Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

EKİM 2022

Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu Sayfa:2
Yoksulluk Felsefi Bir Kavram Değildir – Yücel Kayıran Sayfa:4
Yücel Kayıran, “Yoksulluk Felsefi Bir Kavram Değildir” başlıklı yazısında bir toplumda kabul gören hayat standardına göre belirlenen yoksulluğun felsefenin konusu olmadığını, bugün tartıştığımız meselenin yoksullaşma olduğunu vurguluyor. Zenginlerin şairi Homeros ile yoksulların şairi Hesiodos’u karşılaştırıyor. Aristoteles’in “yoksunluk” kavramı ile Spinoza’nın “haz” ve “acı” kavramlarını birlikte ele alıyor, ardından Descartes, Locke ve Hume’dan geçerek yoksulluğu bir devlet kavramı altında düşünen Hegel’e ve önceki birikime sınıf bilincini ekleyen Marx’a varıyor. Kayıran’ın tespiti önemli: “Bugünkü yoksulluk anlatısında dikkat çekici olan, devlet olgusunu mutlaklaştıran bir durum olarak ortaya çıkıyor oluşudur. İnsanların bunu üretim araçlarını elinde bulunduran sınıftan ve devletin de onun bir aygıtı olduğu gerçeğinden söz etmeksizin dile getirmesi dikkat çekicidir. Başka bir deyişle yoksulluk ve yoksullaşma fenomeninin bugün ele alınışının ayrıcı özelliği, Marksist teorinin devredışı bırakılmasında ortaya çıkıyor.”
Yoksullaşmadan Yoksulluğu Anlatmak – Selçuk Orhan Sayfa:9
Selçuk Orhan “Yoksullaşmadan Yoksulluğu Anlatmak” başlıklı yazısında yoksulluğu değerli bir sermaye olarak gören, siyasi bir teze sahip yazarların karşısına Orhan Pamuk’u yerleştiriyor. Okurları yoksulluğun getirdiği ıstıraplar üstünden karakterlerle bağ kurmaya değil, onları içeriden tanımaya yönelten Pamuk özelinde Türkiye’de edebiyatın temsil kâbusunu irdeliyor: “Yoksul bir karakter, yoksullukla ilişkilendirdiğimiz sorunlar yumağı açısından görülmeyecekse nasıl ele alınabilir? Böyle bir roman karakterinin hikâyesindeki yoksulluğu toplumun ıstırapları açısından anlatmak ahlaki bir sorumluluk mudur? Çoğu yazar, yoksul bir karakteri bu yüklü bagajdan kolayca çekip alamaz. Kimi yazarlar, yoksulluğu –büyülü gerçekçilikle ilişkilendirilen yerli örneklerin çoğunda olduğu gibi– güya masalsı ama açıkça karikatürize bir anlatımda kaybetmek pahasına bu yükü sırtlanır; çünkü yoksulluğun ‘zengin’ sorunları işlenmeli, karnavallaştırılmalı ve hatta mümkünse kimlik unsurlarıyla süslenmelidir. Kuşkusuz yoksulluğun panoraması dışında çok az şey kalıyor bu tür metinlerde, çünkü karakter karikatüre, olay örgüsü masala dönüşüyor.”
Şiirde Yoksulluk Sınırı – Şeref Bilsel Sayfa:14
Şeref Bilsel “Şiirde Yoksulluk Sınırı” başlıklı yazısında divan ve halk edebiyatından günümüz şiirine yoksulluğun izini sürüyor; “Kaybetmek duygusu şiir ve yazı için bereketli bir duygu. Kaybetmek olmasa şiirde bu derece ısrar olur muydu bilmiyorum,” diyor ve soruyor: “Yoksulluk da ‘kaybetmiş’ olmakla bir yüzleşme değil mi? Nedir kaybedilen?” Ayrıca yoksul ve fakir sözcüklerini birbirinden ayırıyor: “Yoksullardan bahseden edebî eserler genellikle ‘toplumcular’ın dairesine kaydediliyor. Bu metinlere biraz küçümseme barındıran bir ifadeyle ‘fakir edebiyatı’ diyenler de var. Günümüzde tek başına ‘i’nin üzerine basarak telaffuz edilen ‘fakir’ kelimesi ‘yoksulu’ da aşan, ‘aşağılama’ taşıyan bir anlama büründü. Yoksul daha soylu kaldı fakirin yanında!”
Ekonomik Kaos Koşullarında Müzik: Aklı Kalbe Siper Etmeden Üretmenin Zenginliği – Can Sertoğlu Sayfa:21
Can Sertoğlu “Ekonomik Kaos Koşullarında Müzik: Aklı Kalbe Siper Etmeden Üretmenin Zenginliği” başlıklı yazısında “asıl mesele devrim değil devinim” diyor ve kamu yararına çalışıyormuş gibi görünen ama vahşice kâr sağlama amacı güden müzik sektörünü sorguluyor. Caz, blues, soul, rock ve punk müziklerinde isyanın karakterini inceliyor: “Gelişmiş Batı toplumlarının bireyci ve dolayısıyla yalnızlaştırıcı iklimleri punk müzisyenlerinin yeşermesine oldukça elverişlidir. Ancak yeşerirken fotosentez yaptıklarından toplumun arıtma tesisine dönüşürler genelde. Zehri içlerine alır, dışarıya nefes alacak alanlar sunmaya çalışırlar. Ancak bitki değil insan olduklarından, faaliyetin yıkım ve öz yıkım tarafı zamanla ağır basar ve genellikle genç yaşlarda, olmadık şekillerde yitip giderler. Arkalarından solukları, müzikleri ve efsaneleri kalır, ama sözleri hep yarım kalır.”
Geberesiye Hasret Ânında Sina İle Bilmemkaç Konuşma (Şiir) – Orhan Alkaya Sayfa:26
Sina Akyol'da Leyla Erbil Hayranlığı – Bahri Karaduman Sayfa:28
Varlık’ın 2012 yılı Ocak sayısında Sina Akyol, Leyla Erbil’i her zamanki farklı üslubuyla, kişisel gözlemleriyle anlatmıştı. O yazıyı çok beğenmiş, notlar almıştım. Son aylarda birkaç derginin dosya konusu Sina Akyol olunca o notları gözden geçirdim. Sina Akyol’un Leyla Erbil hayranlığının da yazınsal anlamda dile getirilmesi gerektiğini ve Varlık dergisinin sanat ve sanatçı ortamında ne denli önemli yeri olduğunu düşündüm.
İskele Kahvesi (Öykü) – Adil İzci Sayfa:30
Bunu Bir Kenara Yaz (Şiir) – Oya Uysal Sayfa:32
Gong (Şiir) – Rainer Maria Rilke Sayfa:34
Türkçe Günlükleri – Feyza Hepçilingirler Sayfa:35
Yeni söyleyişler yok mu? Var. “Gençlik jargonu” diyebileceğimiz söyleyişler gözlediğim kadarıyla bilinen sözcüklere yan anlamlar kazandırılarak oluşturuluyor. “Sen numara yapıyorsun da Beren sana sahiden akıyor,” diye bir cümle, “Beren’in sana ilgisi var,” demek oluyor. Böylece, “akmak” eylemine yeni bir yan anlam kazandırılıyor. Gerçi benim gibiler, “Bu ne yaa! Adam yıkılıyo,” dendiğinde, sözü edilen adamın hasta ya da sarhoş olduğunu sanmakla kalmaz, adama yardıma bile koşar ama bu da yeni söyleyişlerden biri. Hele bu söze bir de, “Yıkılıyo da değil, resmen ateş ediyo,” eklenmişse az biraz aptallaşsak da sözü edilen adamın çok yakışıklı olduğunu eninde sonunda anlıyoruz.
Lacan'ın Aynasında Sanatçı ve Sanat Eseri – Engin Fırat Sayfa:38
Kendisi de sanatla uğraşan Lacan ise sanatsal metinlerde yaratımdan alınan keyfi bir boyutuyla jouissance’ın yüceltilmesi olarak görür. Çünkü sanatçının sanat nesnesiyle yaptığı söyleşme; dilden kaynaklanan psişik, ontolojik ve düşünsel sıkışmışlığı yine dile yaslanarak aşma çabasıdır.
Trafik Psikolojisi Nasıl Anlatılır: Bahar Öz ile Söyleşi – Mine Bican Sayfa:46
Bu süreçte gördüm ki sanatla işbirliği yapınca vermek istediğimiz mesaj bazen sadece bir adet fotoğraf karesiyle verilebiliyor, sanatsal ifade biçimlerinin oldukça kuvvetli bir etkisi olabiliyor. Akademik anlamda literatüre yeni bir şey kazandırmaya çalışırken bir iddiamız vardır her zaman. Bu iddianın oradaki fotoğraf karesinde de olduğunu gördüm ve bu beni çok mutlu etti.
Aklımın İçinde Bir Heyecan (Şiir) – Nurettin Durman Sayfa:51
Uygun (Öykü) – Fulya Bayraktar Sayfa:52
Şiirler – Güney Özkılınç Sayfa:54
Kanayan Güvercinin Dilini Aramak: Oya Baydar ve "Yazarlarevi Cinayeti" – Hıdır Eligüzel Sayfa:55
Baydar, okurunu evrenine dahil edebilmek için, öncelikle kendisiyle okur arasına bir mesafe koyuyor. Sonra zamanla o mesafeyi usul usul iki tarafın birbirini görebileceği yakınlığa indiriyor. Bu süreçte aynı zamanda kahraman da dönüşüyor ve okurla yakınlaşıyor. Baydar, romanın farklı bölümlerinde –ikilikler üzerinden kurguladığı– kahramanlarını ilk yerleştirdiği konumlarından şüpheye düşürüyor. Sonrasında da ikiliğin diğer yanına ait özellikler kahramanlarca gittikçe artan oranda keşfediliyor.
Olmaktan Başka Türlü Oluş: Yara – Aylin Antmen Sayfa:59
Yaşayan her şey ölmek ister, şiir bu arzuyla, yalnızca yaranın açabileceği türden bir çiçektir. Her şeyin en derin gizemle, sessizlikle ve hakikatle içerisinde birleştiği metaforik bir çiçek. Ne de olsa bütün metaforlar bir ilişkilenme ve çatışma hakkındadır. Yaranın yaşamla dolu yüzü, bizi varlığın evrenle bir olduğu noktaya götürür.
Sanatını Konuşturmanın Zararları (2) – Evren Kuçlu Sayfa:64
Sanatın nasıl iyileştirici olabileceğini önce de belirttiğimiz gibi daha çok Bilişsel Davranışçı Terapilerin (BDT) insana ve patolojiye bakışı üzerinden değerlendireceğiz. Dolayısıyla ilerleyen kısımlarda sanat yoluyla nasıl iyileşebileceğimize dair metodik bazı varsayımlar okuyacaksınız. Varsayımlarımızı güçlendirmek için psikoterapiyle edebiyat yazımı arasında direkt bir bağlantı kuracağız.
Bir Varlık Kipi Deşifresi: Mustafa Horasan'da Çıplak – Yalın Alpay Sayfa:71
Mustafa Horasan, toplumun inşa/kabul ettiği değerleri pekiştirmez. Aksine, toplumsal mutabakattan sürülerek, temsil edilme olanaklarını yitiren ve böylece kendisine ait görüntülerden, tutumlardan, davranışlardan ve hislerden yoksun kalan, dışlanmış varlık kiplerine odaklanır, onları görünür kılacak temsil öğeleri üretmeyi üstlenir. Gözünü, bireyin olanakları arasında yer alıp da, kamusal olan tarafından süpürülmüş potansiyellere diker.
Yıkımın Kaçınılmaz Liriği: "Dudakların Benden Başka Hiç Kimsenin Toprakları Değildir" – Mahmut Aksoy Sayfa:75
Mehmet Ali Boran’ın Dudakların Benden Başka Hiç Kimsenin Toprakları Değildir adlı sergisi tahribatın birçok yerine kapı açıyor. Boran, sergisini doğal afet bölgesinde bulunan Gül Mahallesi’nde kurmak yerine barınmaya odaklanmış. Sergi mekânı da yıkımın her an gerçekleşebileceği riskiyle eserlerin oluşum süreçleriyle, anlamla, yakın ya da uzak tarihle örtüşüyor.
Hayatı İdrak Teşebbüsleri: Yaralar ve Yamalar (1) – Murat Batmankaya Sayfa:78
Edebiyatı hayatla akraba kılmamak gerekir. Okurda elbette duygusal değişimler yaratabilir. Hatta fikrî değişimler de yaratabilir. Ama edebiyatın böyle bir sorumluluğu yoktur. Böylesi bir algı vahim sonuçlar doğurur. “Eğitimde Edebiyat” gibi uygulamalara varır. Zira erdemi, ahlakı, doğruluğu vs. edebiyat üzerinden öğretmeye kalkmak, yalanı, yolsuzluğu ve de cinayeti edebiyat üzerinden öğretmekle eştir. Demem o ki, kimse, Anais Nin’in günlüğünü okuyunca, gidip babasıyla yatmaz. Nakamura’nın Hırsız’ını okuyarak, İstanbul’un kalabalık sokaklarında zenginlerin cüzdanlarını çalan usta bir yankesici olmaz.
Sinema: Selman Nacar ile Söyleşi – Fatma Berber Sayfa:83
Filmde her ne kadar karakterler arada kalsa da hikâyenin tavrı net aslında. Bir acı ve bunu öğüten çarklar var. Bu ise birçok açıdan insanların karar almasını zorlaştırıyor. Herkes kendi sınavını veriyor. Birçok kişi maalesef sınıfta kalıyor. Film tam olarak bu sürece odaklanıyor. Bu kadar net olan meselelere karşı alınan muğlak tavırlara. Filmin amaçlarından biri kesinlikle seyirciyi bu sürece dahil etmek, ona sorular sordurmaktı. Seyircisi adına düşünen ve karar veren bir film yapmak istemedim.
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel Sayfa:88
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak Sayfa:90
Arızi Aks (Şiir) – Beyza Bala Sayfa:92
Kimse Bu Adayı Yıkamaz (Öykü) – Sonat Yurtçu Sayfa:93
Sayfayı Çevirmek Yarına Kalsın (Şiir) – Asaf Zaman Sayfa:95
Varlık Kitaplığı Sayfa:97
Çimen Günay-Erkol ile “Yaralı Erkeklikler Üzerine” Söyleşi – Mazlum Vesek Sayfa:97
“Kurmacanın kurmaca olmayan türlerin aksine, açık açık ‘söylenemeyenlere’ uzanma şansı daha yüksek olabiliyor.”
"Dünyanın Orta Yeri" / Aysun Kara – Gültekin Emre Sayfa:100
Aysun Kara büyük bir ustalıkla yörenin, dönemin dilini, kahramanları düşle sarıp sarmalamış. Küçük bir köyü, denizi, günlük yaşamı, kaygıları, gelecek düşüncelerini Dünyanın Orta Yeri kılmış. Romanda yama gibi duran hiçbir şey yok. Tarihsel bilgi satmadan olayları öyküleştirirken romanın kalıplarını zorlamamış, merak unsurunu artırarak iyi kullanmış.
"Palandöken" / Üstün Dökmen – Çiğdem Ülker Sayfa:101
Yazarın zihnindeki Palandöken, bütün görkemi, sessizliği ve vakur gücüyle değişmeyen, değişmemesi gereken bir ruhun ifadesidir. Bir vatana sahip olmanın soyut ifadesidir.
Asil Çam ile “Ölümlünün Yaşam Fragmanları” Üzerine Söyleşi – Emre Ceylan Sayfa:102
“Belirli bir etnik kökenden, siyasi oluşumdan ya da bir konu etrafında kümelenmiş bir kitleden gelmiyor oluşum da anlattıklarımı gerçek hayata biraz daha yaklaştırdı bana kalırsa.”
"Müstakil Eylem" / Derleyen: Tarhan Gürhan – Gülçin Göktay Sayfa:104
Kitabın ismi, merak uyandırıp kapağını açtıracak derecede dikkat çekici: Müstakil, bağımsız anlamında, Arapça kökenli, eski bir sözcük. Eylem ise tersine öz Türkçe. İkisi yan yana gelince çelişkiden doğan değişik bir tını bırakıyor kulakta. “Müstakil, çünkü,” diyor Gürhan, “başkalarıyla birlikte yatabilirsiniz ama kendi uykunuzu uyursunuz. Rüyanızdan başka kimse yoktur uykunuzda.” Niçin uyku ile ilgili bir kitap sorusunu da şöyle yanıtlıyor Gürhan: “En başta merak! Uykuda bu kadar zamanımız geçiyor ama tam olarak bilemiyoruz neler döndüğünü.” Bu merak, Gürhan’ı uykuda geçenler, olup bitenler nedir, uykunun evi neresidir, nerede yuvalanır sorularına yöneltmiş. Ve, uykuya ilişkin serbest çağrışımlarını, soru ve yanıtlarını, duygu ve düşüncelerini kâğıda döken denemelerine uyku tutan ve tutmayan diğer yazarları da dahil edince, uykuya ilişkin yirmi dört edebî deneme ve üç öyküden oluşan bir derleme ortaya çıkmış.
Sercan Ünsal ile “Bozkırda Bir Eğitim Pınarı: Pamukpınar Köy Enstitüsü” Üzerine Söyleşi – Mehmet Atilla Sayfa:106
Bu çalışmanın mayasında sevinç/üzüntü gözyaşlarının yanı sıra Köy Enstitüsü idealini içselleştirmenin gururu da yer aldı.
"Annemin Kaburgası" / Burçin Tetik – Zehra Betül Yazıcı Sayfa:108
Kitapta etnik kökenler, zaman ve mekân algısı da yapıbozumuna uğratılıyor. Tetik, tüm öykülerinde göç olgusu üzerinden ilerleyerek kuir bireyleri ve onların yüz yüze geldiği sorunları günışığına çıkarıyor.
Tuğba Çelik ile “Yolda Ansızın” Üzerine Söyleşi – Ulaş Bager Aldemir Sayfa:110
Kadın ya da erkek anlatıcı seçmek benim için fark etmiyor. Toplumsal cinsiyet rolleriyle karakter geliştirmeyi doğru bulmuyorum. Hepimiz insanız ve duygularımız, çelişkilerimiz, zayıflıklarımız var. Erkekler de işsiz kalıyor, terk ediliyor, özlüyor, intikam alıyor, affediyor… Kadınlar da rest çekiyor, sıfırdan başlıyor, içine atıyor ya da hesap soruyor… Çevremizden, okuduklarımızdan, deneyimlerimizden öğrendiklerimizle hareket ediyoruz. Çağımızda cinsiyet, bir davranışı ya da duyguyu tarif etmek için artık çok yetersiz ve çoğu kez yersiz bir gerekçe.
"Eksik Bak" / Ayça Erdura – Ayşe Ceylan Topçu Sayfa:111
Hayatın sürekli bir döngü halinde olduğunu ve insanla birlikte evrenin de durmaksızın kendini yenilediğini bize hissettirir Erdura. Ona göre zaman insan bilincinin bir oluşumudur; insan zamanın içinde değil, zaman insanın zihnindedir.
"Karanlığın Şahidesi" / Mehmet Berk Yaltırık – Meryem İpek Şahin Sayfa:112
18’inci yüzyılın sonlarında İstanbul’da geçen Karanlığın Şahidesi, yazarın da önsözde belirttiği üzere önceki romanlarına oranla daha karanlık bir atmosfere sahip. Ürpertici hikâyenin anakarakteri Periveş, dünyaya gözlerini meşum bir gecede hamamlıkta açıyor ve kaderi de hemen orada yazılıveriyor.
EKİM 2022 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI