|
|
ARALIK 2023
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Muhalif Olmak – Nil Sakman |
Sayfa:4 |
Nil Sakman, “Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Muhalif Olmak” başlıklı yazısında “Kanımca 21. yüzyılda senelerin emeği ile ulaşılan feminist arkeolojide kadın muhalif işe kendisinin tarihsel ontolojisi üzerine kafa yorarak başlayan kişidir. Bilgi öznesi olarak kendi kurulumu, iktidar ilişkilerinin öznesi olarak nerede ve nasıl konumlandığı ve kendi eylemlerinin etik öznesi olarak halihazırda işleyen düzeni yeniden üretip üretmediği veya bir dönüşüm sancısı içinde olup olmadığı yönünde akıl yürüten kişidir,” diyor. Özne-kadın kategorisini aşındıran etkili alanlardan birinin kurgu dünyası olduğunu vurguluyor ve Türkiye kadın yazınını bu açıdan değerlendiriyor. |
|
|
Tam Bir Muhalif – Ali Çakmak |
Sayfa:10 |
Ali Çakmak, “Tam Bir Muhalif” başlıklı yazısında “İktidarın bir baskı ve manipülasyon tekniğiyle doğruyu söylemenin anlamı, yeterliliği konusunda bulanıklık yaratması, şüpheler yayması ve söylenen sözleri çarpıtması şaşırtıcı değil, hatta belki oyunun temel bir kuralı bile sayılabilir. Öte yandan doğruyu söylemenin iktidar ilişkileri söz konusu olduğunda her zaman tarihsel bir bağlamda anlam kazandığı, yeterliliğinin ancak o tarihsel şartlarda politik bir çerçeve kazandığı yadsınabilir mi?” diye soruyor. İktidar ve muhalefetin sınırlarının bulanıklaştığı ve kolayca birbirlerine dönüşebildikleri tarihsel anları Türkiye’nin yüzyıllık tarihi bağlamında ele alıyor. Bu dönüşüm anlarını ise Ece Ayhan, Yahya Kemal, Ali Kemal ve özellikle de Refik Halid Karay’ın yazdıkları ve iktidarla ilişkileri çerçevesinde ortaya koyuyor. |
|
|
Muhalefetin Beklenmedik Yolları – Selçuk Orhan |
Sayfa:18 |
Selçuk Orhan, “Muhalefetin Beklenmedik Yolları” başlıklı yazısında “Muhalefetin basında ya da sosyal medyada yaygınlaşma becerisiyle geniş halk kesimleri üstünde etki bırakması arasında gözlemlenebilir bir orantısızlık var. Muhalefet bu haliyle halk nezdinde bir çeşit müsamere gibi karşılanıyor,” diyor. 12 Eylül Davası, Gezi Olayları, Boğaziçi Üniversitesi’nin iktidar çizgisinde yeniden yapılanması gibi meselelere halkın bakışını değerlendiriyor. Türkiye’de kimlik siyaseti üstünden gelişen muhalefetin tıkanma noktalarını ele alıyor. Doğrudan toplumun içinden serpilen muhalefet ile bir ajanda benimsenerek uygulanan formaliteleri birbirinden ayırıyor. |
|
|
Birlikte Ama Yalnız: Seçim Öncesi Muhalefet Koalisyonları – Uğur Özdemir |
Sayfa:24 |
Uğur Özdemir, “Birlikte Ama Yalnız: Seçim Öncesi Muhalefet Koalisyonları” başlıklı yazısında, seçimsel otoriter rejimlerde muhalefetin rolü ve seçim öncesi koalisyonların etkinliği üzerinde duruyor. Seçmen davranışını açıklayan modellere dair bir tartışma yürütüyor, 2023 Türkiye Genel Seçimleri üzerine yapılmış deneysel bir çalışmanın sonuçlarına değiniyor. Bu sonuçlardan yola çıkarak Türkiye'deki seçim stratejilerinin kimlik siyaseti ve duygusal faktörlere dayandığını ve bu durumun demokrasinin en temel mekanizmalarını zayıflattığını vurguluyor. |
|
|
Orhan Pamuk: Bir Edebiyat Düşünürü, Bir Hikâye Sihirbazı – Cemal Sakallı |
Sayfa:30 |
Kara Kitap yüzeyde tematik, derin yapı itibariyle entelektüel donanımlı bir düşünce romanıdır. Bu saptama Pamuk’un bütün romanları için de öne sürülebilir. Onun romanları yüzeyde insanın bu dünyayla ilişkisini, derin yapıda varlığın kendilik bilincini anlatır. |
|
|
Şiirler (Şiir) – Yüksel Pazarkaya |
Sayfa:32 |
|
|
|
Çalıkuşu Feride'nin Hikâyesi – Uğur Ozan Özen |
Sayfa:34 |
Reşat Nuri Güntekin, Bursa’ya ilk kez 1913 yılında, 24 yaşındayken gelir. Bursa Sultanisi’nde (Bursa Erkek Lisesi) Orta Kısım Fransızca Öğretmeni olarak 1 yıl 28 gün çalışır. Bir yıl önce Darülfünun Edebiyat Şubesi’nden mezun olmuştur. Önce, İstanbul Kızı adında bir oyun yazar. Sonrasında oyunu roman haline getirir. 1921 yılında Vakit gazetesinde tefrika edildikten sonra 1922’de kitap olarak yayımlanır. Güntekin, 1937 yılında ise bazı yerlerini değiştirir. |
|
|
Sanat ve Tasarım Nasıl Anlatılır: Canan Dağdelen ile Söyleşi – Mine Bican |
Sayfa:38 |
Öğretebilmek, kendi bilgi ve tecrübelerinizden aktarabilmek için karşınızda almaya ve dönüştürmeye açık bir kişinin olması gerekiyor. Bu çok önemli; karşılıklı iletişim hali hem öğrenmeye açık olana hem de öğretene pek çok şey katabilir. Doğru bir iletişimle, öğretenin kendisinin vermeyi tasarılığından çok daha fazlası bile ortaya çıkabiliyor. |
|
|
'Romantik'ten 'Kirli'ye Uyaroğlu Şiiri Üzerine Bazı Notlar – Ferruh Tunç |
Sayfa:42 |
Uyaroğlu’nun ilk kitaplarındaki şiirlerde; o dönem Türkiye’sinin edebî ve siyasi atmosferini de yansıtan, diri, genel olarak umutlu ve ‘devrimci’ bir ruh hali hâkimdir. Bu dönem; hemen her toplumcunun şair, her şairin de toplumcu olduğu bir dönemdir Türkiye’de. |
|
|
“Pasaj”: Görünmez Olanın Kazanılması – Hıdır Eligüzel |
Sayfa:46 |
Böylece dört yazı ve bir söyleşiden oluşan Pasaj kitabı, sergiye odaklandığı kadar, Kuzucan’ın sanat tarihiyle olan ortaklıklarına, öne çıkan kavramlarına da odaklanıyor. Özellikle söyleşinin tüm metinlerden sonra okunmasını öneriyorum. Böylece yazarların Kuzucan ve eserleri üzerinden yaptıkları değerlendirmelerin sanatçının düşünme ve sanat üretme biçimleriyle olan yakınlığı üzerine fikir yürütülebilir. |
|
|
Filistin ve Kuzuların Sessizliği – Mehmet Hakkı Suçin |
Sayfa:52 |
Savaşlar insanları öldürebilir, onları bir süreliğine de olsa yerlerinden yurtlarından edebilir fakat külliyen ortadan kaldıramaz. İsrail ve onu destekleyenler bilmelidir ki acı ekip sevgi hasat edilemez. Varlık okurlarıyla paylaştığımız şiirler bunun kanıtıdır. Savaşın içinden geçip gelen bu şiirler, gerçekten anlamak isteyenler için apaçık delillerdir. Savaşsız, şiddetsiz, travmasız bir dünya ümidiyle. |
|
|
Bombardıman Bitti (Şiir) – Necvan Derviş |
Sayfa:54 |
|
|
|
Dimdik (Şiir) – Semih el-Kasım |
Sayfa:54 |
|
|
|
Fena Olmaz (Şiir) – Murid Bergûsi |
Sayfa:54 |
|
|
|
Başkalarını da Düşün (Şiir) – Mahmud Derviş |
Sayfa:54 |
|
|
|
Birinin Bizi Sevmesinin Önemi Yok Artık (Şiir) – Samir Ebu Havvâş |
Sayfa:55 |
|
|
|
Allenby Köprüsü'nde Beklerken (Şiir) – Fedva Tukan |
Sayfa:55 |
|
|
|
Doyma Noktası (Öykü) – İlay Bilgili |
Sayfa:56 |
|
|
|
Yuliadark (Şiir) – Hüseyin Köse |
Sayfa:59 |
|
|
|
Vanessa Springora ile Bir Buluşma / Kendimi Anlatmıyorum, Kendimi Konumlandırıyorum – Nilgün Tutal |
Sayfa:60 |
Hatırlatmakta yarar var. 1974 yılında –ikisi kız, biri erkek– üç kardeşe çocuk istismarı nedeniyle iki erkeğe dava açıldığında, söz konusu kişileri ilk destekleyen ve lehine imza kampanyası başlatan Gabriel Matzneff olmuştu. Bu imza kampanyasına “French theory” kategorisinde adları geçen iyi tanıdığımız entelektüel figürler ve edebiyat çevresinde adı bilinen yazarlar destek vermişti. Söz konusu dava çocukların “rızamız vardı” demelerinin ardından suçluların pek de ceza almadan işin içinden sıyrılmasıyla sonuçlanmıştı. |
|
|
Tenha Ten (Şiir) – Cuma Duymaz |
Sayfa:63 |
|
|
|
Güneş Kursları, Geçmişin Günümüzle Buluşması – Emre Dirim |
Sayfa:64 |
Bülent Şavkın yeni bir anlayışla semboller oluşturuyor; karanlıklara, geçmişe yeni güneşler doğurarak. Sanatçı “dünyadan gelip geçmiş çeşitli uygarlıklardan esinlenerek, onların kültürlerinde önemli olan birtakım sembollerden de yararlanarak yeni tasarımlar” yapıyor. Çalışmalarında Hititlerin kullandığı kurs formunu özellikle seçiyor. |
|
|
Mani Olmuyor Ölümlere Hicabım (Şiir) – Mesut Varlık |
Sayfa:65 |
|
|
|
Gölgede Bekleyen Çocuklar (Öykü) – Asil Çam |
Sayfa:66 |
|
|
|
Oğuz Atay ve Kontrollü Delilik Üzerine Hayaller ve Düşünceler – Faruk Turinay |
Sayfa:68 |
Tutunamayanlar’ın kahramanı Selim Işık’ın günlüğünü okuyanlar, özellikle de duygusal olarak hassas bir ruh halindeyse onun kararsızlıklarından, acılarından, başarısızlığından oldukça etkilenir. Art arda Selim’in cümlelerini okuruz, hatta bazı sayfalarda tek bir cümle onlarca sayfa boyunca süren bir çığlıkla uzar. Fakat bu uzun metinlerden rastgele bir kesit seçip okuduğumuzda az daha, nerdeyse uçurumun kıyısından, tam ikinci sınıf bir melodrama düşmek üzereyken kurtarılan bir trajediyle karşı karşıya olduğumuzu hissederiz. Sık sık öyle anlar olur ki, Selim Işık daha intihar etmeden edebî olarak öldü, ölüyor, işte o da unutulup gidecek, deriz; ama tam o sırada “bir şey” kahramanının imdadına yetişir. |
|
|
Bu Saatlerde (Şiir) – Fatoş Asya Akbay |
Sayfa:74 |
|
|
|
"Türk Kadını" Dergisinde Kadın Hakları Üzerine İki Argüman – Fatma Fulya Tepe - Per Bauhn |
Sayfa:75 |
Varlık okurlarına Türk kadınlarının yasal haklarının (yetersiz) uygulanmasıyla ilgili olarak 1966-1974 yılları arasında yayımlanan Türk Kadını adlı dergide geliştirilen iki argümanı sunmayı ve tartışmayı amaçlıyoruz. Yazımızın Türkiye’de kadın hakları alanına ve medya çalışmalarına katkıda bulunmasını umuyoruz. Bu metin nitel bir çalışma ve sadece belirli bir söylemin varlığına dikkat çekmeyi hedefliyor; söz konusu söylemin etkisini kanıtlamayı amaçlamıyor. Ele aldığımız iki argüman, sırasıyla, Anadolu kadınlarının eksik kurtuluşu ve kurtulmuş ama özgürleşmemiş kadın. |
|
|
Opera Sanatı: Didem ve Sinem Balık ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:77 |
“Sanat hiçbir zaman halktan ayrı değildir.”
|
|
|
Hikâye (Şiir) – İsmail Doruk |
Sayfa:79 |
|
|
|
Nursel Hanım ile Bir Amsterdam Yolculuğu (Anı-Öykü) – Murat Tuncel |
Sayfa:80 |
|
|
|
Güneş Tutulması (Şiir) – Özcan Erdoğan |
Sayfa:81 |
|
|
|
Agop Arad'ın İzinde, Bilinmeyen Bir Resmine Doğru – C. Hakkı Zariç |
Sayfa:82 |
Yaşar Kemal’in yurtdışından gelen misafirlerini zaman zaman Köşem’de ağırladığı bilgisini de veriyor bize Hasan Can. Arada Agop Arad’ın Fransa’dan gelen konuklarını burada ağırladığını da söylüyor. Orada öğrenciliği yıllarında çalışmaya başlayan Mehmet Can’dan, Stelyo Mavriyano ile Hasan Koç ortaklığında kurulan ve işletilen Köşem’in zamanla çalışanlara emek gücü oranında hisse payı dağıtılarak ortak edildiğini, mutfaktakilerden Agop Arad’a ait Mehmet Can portresi, komilere kadar uzun bir ortaklar topluluğunun olduğu bilgisine ulaşıyoruz. |
|
|
Vicdan (Öykü) – Zeynep Paftalı |
Sayfa:86 |
|
|
|
Rüzgâr Odası – Yavuz Özdem |
Sayfa:90 |
Ehven-i şer, bilindiği üzere, kötü olan iki şeyden ‘daha az kötü’, zararı ‘daha hafif olanı’dır. Eh, bir şey ‘daha az kötü’yse, içinde az da olsa ‘iyi’ bulunur. Bu kadar iyi-kötü vurgusu akıllara iyi-kötü sorunsalı ile uğraşacağımı getirmesin. Niyetim miktar zarflarının içeriğe kattığı derecelerden yola koyulup, ehven-i şer deyiminin ‘ulusal değeri’yle uğraşmak. Zira biz, millet olarak, başta siyasal hayatımız, siyasetçilerimiz olmak üzere, futbolcusundan pop müzik şarkıcısına, oradan tiyatroya, şiire, romana… hayatın her alanında hep bu ‘daha az kötü’ye yönelmiş, yöneltilmişiz. |
|
|
Günebakan (Şiir) – Emrah Yolcu |
Sayfa:92 |
|
|
|
Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:93 |
100. yılı dolayısıyla Mübadele’yi anlattım bugün. Sözcüğü artık böyle, büyük harfle başlatarak yazmamız gerektiğini, çünkü aslında eşya takası anlamına gelen “mübadele”nin 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan antlaşma ile “Türk-Yunan Nüfus Değişim Antlaşması”nı, yani tek bir kavramı anlatır duruma geldiğini söyledim. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:95 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale sancak |
Sayfa:96 |
|
|
|
An Sokağı (Şiir) – Ahmet Kutlu |
Sayfa:97 |
|
|
|
Rüyaları Ayarlama Enstitüsü (Öykü) – Huban Seda Aras |
Sayfa:98 |
|
|
|
İona Potapov'un Atına (Şiir) – Mustafa O. |
Sayfa:100 |
|
|
|
"Cüret" / Neslihan Önderoğlu – Didem Ünal Demir |
Sayfa:101 |
Tam da arka kapağında tanıtıldığı gibi, Cüret tüm “ötekileri” bir lincin gölgesinde, sarsıcı ve sancılı bir düzlemde karşı kaşıya getiriyor. Önderoğlu, bir evin içinden taşan trajedinin izini sürerken de, bir anda cehenneme dönen sokaklarda yaşanan arbedeyi anlatırken de engellilerin, mültecilerin, travestilerin, azınlıkların ve içten içe “çoğunluğun” korkusunu gözler önüne seriyor: Bir evin ve bir ülkenin sakinleri uzun zamandır patlamaya hazır vaziyette dolaşıyorsa fitili kim ateşler? En mazlum görünen midir o, en zalim olan mı? |
|
|
"Doğaya Açılan Pencere" / Nedim Gürsel – S. Seza Yılancıoğlu |
Sayfa:104 |
İzlenimciliğin izindeki Nedim Gürsel, Etretat’ın fırtınalı doğasını Monet’nin “Etretat’da Fırtınalı Deniz”(1898-69), “Etretat, Günbatımında Falez” (1883), “Etretat’da Fırtına” (1883), tablolarıyla betimlerken Giverny ressamın “Nilüferler”iyle (1897-99) öne çıkıyor. Ayrıca sanatçının “Yeşil Etekli Kadın” (1866), “Camille Ölüm Döşeğinde” (1879) ve “Gelincik Tarlası” (1873) adlı tablolarıyla da yaşamının son döneminde servet sahibi olan Monet’nin genç yaşta hayata veda eden Camille ile hikâyesine yer veriyor. |
|
|
Ayla Algan ile “Yaratıcı Oyuncu Yaratıcı İnsan” Üzerine Söyleşi – Burak Süme |
Sayfa:106 |
“İlk temsilimde Ophelia’yı Muhsin Ertuğrul’un istediği gibi oynamıştım, elimde güllerle sahneye çıkıyordum. Ama ikincisinde düşünmüştüm ki, bu ortaçağda yaşayan bir kızdı. Hatta text’in birinci bölümünde var ama ikinci bölümünde yok, çünkü delirmişti. Fakat neden delirmişti? Abisi Leartes ise neden yanında değil de Paris’te idi? Hamlet, İngiltere’de ve bu kadın kalmış mı bir başına… Düşündüm ki, bu güzel kızı askerler infial etti ve o da aklını kaçırdı. Bir de yaşlı bir kadının ona bir eşarp vermiş gibi yaptığı bir sahne yarattım. İlk temsilde beyazla girmiştim içeri, ikincide ise hem siyahlarla hem de elbisemde kızlık kanımla girdim.” |
|
|
"Modern Türk Sanatının Doğuşu: Konstrüktivist Türkiye Cumhuriyeti'nde Kültür ve İdeoloji" / Kağan Güner – Bilgin Güngör |
Sayfa:108 |
Kitaba egemen olan paradigmanın özü, Güner’in ifadeleriyle söylersek, modern sanatlar üzerinden “sol bir tarih okuması”na (s. 249) dayanır. Yani toplumcu bir bakış açısıdır Güner’deki. Bu bakış açısıyla öncelikle modernizm meselesi üzerinde nasıl durulduğuna bakmak gerekir. Güner, modernizmi Marx’taki gibi kapitalist ekonomiyle doğrudan bağlantılı bir sistem olarak ele alır; onu Marx gibi “kapitalizmin gelişme tarihi” (s. 25) olarak yorumlar. Bu, modernizmin bir anlamda kapitalist altyapı ve bunun üzerinde yükselen kültürel/siyasal oluşumların toplamı olarak değerlendirilmesidir/tanımlanmasıdır ki pek çok Marksist kaynakta da bunu görürüz aslında. Lakin bu bağlamda önemli bir hususa dikkat çeker Güner: Modernizmin Batı dışına taşması/kayması. Dünden bugüne Türkiye’de ve dünyada hemen hemen ana akım konumuna yükselmiş olan bir yoruma göre modernizm, Batı’nın (Batı Avrupa’nın) ürünüdür ve sadece bu coğrafyaya özgüdür; Batı dışında görülen moderniteler ise birer kopyadan öteye geçmez. |
|
|
Ebru Kış ile Minimal Şeyler Üzerine Söyleşi – Ersun Çıplak |
Sayfa:112 |
“Gerçeği gördüğüm gibi anlatıyorum. O halde gerçeği anlatmıyorum.” |
|
|
|
|
|
|
|