazdığı oyunlarla geçtiğimiz yüzyılın son dönemini derinden etkileyen bir oyun yazarıydı. Öyle ki oyun yazarlığına artık nokta koyduğunu söylediği ve yıldızının da çok parlak olmadığı geçtiğimiz yıl içinde, sadece Aldatma’nın yirmiye yakın ülkede aynı anda oynandığını söylemek sanırız onun hâlâ ne kadar önemli bir yazar olduğunu anlatmaya yetecektir. |
|
|
Harold Pinter ile Söyleşi |
Sayfa:73 |
En azından 90 ülkede sistematik olarak işkence uygulanıyor. Her gözaltına almada ve tutuklamada işkence yapılıyor. O nedenle Bir Tek Daha’da fiziki vahşet olarak adlandırdığım cinayet ve tecavüz veri olarak sunuldu. Ancak o zamanla bugün arasındaki fark, o zamanlar toplama kamplarının taze bir yara olması, günümüzde ise çevremizdeki bir yığın dehşeti görmezlikten gelmenin kolaylığı. |
|
|
Limitsiz Şom Frape (Şiir) – Mehmet Mümtaz Tuzcu |
Sayfa:75 |
|
|
|
Kötülük Çiçeği: Patricia Highsmith – Hande Öğüt |
Sayfa:76 |
Özel hayatında ve bütün romanlarında büyülenmişçesine bölünmüş kişilik konseptiyle, insanların saklamaya çalıştıkları çirkin gölgeleriyle uğraşan Highsmith’in Ripley’i, sadece yazarının değil, tüm bir insanlık tarihinin Janus’udur: bir yüzü iyiye, diğeri kötüye bakan ama aynı bedende yaşamaya müebbet. |
|
|
Onbir Ay Dersleri (Şiir) – Özlem Tezcan Dertsiz |
Sayfa:80 |
|
|
|
Yeni İmzalar – Enver Ercan |
Sayfa:81 |
İyi şiir yazmanın reçetesi yok, varsa ben bilmiyorum, demiştim ya, bu kez, “şiir geleneğimizden nasıl yararlanmalıyız?”, “hangi anlayışta şiir yazmalıyız?”, “bugün insanlar neden fazla şiir okumuyor?”, “neden yayınevleri şiir kitaplarına ilgi göstermiyor?”, “niye diğer edebi türlerdeki kitapların yayınlanma şansı daha fazla?” gibi daha ‘ağır’ sorular gelmeye başladı sizden. |
|
|
Nicola Trende Ağlıyor (Öykü) – Kaan Erkam |
Sayfa:82 |
|
|
|
Soldan Aşağıya Üç Harf (Şiir) – Hüseyin Arslan |
Sayfa:83 |
|
|
|
İpek Söylencesi (Şiir) – Ahmet Yüce |
Sayfa:85 |
|
|
|
Edebiyat Komiseri – Krimonolog Dr. Kemal Şahingözlü |
Sayfa:86 |
Çeşitli yerlerde sözlü olarak ifade etmeme karşın, yazılı itirafta da bulunayım: Beş yıl süresince hemen her yazıdan sonra vicdan azabına benzer bir duyguyla tedirgin günler geçirdim; yazdıklarımdan dolayı pişman oldum. Bilemezsiniz ne acılar çektim! |
|
|
|
|
|
|
|