|
|
TEMMUZ 2023
|
|
|
Çizgiyorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
"Varlık" ve Ben – Hilmi Yavuz |
Sayfa:4 |
[Behçet Necatgil] ]Yaz Dönemi’yle birlikte niçin artık Varlık Yayınları[nda] değil? (Yaz Dönemi, Şükran Kurdakul’un Ataç Yayınları arasında çıkmıştır!) Bu sorunun yanıtı bilmiyoruz. Varlık’ın, hâlâ ‘Garip’ şiirini desteklediği ve İkinci Yeni’ye sıcak bakmadığı da, bir gerekçe olarak öne sürülemez. Tam tersine, Yaşar Bey, İlhan Berk’in o yıllarda çoğumuzun ‘aşırı cüretkâr’ bulduğu, ama büyük hayranlıkla okuduğu Galile Denizi’ni yayınlamıştır… |
|
|
Behçet Necatigil Arşivinde "Varlık"tan İzler – Ayşe Sarısayın |
Sayfa:7 |
Şiirleri ve yazıları en çok Varlık dergisinde görünen, Almancadan çevirdiği kitaplar 40’lı yıllarda MEB Yayınları’ndan çıkarken 50’lerde Varlık Yayınları arasına giren, aynı dönemde şiir kitapları, hazırladığı antolojiler, sözlükler yine bu yayınevinden çıkan Necatigil, çok önemsediği Varlık dergisini yurtdışında da duyurmaya, mektuplaştığı Alman Türkologlara tanıtmaya gayret eder. |
|
|
Dünya Edebiyatının Gururu – Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:11 |
Varlık’ta bir ürününün yayımlanması yalnız gençler için değil bütün yazar ve şairler için övünçtür, gururdur, sevinçtir. Çünkü Varlık hiç bozmadı duruşunu. Sulandırmadı edebiyatı, ayağa düşürmedi. Bugün de sevgili Mehmet Erte sayesinde Varlık’ın kapısı hep açık ama edebiyat çıtası hep belli bir yüksekliktedir. Varlık çok satmak uğruna nitelikten ödün vermez ve belli bir düzeyin altına asla inmez. Hemen her sayısıyla herhangi bir üniversitenin yeni edebiyat kürsüsünde verebileceğinden çok daha fazlasını sunar edebiyat okuruna. |
|
|
"Varlık" ile "Yokluk" Arasına Sıkışan Küçük, Küçücük Şeyler – Murat Batmankaya |
Sayfa:13 |
Mesela 14 Şubat’ta, yani tüketim kültürünün diliyle söylemek gerekirse Sevgililer Günü’nde, Mersin’de tecavüz edildikten sonra cinayete kurban giden Özgecan Aslan defnedilir. Ülkenin birçok yerinde protesto gösterileri düzenlenir. Varlık’ın Mart sayısı şu manşetle çıkar: “Hayatta ve Edebiyatta Yıkılmamak: Kadın, Şiddet, Şiir”… Çok hızlı bir tepkidir bu. Üstelik trajik bir olay ajite edilmeden, daha geniş bir açıdan ve kültürel yansımalar gözetilerek incelenir. Yani kişi(ler) değil, eylem(ler) tartışılır. Derdi, bu olay üzerinden ‘prim’ yapmak yahut ‘aferin’ almak değildir. Kendince ‘doğru’ bulduğu bir şeyi vahim bir olay üzerinden bir kez daha, farklı kalemlerle bilinir kılma ihtiyacıdır yapılan… |
|
|
"Varlık" ve Eleştirel Kültürde Derinleşme – Alphan Akgül |
Sayfa:21 |
Varlık okuru, ütopyasını çoktan yitirmiş bir toplumda, dış dünyada anlamını yitirmiş bir ideali kendi içinde, birlikte yaşadığı insanlara rağmen diri tutmayı başaran kişidir bir bakıma. |
|
|
"Varlık"ta Kadın, Feminist Hareket, Toplumsal Cinsiyet, Erkeklik Çalışmaları ve Queer – Nilay Özer |
Sayfa:25 |
Varlık’ta feminizm, beden politikaları, erkeklik çalışmaları, queer, homofobi, kadın dergileri ve bültenleri bağlamında nitelikli yazılar yayımlandı. Floya Anthias’ın “Feminizm ve Çokkültürlülüğün Ötesi’nde: Farkı Konumlandırmak ve Mevki Politikası” başlıklı yazısı, Serap Türkmen’in “Feminizmle Hümanizm Arasında Virginia Woolf ve Saatler” yazısı, Hülya Bulut’un Peride Celal’in Kurtlar adlı romanını incelediği “Feminist Açıdan Kurtlar” yazısı, Oya Batum Menteşe’nin “Toplumsal Kimlik ve Kadın Yazarlığı” yazısı –ki bu Varlık okurunun karşılaştığı, Feminist teoriyi, kadın yazınını genel anlamda özetleyen az sayıdaki yazıdan biri ve oldukça önemli–, Türkân Yeşilyurt’un “Şiir Yorumunda Marksist- Feminist Açı” yazısı, Hande Öğüt’ün hemen hemen bütün yazıları, “Doğa, Kadın ve Ekofeminist Ütopyalar”ı, anmadan geçemeyeceğimiz yazılar. |
|
|
"Varlık" Dergisi Arşivinde Sanat – Hıdır Eligüzel |
Sayfa:31 |
Varlık dergisinin Türkiye kültür ve edebiyat dünyasının merkezinde yer almaya devam edebilmesini sağlayan önemli unsurlardan biri de sanat alanına açtığı yer. Örneğin 2022 yılının Mayıs sayısının dosya konusu ‘Metaverse: Sanat için yeni bir evren mi?’ idi. Varlık dergisi çok güncel bir tartışmaya dahil olmak imkânını sanat üzerinden bulmuştu. Derginin günceli yakalama ve disiplinlerarası dinamikleri koruma hedefleri sanatla bağını sürekli kılacak, toplumsal ve kültürel konularda farklı bakış açılarını sunma çabasını diri tutacaktır. |
|
|
"Varlık" Kronik – Ali Özgür Özkarcı |
Sayfa:38 |
Türkiye gibi kuruluşundan bu yana bir yığın rejim krizi yaşamış, modernleşme süreci ‘parçalı’ seyretmiş, anayasası üzerinde, (hadi terminolojik olarak biraz daha geriye gidelim) ‘toplum sözleşmesinde’ açık bir biçimde uzlaşamamış, bu kopukluk yüzünden günümüzde dahi yığınla sorunla boğuşan bir ülke için Varlık dergisinin doksanıncı yılını doldurmasına mucize desek yeridir herhalde. |
|
|
Lahana Kalbi (Öykü) – İlyas Tunç |
Sayfa:44 |
|
|
|
Sivas'ı Unutmayalım: Uğur Kaynar, Doğduğu Yerdeydi Öldüğünde – Atilla Aşut |
Sayfa:46 |
Sivas’ta yitirdiğimiz üç ozanın yaşamlarıyla şiirleri arasındaki trajik ilişki gerçekten çok düşündürücüdür. Altıok, Aysan ve Kaynar’ın şiirlerinde, kendi ölümlerine ilişkin ilginç göndermeler vardır. Hepsi de sanki Sivas Yangını’nı çok önceden duyumsayarak bu trajedinin anahtar sözcüklerini “Da Vinci Şifresi” gibi, şiirlerine ustalıkla yerleştirmişlerdir.
|
|
|
Üç Öğüt Verici Öykü (Şiir) – Francis Ponge |
Sayfa:48 |
|
|
|
Yumurtalar (Öykü) – Semrin Şahin |
Sayfa:49 |
|
|
|
Anna Seghers'de Gezgin Yarası: "Transit" – Nil Sakman |
Sayfa:52 |
Seghers bürokrasinin dayattığı haritaların insanların yaşadığı hakikat ile hiçbir bağının bulunmadığını, bürokrasi mekanizmasının insanların gündelik hayatlarında karşılaştıkları sorunları çözmekte ne kerte yetersiz kaldığını da vurgular. |
|
|
Gül ve Harf, Bir de Kibrit – Yavuz Özdem |
Sayfa:59 |
Denebilir ki zamanın dile ilişkin kimi neticelerini hesaba katmak durumundayız. Bu sebeple iktibas’ı klasik edebiyatımıza yakın duran, alıntı’yı ise modern döneme ait bir kavram olarak düşünebiliriz. Hem başka metinlere ait öğeler günümüzde metinlerarasılık kavramı altında zaten ele alınmakta. Meseleye sadece geçmiş dönem - modern dönem bağlamında yaklaşınca sorun yaşanmayabilir; ve fakat dilde meseleyi sadece ‘sorun yok’a indirgeyemeyiz. Kaldı ki iktibas kullanımdan düşünce, sadece klasik edebiyata ilişkin bir kullanım geçmişte kalmıyor, aynı zamanda onun bir de sözlük değeri var, o da kayboluyor. Bu minval üzere iktibasın tek başına taşıdığı [(ateş, bilgi, bulaşıcı hastalık) almak, kapmak, aktarmak] anlamları da yitip gidiyor. Yine iktibasın ‘ateşten köz almak’ gibi bir karşılığı daha var, dolayısıyla bu karşılık da yitip gidiyor. Denk düştüğü için eklemeliyim, söz varlığımızın içinde, iktibas’tan bağımsız olarak, bir ‘ateşten köz almak’ deyimi var; ama unutmayalım ‘iktibas’la bir arada yaşayan ateşten köz almak da yazı’ya (şiire, hikâyeye, romana…) fazladan bağlamlar taşıyacaktır. |
|
|
Anış (Şiir) – Tarık Günersel |
Sayfa:61 |
|
|
|
İbrahim Coşkun'un Resmi: Ağır İzler – Emre Dirim |
Sayfa:62 |
İbrahim Coşkun’un Ağır İzleri de ölümlerden doğuyor. Sevgiye uzanan yollarda geceyi gündüze kata kata, umudu soluya soluya yürüyor... yürüyor... Vardığı yerler sevgilerin filizlendiği yürekler. Acılarıyla kan kardeş olmuş yürekler. Renkler boyunlarını bükmüyor, yenilmiyorlar. Yenilenlerin yanında yer alıyor onca gelecek düşü. Delik deşik yüreklerin elinden tutuyorlar. Hiçbir şeyi unutmuyorlar, unutturmuyorlar. Acıları, geçmişi, ölümleri, yok edilen doğayı... unutturmamak için bir araya geliyorlar İbrahim Coşkun’un yağlıboya resimlerinde. |
|
|
Feminist Söylemler Bağlamında Julia Kristeva'nın "Khora" Kavramı ve Sanatın Dili – Raşel Rakella Asal |
Sayfa:65 |
Çağdaş feminist felsefeci Julia Kristeva, Platon’un khora kavramından yola çıkarak kadın dili üzerine yeni bir söylem geliştirmiştir. Platon Timaios diyalogunda khora kavramını evren ve evrenin yaratılması olarak sunar. Çağdaş feministlerden Kristeva ve Irigaray bu kavramı farklı yorumlamışlardır. Platon’un khora kavramı yaratılışın temelidir. Oysa Kristeva’da kadının öznelliğini ve benliğini yarattığı alandır. Irigaray da khora kavramını dişil bir mekân olarak yorumlar. İki feminist eleştirmen de khora kavramını dil ilişkisi üzerinden ele alır. Onlara göre dil, eril dayatmacılığın altında ezilmektedir. |
|
|
Çocuklar Böyle Görmesin Bizi (Şiir) – Mehmet Özkan Şüküran |
Sayfa:69 |
|
|
|
Heykel Sanatı Nasıl Anlatılır: Hanife Neris Yüksel ile Söyleşi – Mine Bican |
Sayfa:70 |
Yaşanmış bir ânı farklı şekillerde muhafaza ederken, aynı zamanda kavramda, biçimde ve nesnede bir mesaj yakalamaya çalışırım. Çapraz olan ve görselleştiriciye bağlı olan bir mesajı yeterince ifade etmek en önemli ve en zor şeydir. Teknik ise bu fikirlerin aktarıcısıdır. |
|
|
Bünyamin Bozkuş: İnsan Sonrası Çağ İçin Bir Estetik Önerisi – Nilgün Tutal |
Sayfa:74 |
Bünyamin Bozkuş, insan sonrası çağın çözümsüz görünen doğanın yok oluşu, iklim krizi, doğal felaketler ve nüfus artışı gibi sorunlarının içinde yaşadığının farkında, yaratıcı bir arayışla artırılmış gerçeklik dünyasının alternatifini arayan bir sanatçı. Teknolojinin karşısında edilgen değil. Eserlerinin her küçük birimini –ve formunu– etken bir şekilde yaratıyor. |
|
|
Shakespeare'in Evrenselliği ve Üç İşlev İdeolojisi – Ersun Çıplak |
Sayfa:78 |
Harold Bloom Etkilenme Endişesi’nde dikkate değer bir iddia ileri sürmüştür: “Bizi Shakespeare icat etmiştir ve bugün de sınırlarımızı o belirlemektedir.” Doğrusu, Macbeth, Othello, Romeo ve Jülyet başta olmak üzere Shakespeare’in pek çok yapıtında yalnızca dışsal ve içsel koşullara bağlı olarak değişen düşünceler ve duygu durumları değil, uygulanan protokol kuralları, sergilenen mimik ve jestler, yapılan dil oyunları, kullanılan argo gibi ayrıntılar da kendinden önceki yapıtlarla karşılaştırıldığında çok daha zengindir. Özellikle de bazı oyunlarının sarayda bizzat Kraliçe Elizabeth’e sahnelenmiş olması ve ondan iltifat görmesi, Shakespeare’in dönemin İngiliz seçkinler dünyasının yaşam biçimleri üzerinde etkili olduğunu varsaymak için bir gerekçe sunar.
|
|
|
Gezi: Cellabanın Peşinde – Neşe Koçak |
Sayfa:82 |
Fas’a geldiğimden beri gezdiğim her şehrin çarşısında kendime uygun bir cellaba aradım. Ama bulamadım. Önce bu giysinin sadece erkekler için tasarlanmış olduğunu düşündüm. Hoş, cellaba erkek kıyafeti de olsa ben yine alacaktım ama hangisini denesem içinde kayboluyordum. Üstelik çarşı esnafını da kendime güldürdüm, ben de onlarla güldüm. Şimdi neden bu kadar çok istediğimi merak edenler için biraz anlatayım: Bu geleneksel kıyafet öncelikle statü farkını ortadan kaldırır. Zengini de yılan oynatıcısı da onu üstüne geçirdiğinde eşittir. İçine ne giyerseniz giyin bir önemi yok, hatta giymeseniz de olur. |
|
|
Julio Cortázar'ın Paris'i – M. Sait Taşkıran |
Sayfa:84 |
Paris’e döndüğünde, yolculuğunda tanık olduğu her şey ona yine kendi deyişiyle ağır ilerleyen ama sağlam bir yol açtı. Uzun süredir Fransa’da yaşamakta olan Cortázar, Küba dönüşü Arjantinli kimliğinin yanına onu da kapsayan Latin Amerikalılık aidiyeti ekledi. Latin Amerikalılık, içerdiği tüm sorumluluk ve yükümlülükle birlikte edebî çalışmalarına yansımaya başladı. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:93 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:95 |
|
|
|
Kılcal Damar (Öykü) – Behiye H. Malkoç |
Sayfa:97 |
|
|
|
Sıfırın Kıyısında Yaşam (Şiir) – Medine Mayıs Akın |
Sayfa:98 |
|
|
|
Kitaplar Arasında |
Sayfa:99 |
|
|
|
İrem Uzunhasanoğlu ile “Uzak Bir Masal” Üzerine Söyleşi – Abdullah Aren Çelik |
Sayfa:99 |
Uzak Bir Masal’da şöyle bir cümle var, “En çok dönmek istediğim o ev hiç dönemeyeceğim yere dönüşecekti. Oysa ev, kendisine döneni kabul etmez miydi? Yoksa ev sadece hayallerde kendisine dönülen miydi?” Bazen öyle olaylar vuku bulur ve biz o kadar değişiriz ki tüm hayatımız boyunca arzuladığımız o kişiye, o eve, o işe dönemeyiz. Ne bıraktığımız kişi eskisi gibidir ne de biz eski bizizdir. |
|
|
"Ateş" / Buket Uzuner – Irmak Ada |
Sayfa:102 |
Serinin her kitabında geniş coğrafyamızın farklı topraklarının ana mekân olarak seçilmesi hem ekolojik çeşitliliğin vurgulanması hem çevresel sorunların her bölgede farklı tehditler oluşturduğunun gözler önüne serilmesi, hem de farklı kültürel dokuların işlenmesi bakımından Defne Kaman’ın maceralarına çeşitlilik katar. ‘Su’da İstanbul, ‘Toprak’ta Çorum, ‘Hava’da Kayseri ve ‘Ateş’te de Mardin’i merkezine alan maceralar, yazarın gezgin kimliğinin ön plana çıktığı ve farklı bölgelerin tüm coğrafi ve kültürel özelliklerinin yanı sıra gelenekleri ve Türk mitolojisine katkılarıyla da okura tanıtıldığı anlatılara dönüşür. |
|
|
"İşte Geldim Deniz Kenarı" / Selçuk Altun – Bâki Ayhan Asiltürk |
Sayfa:103 |
İşte Geldim Deniz Kenarı her ne kadar bir üçlemenin son halkası ise de bağımsız bir roman, çünkü entrik kurgu kendi içinde açılıp kapanıyor. Anahatlarıyla söyleyecek olursam, Harun isimli genç bir adamın mahalle hayatından dünyaya açılan arayışlarının, kaçışlarının, kovalayışlarının, haz ve hızlarının, gelgitlerinin romanı bu. Hayatında gelgit olmayan tek duygu “anne yokluğu” ve “baba nefreti” denebilir. Roman boyunca babaya mesafe koyma, babadan kaçma, babayı küçümseme, aşağılama; babaya hakaret aralıksız olarak devam ediyor. |
|
|
Tuğrul Keskin ile “Ürperti” Üzerine Söyleşi – Bahri Karaduman |
Sayfa:104 |
“Her köşesi yanan bir ülkede yaşamaktan usansak da, sonuçta bu topraklar yurdumuz bizim.” |
|
|
"Başa Dönemeyiz" / Makbule Aras Eyvazi – Çiğdem Ülker |
Sayfa:106 |
Makbule Aras Eyvazi’nin romanı Başa Dönemeyiz’in odağında şair Furuğ’un öldüğü gün duruyor. Lirik şiirleriyle dünyanın ilgisini çeken, ışıklı bir kadının, Furuğ Ferruhzad’ın ölümünün ardından hayatındaki dört erkeğin iç sesleri ve düşünceleri roman formu içinde sunuluyor okura. Ülke İran, şehir Tahran ve zaman 1960’lardır. Her şeyi tamamen değiştirecek İslam Devrimi’ne daha on yıl vardır ama romandan anlarız ki Rıza Şah Pehlevi’nin yönetimindeki ülkede ataerkil kuralların baskısı yine ağırdır. İran bir nebze modernleşmeye çalışmaktadır ama burası mollaların etkisi altındadır, üstelik şahlık yönetimi de baskıcı yöntemlerle iş görmekte, demokratik hakları pek de umursamamaktadır. |
|
|
Ömer Erdem ile “Yakınlıklar Üzerine” Söyleşi – Ümran Avcı |
Sayfa:108 |
Yaratıcı yalnızlık her şeyden soyunup kendisi ile baş başa kalma cesaretidir. Kendilik bu cesaretten doğar. Hayatı ve elbette yazı dünyasını da çoklukla alışkanlıklar idare eder. Oysa yaratıcı yazı insanı bu uyuşukluktan/ alışmalardan çıkarıp mümkünlüğün sonsuzluğuna götürmek ister. Mümkün olma ihtimali henüz sahipsizdir ve onun tek muhatabı yazarın kendisidir. |
|
|
"Zaman Çatlağı" / Gönül Malat – Zehra Betül Yazıcı |
Sayfa:110 |
Malat ucunu sivrilttiği kalemi ile dili ve zamanı acımasızca bükerek, delerek, yer yer absürdün sınırlarına vararak, Satürn’ün karnından dakikaları ve böylelikle babalarının elinden çocukları, iktidarın elinden insanları kurtarma işine girişir, kitabının kapağından itibaren bir iç-dış ve öz-biçim bütünlüğü oluşturur. |
|
|
Rana Hima ve Mehmet Fırat Pürselim ile “Edebiyatta Hukuk” Üzerine Söyleşi – Alpay Kafkas |
Sayfa:111 |
“Farklı meslek gruplarından insanların edebiyatın içindeki hukuka nasıl baktığını görmek oldu derdimiz.” |
|
|
|
|
|
|
|