|
|
HAZİRAN 2022
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Maryna Er Gorbach ile Söyleşi – Esra Demirkıran |
Sayfa:4 |
Haziran sayımızda “Savaşa Karşı Sanat” diyoruz ve ilk sözü Ukraynalı yönetmen Maryna Er Gorbach’a veriyoruz: “Ben Türkiye’de yaşıyorum, savaş Ukrayna-Rusya arasında, diyemem. Çünkü savaş tüm dünyaya karşı.” Esra Demirkıran’ın sorularını yanıtlayan Gorbach, Rusya-Ukrayna savaşının başlangıcı olarak görülen bir dönemde geçen bir aile hikâyesini anlattığı Klondike adlı filmini sanatın bir protesto olarak aciliyetini hissederek yaptığını belirtiyor. Ukraynalı sanatçıların Rusya’daki sanatçıları boykotu, dijital platformlarda savaşa alıştırılan bir toplumda savaşı konu edinen bir sanat eserinin nasıl kurulması gerektiği, sanatı destekleyen fonların siyasi sonuçları ve daha pek çok mesele tartışılıyor söyleşide. |
|
|
Araştırmacı Gazeteci Seymour Hersh'ün Sanat Tarihine Etkisi – Osman Erden |
Sayfa:10 |
Osman Erden, “Araştırmacı Gazeteci Seymour Hersh’ün Sanat Tarihine Etkisi” başlıklı yazısında söz konusu Amerikalı gazetecinin 1968’de My Lai Katliamı, 1993’te Bill Clinton’ın Bağdat’ın bombalanması emri ve 2004’te ABD ordusunun uyguladığı işkence yöntemleri üzerine hazırladığı haberlerin Sanat Emekçileri Koalisyonu, Guerrilla Art Action, Leyla El Attar, Fernando Botero gibi isimler üzerinden sanata nasıl yansıdığını anlatıyor. |
|
|
Zamanın Sonu – Rohat Cebe |
Sayfa:15 |
Rohat Cebe, “Zamanın Sonu” başlıklı yazısında İkinci Dünya Savaşı’nda Alman askerleri tarafından esir alınan Fransız besteci Olivier Messiaen’ın 1940'tan 1942'ye kadar kaldığı Stalag VIII-A esir kampında bestelediği Zamanın Sonu Dörtlüsü adlı eserinin öyküsünü aktarıyor. Bestecinin kendisi gibi yakalanıp Stalag VIII-A’ya kapatılan çellist Étienne Pasquier, kemancı Jean Le Boulaire, klarnetçi Henri Akoka’yla birlikte dondurucu 15 Ocak 1941 gecesinde askerler ve mahkûmlar karşısında seslendirdiği eser, adının aksine, sanat varsa eğer hayatın da sürdüğünü kanıtlıyor bize. |
|
|
Muallakalarda Aşkın ve Savaşın Poetikası– Mehmet Hakkı Suçin |
Sayfa:19 |
Mehmet Hakkı Suçin, “Muallakalarda Aşkın ve Savaşın Poetikası” başlıklı yazısında İslam öncesinden günümüze ulaşan Yedi Askı şairlerinden İmruul-Kays ve Amr bin Kulsûm’un metinleri üzerinden muallakalarda aşk ve savaş poetikalarını çözümlüyor. Muallakalar edebî karakterlerinin yanı sıra dönemin sosyolojisi ve tarihi hakkında da fikir veren klasikleşmiş metinler olduğu için ilginç veriler sunuyor bize. |
|
|
Şiirler – Necran Derviş |
Sayfa:26 |
Dosyamızın sonunda çatışmaların hiç eksik olmadığı bir coğrafyadan, Kudüs’ten, 1978 doğumlu şair, kültür sanat editörü Necvan Derviş’in Mehmet Hakkı Suçin tarafından Türkçeleştirilen şiirlerine yer veriyoruz. |
|
|
Sitem Taşları (6) – Şükrü Erbaş |
Sayfa:28 |
Köylüleri, köylülerden başka kurtaracak hiçbir gücün olmadığını düşünüyorum. Zaten neden bir başkası bizi kurtarsın ki? Dönüşümü, değişimi en zor bir toplumsal sınıftan söz ediyoruz. Bu bir ekonomik kurtulma değildir, bu yalnızca eğitimle sağlanacak bir kurtulma değildir, bu sadece din, gelenek bağlamında tartışılacak bir kurtulma değildir. Ve bu, hemen babadan oğula değişecek yeni-uygar bir dünya kuruluşu değildir. Bin yıllardır süren tarihî bir sorundur. |
|
|
Yine Rüştü Onur ve Kemal Uluser'den Şiirler Var: “Kara Elmas Diyarından” Kitabına Ekler – Bilgin Güngör |
Sayfa:30 |
Rüştü’nün, Muzaffer Tayyip’in ve Kemal’in bütün eserlerini (günyüzüne çıkmamış, adı bile anılmamış, kitaplaşmamış olanları da dahil) bir arada Kara Elmas Diyarından (Toplu Eserler) adlı kitabımda okurlara sunmuştum daha evvel. “Yüksek yoğunluklu” bir arşiv araştırmasına dayanan ve 2021’de yayımlanan bu kitap benim için elbette bir sona işaret etmiyordu. Kitabın yayımından sonra araştırmaya devam ettim, sonuç geldi: Rüştü ve Kemal’in karanlıkta kalmış, kitaplaşmamış ve ulaşamadığım şiirlerinden bir kısmı daha karşıma çıktı (“bir kısmı daha” diyorum, çünkü eminim ki keşfedilmemiş daha nice şiirler, yazılar var; tabii ne kadarına ulaşabilirim/ulaşabiliriz, meçhul). Şiirler, Peyami Safa’nın amcası Ali Kâmi Akyüz’ün çıkardığı, 1930’lu yılların önemli edebiyat dergilerinden olan Gündüz’ün sayfalarında yer almıştı. 1937-1938 yıllarında yayımlanan bu şiirleri, hem Rüştü hem de Kemal’in lise çağı mahsulleri arasında saymamız gerekir. |
|
|
Şiirler – Rüştü Onur |
Sayfa:31 |
|
|
|
Şiirler – Kemal Uluser |
Sayfa:32 |
|
|
|
Çan Sesleri (Öykü) – Zerrin Saral |
Sayfa:34 |
|
|
|
Şiirler – Sadık Yaşar |
Sayfa:36 |
|
|
|
Bir Zamanlar Kadıköy (7): Ece Ayhan – Metin Cengiz |
Sayfa:38 |
Bir akşamüstü ben Vilayet Han’ın önünden iskeleye doğru Cağaloğlu yokuşunu inerken karşılaştım Ece ile. Ece tam da Valilik binasının orada aceleyle yukarı tırmanıyordu. Beklenmedik bir biçimde hızlı yürüyordu, beni görünce yüksek sesle Nilgün Marmara’nın intihar ettiğini söyledi, gazetelere ve bazı arkadaşlarına gidiyordu. Her halinden böyle bir olayı beklemediği, olan bitenden oldukça etkilendiği belliydi. O akşam, 13 Ekim 1987 günü, Kadıköy’de evinin bulunduğu apartmanın beşinci katından, yatak odası penceresinden atlayarak intihar ettiğini öğrenecektim Nilgün Marmara’nın, henüz 29 yaşındaydı. |
|
|
100 Küçük Şiir'den... (Şiir) – Turgay Kantürk |
Sayfa:41 |
|
|
|
Felsefe Nasıl Anlatılır: Solmaz Zelyüt ile Söyleşi – Yücel Kayıran |
Sayfa:42 |
Gelinen medeniyet seviyesi felsefede yok! Şaka yapıyorum. Ama medeniyet denilen şey fazlasıyla muğlaktır, hele ki “seviyesi” daha da çetrefil sorunlar içerir. Felsefeyi gençlere anlatırken onun yaşlılığının yarattığı bazı önyargıları sarsmak tabii kolay olmuyor. Yani felsefe, tarihi olmadan anlatılmaz, anlaşılmaz. Gençler her seferinde 2500 yıl evveline gönderen bir güzergâh üzerinde yürümeyi yeniden öğrenmek zorundalar. Bugünün sorularının, sorunlarının orijinlerini görmek zorundalar. Bu geri çekilme sıçramanın tek yolu. |
|
|
Put-in The War (Şiir) – Zehra Betül Yazıcı |
Sayfa:47 |
|
|
|
Ruhuyla Dünyada Gezinen Bir Seyyah: Balkan Naci İslimyeli – Erkan Doğanay |
Sayfa:48 |
Türkiye ve dünya sanat sahnesinden Balkan Naci İslimyeli adında bir yolcu geçip gitti. Sanatseverler olarak onun bu tutkulu yolculuğunu izledik. 2017’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde sanat yaşamının son kırk yılında ürettiklerinin dökümünü “Hatırla” başlıklı retrospektif sergiyle izleyiciye sunmuştuk. Bende bu önemli dokümantasyon serginin küratörlüğünü yapmıştım. Bu serginin adı gibi onu daima özlemle, saygıyla, sanatla hatırlayacağız. |
|
|
Kurucu Boşluklar: Yazı, Sınır, Sessizlik / Paul Celan, Nelly Sachs, Nilgün Marmara ve Maurice Blanchot Üzerine Kısa Bir Değini – Aylin Antmen |
Sayfa:53 |
Şiirdeki mevcudiyetine ve kendisini nasıl konumladığına dair işaretler sunan sessizlik, yaşamın içerisinde eridiği bir yokluğun hangi kutbunda durulduğunu da göstermektedir. Şair bir şiirde herhalde en çok yokluktaki yaşayışı serimler. Sözcükleri çekip aldığımızda geriye ne kalırdı yoksa? Hayal gücünden de kuvvetli bir tasvir, duyumsanır bir başka yer, bu dünyanın ve gerçekliğinin ötesi… Ötenin bilgisi kuşkusuz insana içkindir, yaratılamaz, ancak sözcüklerle tasarlanabilir (bu tasarı gücü, insanın özgürlüğünün aldığı en yüksek biçimdir), sessizlik de öyle. Yazının sessizliği tüm yaşamışların öznel tarihinde köklenerek kolektif bilinçdışına (ortakduyu), oradan da yazıya aktarılır. |
|
|
Dostun Ölümü (Şiir) – Kadir Aydemir |
Sayfa:57 |
|
|
|
Hasta İnsanların Evliliği (Öykü) – Evren Kuçlu |
Sayfa:58 |
|
|
|
Türkçe Günlükleri –Feyza Hepçilingirler |
Sayfa:64 |
Diyeceğini dedikten sonra ne dediğini demek nedir? Program sunanlar, “Bütün ekip arkadaşlarıma çok teşekkür ederim diyorum,” diyorlar ya hani, ben de o sondaki “diyorum”a ne gerek var diyorum. “Teşekkür etmek istiyorum,” dendiğinde, “Dilini tutan mı var, et teşekkürünü,” diyesim var ama ardından “İyi ki varsınız diyorum,” denince diyecek söz bulamıyorum. |
|
|
Belgesel Film: Zeynep Dadak ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:66 |
Bence form anlamında da belgesel çok yaratıcı bir dönem yaşıyor. Ama ne yazık ki kurmacaya göre hep ikinci sınıf muamele görüyor. Örneğin festivallerde verilen ödül paraları arasındaki uçuruma bakın. Oysa iyi bir belgeselle kurmacaya sarfedilen emek ayrı. Belgesel filmin post prodüksiyon süreci kurmacaya göre çok daha uzun ve pahalı olsa bile çoğu zaman finansal açıdan ciddiye alınmıyor. |
|
|
Kültürel Hafıza Bağlamında Kıbrıs Türk Romanı – Metin Turan |
Sayfa:69 |
Edebiyatçının karşıtlıklarla birlikte ait olduğu toplumun belleğine dair simgeleri derinleştirmesi, çoğu zaman otobiyografik bilgileri ve bu nedenle de öznel durumları resmetse de ait olunan toplumun kodlarını anlamak için referans kaynağı olmak özelliğini yitirmez. Son yetmiş yılda yayımlanan yaklaşık 140 dolayında roman, yakın tarihte yayımlanmış olmaları ve biraz da yaşanılanı anlatmaları bağlamında güncel kabul edilse de, tarihsel olanı aktardıkları için hafıza kartı özelliği taşır. |
|
|
Çağdaş Sanat: Kırılganlıklarımız ile "Birbirimizin Huzurunda" / Melis Bektaş, Emre Erbaş, Beraber Co., Pelin Çağlar, Umut Erbaş ve Mihriban Tandoğan ile Söyleşi – Hıdır Eligüzel |
Sayfa:74 |
Koli Art Space’de küratörlüğünü Melis Bektaş’ın yaptığı Birbirimizin Huzurunda sergisinde Beraber co., Pelin Çağlar, Umut Erbaş ve Mihriban Tandoğan bedeni ve bedenin kamusallığını sorunsallaştıran eserlerini sanatseverlerin değerlendirmesine sunuyor. Sergi metninde yer alan iddiayı anımsamakta fayda var: “Bedenin Kamusallığını Kırılganlık ve Birliktelik İhtimalleri Üzerinden Yeniden Düşünmeye Alan Açıyor”. Bu söyleşide, sanatçıların eserleri aracılığıyla beden, toplumsal cinsiyet ve yaşama stratejilerimizin kırılganlığının nedenselliklerine, imajlarına ve ‘putlarına’ odaklanacağız. |
|
|
Ne Yakın, Ne Uzak (Öykü) – Ferda Fidan |
Sayfa:79 |
|
|
|
Ücra Bir Şiir İçin Anahtar Kelimeler V: "Yurtsuzluk" – Hüseyin Köse |
Sayfa:81 |
Yere doğru bir “peak” noktası var, azalarak mutlu oluyorsun, yükselerek mutsuz. Kötülük, nefret, haset vb. hislerin de birer uç noktası var; her şey gibi güçlerini yitiriyorlar enerjilerinin sonul evrelerine vardıklarında. Düşkünlük ahlakı da bir başka yücelik formu öte yandan; tüm yüksek mimarlar, mühendisler ve ustalar bu minval üzere çıraklıktan ikmaldedir! |
|
|
Kargı Heykellerin Kaygılı Dünyaları – Emre Dirim |
Sayfa:86 |
Kil değil. Alçı da. Mermer de. Ahşap hiç değil. Camla da bir ilgisi yok. Demirin soğuk yüzü de. Resim, fırça, renk de yok. Kocaman değil, küçük, ama anlatmak istediği çok büyük. Bir gören hiç unutmaz. Unutulmaz. Unutulmamış, unutulmayacak sosyal olayların penceresi. Pencereden öte, toplumu sarsan olayları anımsatıcı. İfade etmeye çalıştıkları büyük mü büyük. Karikatüre benzetilse de, o da değil. Heykel. Evet, heykel! Kargıdan heykeller. Soyut değil, somut olayların yansıtıcısı. Abdullah Şengörenoğlu’nun kargı heykelleri sorgulayan, düşündüren çalışmalar... Toplumun bağrında açılan yaraları gündeme getirici, iz bırakıcı, unutulmaz heykeller. 50 santimi geçmeyen, ama içerikleriyle, sezdirdikleriyle büyük mü büyük heykeller!.. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:90 |
|
|
|
Karanlık (Şiir) – Barış Çağrı Gaga |
Sayfa:91 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:92 |
|
|
|
Kıyastım Bu Kıyımda (Şiir) – Ergün Gezici |
Sayfa:93 |
|
|
|
Fistan (Öykü) – Asuman Gül Biçen |
Sayfa:94 |
|
|
|
Kerevetten Düşerken (Şiir) – A. Samet Atılgan |
Sayfa:95 |
|
|
|
Mezat (Öykü) – Ayça Özlem Tohma |
Sayfa:96 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:97 |
|
|
|
Ercan y Yılmaz ile “Altı Üstü İstanbul” Üzerine Söyleşi – Mertcan Karacan |
Sayfa:97 |
Belki kalbimiz birkaç dize yazmamızı sağlayabilir ama romanı yazmak için kalpten fazlasına gereksinim duyarız. 2014’te memur olarak bulunduğum Kayseri’de romanı yazmaya başladım. Kayseri, İstanbul, Batman arasında mekik dokuyor ve bu bölgelerin ortak kıyımlarına şahit oluyordum: ağaç kıyımı, doğa tahribatı, su kirliliği... Altı Üstü İstanbul aynı zamanda bir doğa romanı. Ekolojik katliamlarımızla bizi yüzleştirmek isteyen bir metin. Böyle başladım metne. Ağaç ve İstanbul aşkıyla. |
|
|
Elif Sofya ile “Pençe” Üzerine Söyleşi – Ulaş Bager Aldemir |
Sayfa:100 |
Yaşadığım coğrafyanın pek çok farklı dile, yaşama ve ölüme yurt olduğunu, ilişkiler, göçler, inançlar, üretim-tüketim biçimleri ile örüldüğünü, bütün bunların da sesimizi, sözümüzü, söyleyişimizi var ettiği gerçeğini görüyorum. Bu nedenle benim açımdan topyekûn bir reddediş ya da geçmişe hayranlıkla bakış söz konusu değil. |
|
|
"Tavana Bak" / Firdevs Ev – Hande Balkız |
Sayfa:102 |
Tavana Bak’taki birçok öyküde dünyaya dair gerçeklik askıya alınıyor. Nesneler, hayvanlar aracılığıyla (dönmedolap, piyano, fotoğraf makinesi, çamaşır makinesi, tahtakurusu) grotesk sahneler kuruluyor. Okuru ezberlenmiş okuma pratiklerinden alıp fantastiğin tekinsiz ve olağanüstü arasında salınan girift yollarına çekiyor yazar. Dilin işleyişindeki titizlik ise yazarın çevirmen kimliğinden el aldığını gösteriyor. |
|
|
Kemal Gündüzalp ile “Quo Vadis Şiir?” Üzerine Söyleşi – Hayri K. Yetik |
Sayfa:104 |
1980’den sonra bir korku toplumu yaratıldığı için sanatçılar “toplumculuk”tan çok ürktüler. 1989’dan sonra ise neredeyse herkes toplumculuğa “gıcık” olmaya başladı. Oysa sosyalist açıdan değilse bile salt toplumsal bakışla bile, yazın tarihinde karşıtlıkları olan Tevfik Fikret kadar Mehmet Akif de “toplumcu”dur. Bense buradan çıkışla buna birikimci toplumculuk demeye başladım. Sosyalist dünya görüşü yeryüzünden silinmediğine göre, bu kültürden beslenen insanların yarattığı sanatın bir adı olmalıydı. |
|
|
"Sırrımsın Sırdaşımsın" / Kâmuran Şipal – Raşel Rakella Asal |
Sayfa:107 |
Anlatıcı bir gün oraya gitmenin düşünü kurar. Anıların saldırısına uğramış, bu olağanüstü anılarla iletişim kurmaya çalışmaktadır. Bu anılar onu kendi yaşamından, yaşamdan çekip almış, o günlerin yaşantısında düş kuran bir varlığa dönüştürmüştür. Gözlerinin önüne serilen dünya ile ilgili ifadelere gerçek anlamını veren bu içsel uçsuz bucaksız düş evrenidir. Onu en üst duyarlık noktasına taşır. |
|
|
Nedim Gürsel ile “Son Yolcu) Üzerine Söyleşi – Gültekin Emre |
Sayfa:109 |
Romanda ölüm kol geziyor, doğru. Ama kimi alıp götürecek belli değil. |
|
|
"Ardından" / Per Petterson – Nur Öztürk |
Sayfa:111 |
Petterson diyaloglara çok fazla yer vermeden, karakterin iç sesinin yardımıyla çoğunlukla birinci tekil şahıs kullanıyor. Diyalog kullandığında da konuşturduğu yan karakterlerin iç sesini üçüncü tekil şahsı kullanarak yazmayı tercih ediyor. Kendi dilinde verdiği röportajlarda da Petterson yalnızca içindekileri ve yaşadıklarını yazdığını, acılarla yüzleşmek zorunda olduğumuzu, derinlere inememeyi birey için üzücü bulduğunu belirtiyor. Yazarın başarısı romanlarında anlattığı konulardan çok, anlatımda oluşturduğu farklılıktan kaynaklanıyor. |
|
|
|
|
|
|
|