|
|
ARALIK 2024
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Propaganda, Taraflı Bilgi İşleme ve Sınır Akıllar: Kendi Gerçeğimizi Yaratmak – Uğur Özdemir |
Sayfa:4 |
Uğur Özdemir, “Propaganda, Taraflı Bilgi İşleme ve Sınır Akıllar: Kendi Gerçeğimizi Yaratmak” başlıklı yazısında “Propaganda bireyin karmaşık meselelerde ‘doğru’ karara ulaşamadan, daha kolay ve çabuk erişilebilecek çözümlere yönelmesini sağlar,” diyor. Taraflı bilgi işleme, sınırlı akılcılık, güdümlü akıl, ahlaki esneklik, doğrulama kavramlarını tartışmaya açıyor, yalnızca doğruları dile getirmenin yeterli olmadığı post-truth çağda gerçekliği bireylerin duygusal ve ahlaki değerleriyle bağdaştırmak gerekliliğini savunuyor ve çözüm önerileri getiriyor. |
|
|
Yorgun Zihinler, Viral Kalpler: Dijital Çağda Popülizm, Manipülasyon ve Otoriter Propaganda – Seda Demiralp |
Sayfa:10 |
Seda Demiralp, “Yorgun Zihinler, Viral Kalpler: Dijital Çağda Popülizm, Manipülasyon ve Otoriter Propaganda” başlıklı yazısında dijital çağda toplumda yaygınlaşan kutuplaşmaları, dürtüselleşen bireyin çıkmazlarını, kayıplarını sorguluyor ve “bilginin akış hızına bir türlü yetişemediğimiz, hedef ve görevlerimiz son hızla artarken bilişsel kaynaklarımızın gittikçe tükendiği bir dünyada doğal olarak kendimizi daha kaygılı ve kafası karışık” hissettiğimizi söylüyor. Geçmişte erişilmesi çok güç olan kitlelere kolaylıkla ve en ucuz şekilde yayılan otoriter, sentetik propagandanın karşısında demokrasinin geleceğini tartışıyor. |
|
|
İnsan ve Bot Arasında: Hesaplamalı Propaganda ve Manipülasyon – Aybüke Atalay |
Sayfa:16 |
Aybüke Atalay, “İnsan ve Bot Arasında: Hesaplamalı Propaganda ve Manipülasyon” başlıklı yazısında Cambridge Analytica skandalıyla açığa çıkan manipülasyon yöntemlerini,
insan davranışlarını taklit eden sosyal botların tehlikelerini ve dijital kimliklerin akışkan sınırlarını inceliyor; bot ve insan ayrımındaki asıl sorunun ontolojik nitelikte olduğunu, insanların bot gibi davrandığı yeni çağda sosyal botları tespit etmenin güçlüğünü vurguluyor; “insan ve bot arasındaki dinamik etkileşimi derinlemesine anlamak, yalnızca demokratik süreçlerin bütünlüğünü değil, aynı zamanda dijital etkileşimlerin güvenilirliğini korumak açısından da hayati bir görev haline gelmiştir,” diyor.
|
|
|
Ekonominin Propagandası, Propagandanın Ekonomiği – Aykut Öztürk |
Sayfa:22 |
Aykut Öztürk, “Ekonominin Propagandası, Propagandanın Ekonomiği” başlıklı yazısında propagandayı “vatandaşların bilişsel kapasitelerini kullanmalarına engel olarak, onların düşüncelerini belirli bir siyasi çıkar çerçevesinde değiştirmeyi güden söylemler” olarak tanımlıyor; “siyaset bilimi alanında son yıllarda yapılan çalışmalara dayanarak ekonomi propagandasının şeklini ve Türkiye’deki seçmen algısına etkisini tartışıyor”. İki argümanı var: “Birincisi, propagandanın ekonomiye dair algıyı şekillendirme gücüne sahip olduğu. İkincisi ise Türkiye’de bunun kalkınmacı bir söylem ve semboller aracılığıyla gerçekleştirildiği.” AKP’nin dünyanın en büyük havalimanını veya dördüncü en uzun açıklıklı asma köprüsünü inşa etmeyi Türkiye’nin ekonomik başarısını diğer ülkelerle kıyaslamayı sağlayan bir kestirme çıkarım aracı olarak sunmasının seçim sandığındaki başarısına katkısını inceliyor. |
|
|
Distopik Tirat ya da Dijital Kapitalizm Çağında Hayat, Arzu ve Paranoya – Hüseyin Köse |
Sayfa:27 |
Herkes sakin, huzurlu ve insanı takatten düşürecek ölçüde mutlu ve dinamik bir hayat sürüyor gibi görünse de, aslında kendi ruhunun derinlerinde kaybolup gitmiş gibidir. Çoğu bundan habersizdir, ancak durumu fark eden ve fark ettiğini haykırmaya delice bir cüreti olanlar derhal sistemin ‘medeni’ vahşetinin şaşmaz hedefi olurlar. |
|
|
Márquez ve Tümgüçlü Ursulalar – Tahir M. Ceylan |
Sayfa:34 |
Delirenleri kestane ağacına bağlayıp aileye zararsız hale getiren oydu. Ailesinin devamı için canını dişine takıp, değil birini bağlamak, gerekirse kendini bile hayatın çarmıhına isteyerek geren ve daha da gerecek olan oydu; yok olmanın tam kıyısındaki insanların, dizgininden kurtulmuş hayat memat içgüdüsüyle davranmasından başkaca bir şey değildi bu hikâye.
|
|
|
Çitlerin Ötesinde: Steinbeck’in “Kasımpatıları”nda Kadın ve Toplumsal Roller – Gizem Atlı |
Sayfa:42 |
Elisa’nın veya herhangi bir kadının emek gücü neden görmezden gelindi ve toplum neden kadınların kamusal hayata açılması konusunda bu kadar tereddüt etti? Bu sorular yeni olmasa da ve cevapları üzerine artık bir külliyata sahip olsak da Simone de Beauvoir’ın ‘İkinci Cinsiyet’ kitabına dönmek bütün zamanlar için önemli. O bu durumu erkeklerin kadınların doğum yaptığı andaki duyduğu dehşete benzetmişti. Beauvoir için doğum ânı, aynı zamanda bir yaratım ve üretim faaliyetiydi, erkeklerin güçlü bir yabancılaşma hissi duymasına neden oluyordu. Ona göre, doğum tabularının kalbinde bir iğrenme ve dehşet duygusu vardı ve tam da bu nedenle kadının varlığı korkulan, kestirilemeyen ve şeytani bir varlık haline gelmişti. Steinbeck’in bu öyküsü Henry ve yabancının kasımpatılara (yaratım ve üretim faaliyeti) yabancılaşmasına bilhassa dikkat çekiyor sanki. |
|
|
Hayatı İdrak Teşebbüsleri: Yaralar ve Yamalar (15) – Murat Batmankaya |
Sayfa:46 |
Çocuk edebiyatı krizde! Hem de zirvede olduğunu düşündüğümüz şu günlerde... Böylesi bir çeşitliliğe (!) hiçbir zaman tanık olmamıştık. Okullar kapılarını müfredat dışı kitaplara bu kadar açmamıştı. Ancak çocuk edebiyatı krizde yine de... Ve bunun sorumlusu başta yayınevleri, takibinde de yazar ve öğretmenler! |
|
|
Şiirler – Yüksel Pazarkaya |
Sayfa:52 |
|
|
|
Bir Yol Hikâyesi (Öykü) – Okan Alay |
Sayfa:54 |
|
|
|
Nâzım’ın İzinden: Bu “Ahmed”, O “Ahmed” mi? – Bilgin Güngör |
Sayfa:58 |
Bu şiirlerin bizce Nâzım Hikmet’e ait olması kuvvetle muhtemel. Böyle düşünmemizi gerektiren hususlardan biri, hatta en önemlisi, zaten yukarıda temas etmiş olduğumuz realitedir: Nâzım’ın Aydınlık’ta çıkan şiirlerinin birkaçında ‘Ahmed’ imzasını kullanmış olması ve bu şiirlerden birinin –yine aynı imzayla– Yeni Hayat’ta yayımlanması. Bir başka husus Yeni Hayat’ın bağlı olduğu Türkiye Halk İştirakiyyûn Fırkası’nın, Aydınlık’ı çıkaran ve Nâzım Hikmet’in o yıllarda Türkiye’deki çevresini oluşturan Türkiye Komünist Partisi’yle ilişkisi. |
|
|
Şiirler – Ahmed (Nâzım Hikmet?) |
Sayfa:60 |
|
|
|
Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:62 |
‘Neşen’ sözcüğünü ‘zekân’ diye anlayınca duraladım. Kadının zekâsını öven bir şarkı… Var mı öyle bir övgü? Sevgilinin zekâsının övüldüğü hangi şiirde, hangi şarkıda duyulmuş? Yokmuş tabii ki… Yüz, ses, gülüş, yanak, dudak, saç, kaş, kirpik, boy, bel, yan bakış… Kadının her şeyi övülür de sıra akla, zekâya gelince tek sözcük edilmez. Şarkılardaki kadın zalimdir, güvenilmezdir, aldatır, kaçar, bir busecik olsun vermez. |
|
|
Müzik Sanatı: Evin İlyasoğlu ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:65 |
“Şef, yüzünü size dönünce alkışlayın. Şefin elleri yukarıdayken müzik devam ediyordur; alkış başlamamalı.” |
|
|
Saklı Lekeler (Öykü) – Ayşe Nilay Özkan |
Sayfa:69 |
|
|
|
Asılsız İhbar (Şiir) – Hilal Özdemir |
Sayfa:71 |
|
|
|
“Mai ve Siyah”, “Aşk-ı Memnu” ve Aslından Daha Güzel Taklitler – Faruk Turinay |
Sayfa:72 |
Romanın geçtiği devirde bir mecidiye yirmi gümüş kuruş, bir kuruş kırk para ediyor, matematikteki dört işleme âmâl-i erbaa deniyordu. Mai (mavi) deyince gökyüzü ve umut, siyah deyince yeryüzü ve umutsuzluk akla geliyordu. Romanın başkahramanı Ahmet Cemil, lüzumundan fazla dürüst bir dava vekili olan babasına çekmişti: Hayalperest, küskün ve inanılmaz derecede naif olan bu genç adam, Mehmet Rauf’un bile abartılı, ‘hülyacı, zayıf iradeli’ bulup eleştireceği kadar idealist biriydi. (Mehmet Rauf bir kahramanın saflığını, yüceliğini abartılı buluyorsa yazarı onu gerçekten abartmış demektir. Halit Ziya’nın dostu olan bu yazarımız hem eserinde [Eylül’ü düşünelim] hem hayatında [evli olmasına rağmen sık sık ölümüne âşık olurdu ve bir defasında intiharı denediğinde onu Halit Ziya kurtarmıştı] aşırı duygusaldı. |
|
|
Kanatlı Zafer (Şiir) – Ersin Engin |
Sayfa:78 |
|
|
|
Rüzgâr Odası – Yavuz Özdem |
Sayfa:79 |
Şiir yazmayı kendini tamamlamak olarak gören Mungan, şiir yazdığında belleğinde saklı kalan birçok şeyin günışığına çıktığını söyler; şiir onun için insanın kendini kazımasıdır: “Şiiri bir tür arkeoloji olarak düşündüğümü söylemeliyim. Aslında kendimizi kazıyoruz.” |
|
|
Şiirler – Kardelen Yıldırım |
Sayfa:81 |
|
|
|
Çehov Öykülerinin Lacancı Bir Okuması – Josef Kılçıksız |
Sayfa:82 |
Çehov, tembellerin argümanının tam kalbinde yer alan devrimci stratejinin araç ve amaç ayrımını reddederken, devrimcileri aptalları manipüle eden alçaklar olarak gören Dostoyevski’nin alaycılığından uzak durarak, davası uğruna ‘uşaklık’ yaptığı ölçüde (“Bir Meçhulün Hikâyesi / Vale”) yeni bir yaşam özlemini ciddiye alan devrimcinin paradoksal durumunu olay örgüsünün merkezine almış; hizmetkârlığın, kulluğun yollarını benimsediği için en kritik, belirleyici anda harekete geçemeyen devrimcinin hikâyesini… |
|
|
Türkmen Türkçesi Nasıl Anlatılır: Melek Erdem ile Söyleşi – Mine Bican |
Sayfa:89 |
“Türk dilinin derin yapısında mevcut olan yapıtaşlarının yüzey yapıdaki tezahürü, lehçe ve ağızlarına göre değişebilir. Ancak bu tezahürlerin gramerde doğru adlandırılması ve doğru yerlere alınarak tasnif edilmesi gerekir. Gramer derslerimizde Oğuz grubunun önemli bir mensubu olan Türkmen Türkçesinin gramerini tüm yönleriyle incelemeyi hedefliyoruz.” |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:94 |
|
|
|
Yeşilbahar Sokağı (Şiir) – Şadiye Kılıç |
Sayfa:95 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:96 |
|
|
|
Cılız (Şiir) – Aslı Can Mungan |
Sayfa:97 |
|
|
|
Kül (Öykü) – Nazlı Akın |
Sayfa:98 |
|
|
|
Güz, Küfür, Hasret (Şiir) – Hacı Söylemez |
Sayfa:100 |
|
|
|
Ev Sahibi (Öykü) – Berke Atabey |
Sayfa:101 |
|
|
|
Ünaldı’da Behrengî (Şiir) – Osman Akbulut |
Sayfa:102 |
|
|
|
Kitaplar Arasında |
Sayfa:103 |
|
|
|
Ali Cengizkan ile “Şehrin Gölgeleri” Üzerine Söyleşi – Ozan Öztepe |
Sayfa:103 |
“İktidar eğer sürdürülebilir görürse kendi düşmanından bile yanadır.”
“51 yıldır şiir yazıyorum; 47 yıldır şiir yayımlıyorum: Şiir her zaman insanın yanındadır. Şair bir sorunla ilgili saptama yapmak için şiir yazmaz. Şiir vardır ve şair onu yakalamaya çalışır. Onu anlatmaya ve aktarmaya çalışır. Şair bir sözcüğü seçiyorsa, zorunluktan seçiyor, başka bir sözcüğü değil de o sözcüğü seçiyor. O sözcüğün arkasındaki yükle, arkasındaki şiire gitmek istiyor. Ben uzun süredir, belki şiir yazmaya başladığımdan beri o sözcüğün, sözcük gruplarının ötesindeki şiir yakalamaya çalışıyorum.”
|
|
|
“Daktilo Günlük” / Hulki Aktunç – Ali Bulunmaz |
Sayfa:105 |
1963’te günlük yazmaya başlayan ve ‘günlük tutmak beni farkında olmadan edebiyata bağladı’ diyen Hulki Aktunç’un notları, onun dünyaya bakışını, edebî söyleminin oluşumunu, duygularının ve düşüncelerinin yansımasını, sanatla ilişkisini, 1960’lardan 1990’ların sonuna dek Türkiye’nin halipürmelalini ortaya koyuyor. |
|
|
Suzan Nana Tarablus ile “Umudun Kanatlarında” Üzerine Söyleşi – Nermin Ketenci |
Sayfa:106 |
Fortüne ile Simone’un hikâyeleri bana göre birer ‘kadın’ öyküsü… Tarih kitapları savaşlar, anlaşmalar, kurulan ve dağılan devletlerden bahseder; övgüleri sahnenin önündekiler alır. İnsanlığın kaderini etkileyen büyük olaylar yaşanır, zarar ziyan ve ölüler kayıp hanesine sayı olarak düşülürken, felaketlerle boğuşan, sadece nefes almaya çalışan o ‘sayısal’ çoğunluk arkada başının çaresine bakmak zorunda kalır. Fortüne ve Simone da büyük çoğunluk gibi savaştan, Holokost’tan paylarını aldılar. Kadın olarak koşulların kendilerine biçtiği alan içinde mücadelelerini verdiler ve ayakta kalmayı bildiler. |
|
|
“Kasaba” / Metin Cengiz – Halim Şafak |
Sayfa:108 |
Metin Cengiz daha çok akrabaların ve komşuların oluşturduğu ve çocukluğunun geçtiği dünyayı kitabının ilk bölümünde anlatır, sonraki bölümlerde ise bir yandan Göle’yi, Bülbülan Yaylası’nı, Kars’ı, bir yandan da çocukluktan ilkgençliğe geçiş sürecini aktarır. Özellikle âşıklar, şehre gelen kumpanyalar, kitapçılar, Kars Garı, sinemalar, Rus mimarisi ve birlikte yaşanan modern hayat kayda geçirilen anılar içinde oldukça fazla yer kaplar. Ama Metin Cengiz bunlar içinde Kars Garı’nı ta ki yıkılıp yenisi yapılıncaya kadar ayrı bir yerde tutar. O yıllarda garlar başka insanlarla karşılaşma ve alışveriş yapma imkânının olduğu yerlerdir, duyurdukları oldukça fazla ve önemlidir. |
|
|
Liz Behmoaras ile “Küçük Dev Kadın: Azra” Üzerine Söyleşi – Berken Döner |
Sayfa:110 |
Azra Erhat’ın –üniversitede ve Tercüme Bürosu’nda daha başka görev alanların aksine– Kemalist siyasal sisteme karşı en ufak bir başkaldırışı yok. Zira kendini solcu değil de hümanist ya da tercih ettiği ve daha ‘anlamlı’ bulduğu Türkçe çevirisiyle, “insancı” olarak tanımlıyor. Verdiği derslerin yanı sıra yaptığı çevirilerle Batı kültürünü Türkiye’ye taşıyıp bu kültürle ülkesininkini harmanlayarak genç Cumhuriyet’e yakışır, Osmanlı’nınkinden daha özgün, daha aydınlık yeni bir kültür yaratmaya katkıda bulunduğuna inanıyor. |
|
|
“Solucanlar ve Rapunzel” / Erkut Tokman – Mete Özel |
Sayfa:112 |
Erkut Tokman’ın geçtiğimiz aylarda çıkan Solucanlar ve Rapunzel kitabı, odağına metinler arasılığı, kolektif bilinci alan ve deneylerle, ‘ihlallerle’ dolu on bölümlük tek bir şiir. Haydar Ergülen’in dediği üzere, “Tokman’ın şiirinde sürekli devrim gibi bir sürekli değişim enerjisi var.” |
|
|
|
|
|
|
|