|
|
KASIM 2024
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Sanatın İyileştirici Gücü – Funda Sancar Yılmaz |
Sayfa:4 |
Funda Sancar Yılmaz, “Sanatın İyileştirici Gücü” başlıklı yazısında “yaralı şifacı miti”nin terapideki önemini vurguluyor; sanat terapisinin temel ilkelerini anlatırken Margaret Naumburg, Edith Kramer gibi alanın öncülerine değiniyor. “Sanat terapisi aracılığıyla danışan kendisine ağır gelen duygu ve düşünceleri sanat nesnesine aktarır. Danışan bu nesne sayesinde sadece duygu ve düşüncelerini taşıyabilmekle kalmaz aynı zamanda onlara belli bir mesafeden (estetik mesafe) bakmaya başlar. Bu mesafeli bakış, meselesini yargılamadan ele alıp derinlemesine çalışabilmeyi mümkün kılar,” diyor. |
|
|
Sanat ve Terapi Nasıl Birlikte Çalışır? – Bilge Arslan |
Sayfa:7 |
Bilge Arslan, “Sanat ve Terapi Nasıl Birlikte Çalışır?” sorusuna danışanlarla deneyimlerini aktararak, özellikle bibliyoterapiden örnekler vererek yanıt veriyor. Yaratıcılık ile oyunu bir araya getiren sanat terapisinde güzel ve estetik bir sonuca ulaşılmak istenmediğini, sürecin ifadenin dışavurumu şeklinde görülmesi gerektiğini vurguluyor. “Sanatın iyileştirici gücü ve terapinin bilimsel dayanakları ile birleştirilerek kullanılan bu psikoterapi yöntemi; aktif olarak üretme, yaratıcı süreç, teorik bilgi ve deneyimi içerir,” diyor. |
|
|
Sonsuz Bir Ayna Hayali: Sinema ve Psikanaliz – Aslı Ildır |
Sayfa:10 |
İlk iki yazı terapi cephesinden sanata bakarken, Aslı Ildır, “Sonsuz Bir Ayna Hayali: Sinema ve Psikanaliz” başlıklı yazısında sanat cephesinden söz alıyor. Sessiz filmlerden sürrealistlere, sinema-psikanaliz ilişkisinin kuramsallaştığı 1970’lerden günümüze beyazperdenin seyirci için bir ayna olup olamayacağını sorguluyor. Althusser’in aygıt (apparatus) kavramını sinemaya uyarlayan Jean-Louis Baudry ve Christian Metz gibi isimlerin görüşlerini merkeze alıyor. Mulholland Çıkmazı filmindeki Club Silencio sahnesini inceliyor ve “Terapide iyileştiren, sanatta hasta edebilir. Çünkü psikanaliz kişiyi biricikliğiyle kutsar, ona sadece onun sığabileceği bir ev inşa eder (…). Kendine yeni bir ev kurmak, eskisinin yasını tutmaktır, kaybı kabullenmek. Sinema ise seyircisine eve dönüş bileti vaat eder, biricik olduğu illüzyonuyla onu haz ve acıya boğar, aldatır, ardından yalnız bırakır,” diyor. |
|
|
Hayatı İdrak Teşebbüsleri: Yaralar ve Yamalar (14) – Murat Batmankaya |
Sayfa:13 |
Batı bambaşka bir şeyin peşinde şu sıralar: Yeniden yazım. Charlotte Bronte ve Jane Austen’ın yazdığı klasik aşk romanları, erotizme bulanarak yeniden yazılıyor. The Independent’ın haberine göre, bu karar, E.L. James’in ‘mummy porn’ başlığıyla yayımlanan Grinin Elli Tonu adlı kitabının yılın en çok satan kitabı olmasının ardından alınmış. |
|
|
Bir Bilme Biçimi Olarak Kurmaca – Nil Sakman |
Sayfa:18 |
Edebiyat başka türlü bir bilme biçimine yönelmek değil midir büyük ölçüde? Burası yazar için de henüz keşfedilmemiş bir yerdir. Biraz el yordamıyla ilerlemeyi; keşfetmeye, kendi yazar öznelliğinden silkinmeye –en azından bunu denemeye– açık olmayı gerektirmez mi? Batı epistemolojisi ve bu epistemolojinin ürettiği hakikat rejimleri etrafında örülmüş öznellik ile mesafelenme çabasındaki insanın kendi içindeki ötekiliklere, çoğulluklara, bilinmezliklere yolculuk ettiği bir mecra olduğunda edebiyat heyecanlandırır. Başka türlü bir yaşam olasılığının sözünü verir. |
|
|
Androposen (Şiir) – Tahir Musa Ceylan |
Sayfa:23 |
|
|
|
Proust’la Zamanı Kazımak – Ruteba Doğan |
Sayfa:26 |
Kayıp Zamanın İzinde romanında bize rağmen uyanan geçmiş, yeni benliğe rağmen uyanan eski benlik şimdi ile buluşur, şimdide / yeni benlikte belirir. Eski benlik, şimdiyi kavrarken geçmişte kavrayamadığı, anlayamadığı şeylerin izini bulabilir. |
|
|
Rüzgâr Odası – Yavuz Özdem |
Sayfa:34 |
Sözgelişi ‘bekçi’ tutunan bir kelime olmuştur da, aynı tarihlerde ve aynı türetme biçimiyle gardiyan yerine önerilen ‘sakçı’ tutunamamıştır. Keza öz (kendi) kelimesinden Türkçe bir ekle türetilen özel’den hareketle ‘genel’ uydurulmuş ve tutunmuş. Oysa ‘genel’, kök ve ek olarak tanınmayan bir kelime, öyle ki Fransızca general kelimesinden serbest çağrışım yoluyla türetildiği bile söylenir.
|
|
|
Sizin İçin Yazdım Bu Şiiri (Şiir) – Bâki Ayhan |
Sayfa:37 |
|
|
|
Hariç (Öykü) – Sepin Sinanlıoğlu |
Sayfa:38 |
|
|
|
Doğal Müzik (Şiir) – Robinson Jeffers |
Sayfa:39 |
|
|
|
Ermeni Dili ve Kültürü Nasıl Anlatılır: Birsen Karaca ile Söyleşi – Mine Bican |
Sayfa:40 |
“Çeviri sırasında kültür aktarımı aşılması gereken en önemli sorundur. Türkçe-Ermenice ilişkisinde bu sorun minimum düzeydedir.”
|
|
|
Muammer Aksoy İlkokulu’nda Yaşanan Çarpışmanın Tuhaf Hikâyesi (Öykü) – Faruk Turinay |
Sayfa:45 |
|
|
|
Gazze, Kuşlar ve Portakal Kokusu (Şiir) – Elçin Sevgi Suçin |
Sayfa:49 |
|
|
|
Bak Hele (Şiir) – Can Sinanoğlu |
Sayfa:51 |
|
|
|
Ahmet Hamdi Tanpınar ve “Suat’ın [Queer] Mektubu” – İpek Şahinler |
Sayfa:52 |
Tanpınar’ı ve Suat’ın Mektubu’nu queer perspektiften okumak bize ne kazandırır? Tanpınar külliyatında belki de köşe taşı metin sayılabilecek Huzur’un çekirdeğini oluşturan, anlatının tüm dengesini ve dengesizliğini belirleyen Suat’ı, ‘hastalıklı/kötü adam’, ‘çeviri karakter’ ya da ‘üçgen arzu modeli’ ötesine geçerek zamanın ruhuna uygun, kapsayıcı Ahmet Hamdi Tanpınar teorilerle okumuş oluruz. |
|
|
Dünyanın Düğümü (Şiir) – Soner Demirbaş |
Sayfa:59 |
|
|
|
Kadim Yunan’da Mit Geleneği ve Yenilik Fikri – Erman Gören |
Sayfa:60 |
Kadim Yunan mitleri çerçevesinde günümüze ulaşan mitlerin çoğunluğunun Attika kökenli derleyiciler tarafından aktarılması mitlerin hepsinin belli başlı kanonlara dahil olduğu kanaatini yaratmıştır. Halbuki mitler daima yerelde, yerelin ortak duyuşundan hareketle oluşmaya başlamıştır. Dolayısıyla her kanonlaşma nihayetinde kendi ortak duyuşunu genelgeçer hale getirerek yerelin ortak duyuşunu sindirme çabasıdır. |
|
|
Gaz Lambasını Yakıyor Kavmim (Şiir) – Ezgi Şimşek |
Sayfa:65 |
|
|
|
Özdeşleyim Olarak Karacaoğlan’ın Bir Koşmasında İzlek: Ambivalans – Cengiz Şenol |
Sayfa:66 |
Şiirde özne yaşama sevinciyle ölüm korkusu arasında sıkışmıştır. Ama öznenin acısı tam olarak ‘sevinç’ duygusunun yerini ‘yas’ duygusunun almasıyla açıklanamaz. Özne zaman karşısındaki edilginliğinin yanı sıra duygu ikircikliğinin yarattığı gerilimi hisseder. Bu gerilimin psikanalizin dağarcığında yer alan kavramsal karşılığı ambivalanstır. ‘Yas ile sevincim yıkışır dağlar’ dizesi öznenin duygu durumunun ikircikliliğini gösterir. Üzülse mi sevinse mi bilemeyen insanın gerilimini duyarız. |
|
|
Bir Çığlığın Kırdığı Kemik (Şiir) – Mervan Ari Sunca |
Sayfa:69 |
|
|
|
Thomas Bernhard Varyasyonları: Diyalektiğin Dördüncü Terimi – Zehra Betül Yazıcı |
Sayfa:70 |
Bernhard bir rivayete göre intihar etmemiş, ‘hastalıklarının onu tinsel açıdan benzersiz kılarken, yavaş yavaş tüketmesini beklemiştir’. Bir rivayete göre de dedesinin öldüğü tarihten bir gün önce kendi canına kıymış ve bunun öncesinde Avusturya hükümetinin onun eserlerine hiçbir şekilde dokunmaması yönünde bir vasiyet hazırlamıştır. Ancak üvey erkek kardeşi Peter Fabjan bu vasiyete ihanet eder. Üyeleri arasında Avusturya hükümeti ve Fabjan’ın da olduğu bir Thomas Bernhard Vakfı kurulur. |
|
|
Zamanı Yavaşlatan Perde (Şiir) – Nur Karagöz |
Sayfa:77 |
|
|
|
Yan Karakter (Öykü) – Büşra Düzyol |
Sayfa:78 |
|
|
|
Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:80 |
İnsanlar aynı sözcüğü az önce kullandıklarını fark etmiyorlar mı? Hele şu ‘gerçekleştirmek’! Pek çok eylemin yerini aldığı yetmezmiş gibi, birkaç sözcük arayla yinelenince göze de kulağa da iyice batıyor. Ama daha kötüsü de var: Türkçe öğretmenlerinin kurduğu ‘Öğrencilerimize okutmuş olduğumuz kitaplarda sizin kitaplarınıza yer veriyoruz,’ gibi tümceler… Göze kulağa batmakla kalmıyor, kara kara düşündürüyor insanı; canını yakıyor, içini acıtıyor. |
|
|
Resim Sanatı: Ahmet Doğu İpek ile Söyleşi – Ozan Öztepe |
Sayfa:82 |
“İnsan figürü çizmeye çok elim gitmiyor. İnsanın duruşu, insanın yüzü, insanın ifadesi yeterince anlatıldı; sanat tarihi bunlarla dolu. O kadar önemli değil insanın duruşu ve ifadesi. Taşın duruşundan daha çok anlam üretebiliyorum ya da bir binanın hafif devrik hali bana daha çok şey anlatıyor.” |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:88 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:91 |
|
|
|
Mücbir Sebep (Şiir) – Mehmet Sait Çınar |
Sayfa:92 |
|
|
|
Asansördeki Cüce (Öykü) – Esra Yüksel |
Sayfa:93 |
|
|
|
Bir Geyiği Vurmaktan Geliyorum (Öykü) – Pelin Ergül |
Sayfa:95 |
|
|
|
Özür Dilerim Ama Ben Öldüm (Şiir) – Şadiye Kılıç |
Sayfa:98 |
|
|
|
Kitaplar Arasında |
Sayfa:99 |
|
|
|
"Yüzü Kelebeklerle Örtülü” - Nilay Özer – Ahmet Günbaş |
Sayfa:99 |
Özer’in, ‘anne-kız ve kutsal dirim’ ekseninde Paul Valéry’nin ‘Deniz Mezarlığı’ şiirindeki dip suların imgesini de yüklenerek kaleme aldığı ‘Deniz Güncesi’ başlıklı şiir, ‘doğmakla olmayı irdeleyen’ bir yaşam dersine dönüşür. Köpük köpüğe çağrışımlarla uğuldayan, doğanın ve insanın serüveni kadar eskidir bu ders. Geçmişi su sesiyle ayrıştırır. Saydam ve minik bir omurganın kuyruğunu kılavuz edindiğimiz rotada, ‘su gümüşlüyor değdiği şeyi / güneş vurunca dibe parlayacağız böyle / bir kuyruk vereceğim sana takip et beni / görülmüş rüyaların pul pul çöktüğü / doğarak terk ettiğin mağara /seni oraya götürecek ve soracağım / kalmak ister misin bu sonsuz başlangıçta’ dizeleriyle su tadında bir gerçekliğin yüzüyle karşılaşırız. Başından beri kılık değiştiren ‘yüz metaforu’ böylece en geniş, en yüksek, en derin işlevine ulaşmakla kalmaz; yüzünü unutan herkese ıpıslak bir arınmışlık serpiştirir. Şairin, ‘kendini gizleme ve gösterme bilgisi’ şeklinde ifade ettiği, ‘bir suya dalıp çıkmak kadar esnek’ bir bilgidir bu. |
|
|
“Orwell’in Gülleri” - Rebecca Solnit – Ali Bulunmaz |
Sayfa:102 |
Solnit’in Orwell’e dair anlattığı hikâyeyi iki yönüyle ele almak lazım: İlki Avrupa’nın savaşlarla, politik çalkantılarla ve şiddetle sarmalandığı dönemde yazarın bahçesinde huzur bulması ve barışı araması. İkincisi, hayli politik ve simgesel; güller başta olmak üzere doğada gerçek devrimden izlere rastlaması. |
|
|
“Hoyrat” / Sepin Sinanlıoğlu – Alber Keşiş |
Sayfa:103 |
Hoyrat’ta Leyla geçmişi temsil ediyor. Romanın en önemli teması Leyla ile Miran’ın aşkı olmakla birlikte, eserin şimdiki zamanında Leyla mevcut değil. Leyla bir hatıranın, hafızanın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. |
|
|
“Türk Araştırmaları ve İnsani Bilimler Ansiklopedisi” - Oh Eunkyung – Gülsüm Cengiz |
Sayfa:104 |
Geçtiğimiz aylarda Güney Kore’de yayımlanan Türk Araştırmaları ve İnsani Bilimler Ansiklopedisi alanında bir ilk olma özelliğini taşıyor. Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Uzbekistan, Kırgızistan, Başkurdistan, Altay, Kafkasya, Tuva ve Sakha Cumhuriyetlerinin yanı sıra Rusya Federasyonu’ndaki Tataristan, Çin’deki Uygur Otonom bölgelerini kapsayan 4500 sayfalık ansiklopedi 8 ciltten oluşuyor. Türk Araştırmaları ve İnsani Bilimler Ansiklopedisi, 2000 başlık altında işlenen dil, edebiyat, tarih, sanat, coğrafya, folklor, inanç gibi insanı ilgilendiren hemen her alanı kapsıyor. |
|
|
Oğulcan Kütük ile “Dimdik Bakma Rehberi” Üzerine Söyleşi - Fatoş Asya Akbay |
Sayfa:105 |
“Şiirin kaldıramayacağı yüklerle dolu bir ülkedeyiz biz.” |
|
|
“Rüzgârlı Ceket - Toplu Öyküler” / Hüseyin Peker – Erkan Karakiraz |
Sayfa:106 |
Peker’in gerçek olayları, kişileri, kimlikleri, ayrıntıları ifşa etmekten geri durmak için başvurduğu bir araç değildir güvenilmez anlatım. Zaten böyle bir ihtiyacı neredeyse hiç yoktur. Sebep, daha çok, öyküyü, belirsizlikleri, eksikleri, boşlukları olan, merak unsurunu sivrilttiği, tedirgin edici, kaygan bir zemine taşımak, okurun metne dair deneyimlerini, bakış açılarını tekrar tekrar gözden geçirmesini sağlamak ve anlatıbilimci James Phelan’ın savunduğu düşünceden yola çıkarak söylersek, güvenilmez anlatıcı aracılığıyla okurla metin arasında güçlü bir iletişim bağı kurmakla ilintilidir. |
|
|
Hakan Sarıpolat ile “Şehri Terk Eden” Üzerine Söyleşi – Armağan Can |
Sayfa:109 |
“Ülkemizde bazen çok tuhaf olaylarla karşılaşıyoruz. Ankara’daki İnsan Hakları Anıtı’nın tutuklanması da bunlardan biri. Heykeli elinde kitapla, etrafı bariyerlerle sarılı halde gördüğümde distopik bir düzende yaşıyormuş gibi hissetmiştim. O sahne zihnimde uzun zaman dönüp durdu. Acaba heykel neler hissediyordu? Konuşabilseydi neler söylerdi bize? Yazmak bizlere yepyeni gerçeklikler yaratma imkânı sağlıyor. Ben de bu imkânı kullanarak heykelin ağzından bir öykü yazmaya karar verdim.” |
|
|
Orlando Art Kitaplığı – Emre Dirim |
Sayfa:110 |
Orlando Art’ın yayımladığı farklı ve seçkin kitapların günlüğünü tutmak hep aklımdaydı. Araya başka çalışmalar girince hep ertelendi durdu. Bir de baktım ki, evet bir de baktım ki, kitaplar birikmiş… |
|
|
“Okuma Üstüne Ayrıksı Metinler” - Hazırlayan: Mehmet Aydın – Bircan Çelik |
Sayfa:112 |
Mehmet Aydın, Harold Bloom’un ‘Nasıl ve Neden Okumalıyız?’ sorusuna ‘bizim üniversitelerimizdeki hocaların da’ yanıt bulması gerektiğini söylüyor. Edebî kökü bilerek, eksikliği görerek, deneyimlerden de yola çıkarak ‘Nasıl Okumalıyız’a çözüm odaklı yaklaşabiliriz. |
|
|
|
|
|
|
|