|
|
ŞUBAT 2022
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Geleneğin Realizmleri – Erhan Altan |
Sayfa:4 |
Realizmler dünyasında bir bakış kazanabilmenin ilginç bir çaresini, birbirinden oldukça uzakta duran iki edebiyatın karşılaştırılmasının sunabileceği düşüncesiyle Neuer Wiener Diwan derneği Viyana’da 1-2 Aralık 2021’de Yalçın Armağan, Haydar Ergülen, Helmut Neundlinger ve Florian Neuner’in katılımıyla “Geleneğin Realizmleri” başlıklı iki okuma akşamı gerçekleştirdi; katılımcılar Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Ernst Jandl, Alexander Kluge, Bodo Hell ve Waltraud Seidlhofer’nın metinlerini inceledi. |
|
|
Nâzım Hikmet’in Gerçekçilik Anlayışı – Yalçın Armağan |
Sayfa:5 |
“Memleketten söz etmek” Türkiye’de sosyalistlere özgü bir arzu değil, aksine milli edebiyatın inşa ettiği ve geliştirdiği bir yaklaşımdır. Sosyalist gerçekçiliğin ve “milli” gerçekçiliğin ortak paydası memleket gerçeğinden, belli tarihten sonra da Anadolu gerçeğinden söz etmektir. Meseleye, kendi deyişiyle, diyalektik materyalizm açısından bakan Nâzım Hikmet kendi gerçekçilik anlayışını milliyetçi bakıştan farklılaştırmak ister. Tıpkı milliyetçiler gibi Nâzım Hikmet de Anadolu gerçeğinin yazılmasını istiyordur ama bir noktada resmi/ milli gerçekçilerden ayrılır. |
|
|
Sabahattin Ali Gerçekçiliği – Haydar Ergülen |
Sayfa:10 |
Sabahattin Ali’nin yapıtlarındaki gerçekçilik anlayışı ve boyutu, kimi yazarlar tarafından “Türk edebiyatında gerçekçilik Sabahattin Ali’den önce / Sabahattin Ali’den sonra” diye ikiye ayrılabilecek kadar önemsenir. Buna Ali’nin aynı dünya görüşünü paylaştığı toplumcu gerçekçi yazarların yapıtları da dahildir. |
|
|
İki Realist: Ernst Jandl ve Alexander Kluge – Helmut Neundlinger |
Sayfa:14 |
“Avangardın bir realizmi” var mıdır? Biçim söz konusu olduğunda her iki kavram da birbirini (neredeyse) dışlar. Sanatsal deney, realist bir estetikle ilişkili düzenlemelere karşı durur: ifadenin temsilin arkasına çekilmesine, gerçekliğin (gerçekliklerin) sanatsal temsillerin başlangıç ve hedef noktası olmasına. Sadece realizm değildir, estetik duruş olarak estetistik ve geniş anlamda “oyuna bulaşmış” sanat üretiminin tüm formlarına mesafe alan. |
|
|
Bodo Hell ve Waltraud Seidlhofer'da Edebî Kent Araştırması – Florian Neuner |
Sayfa:18 |
Almanca edebiyatta bugüne değin az ilgi görmüş ve sadece bir yazar olarak kendim de orada hareket ettiğim için ilgilenmediğim bir alana bakmak istiyorum. Edebiyat bilimcisi olarak konuşmuyorum yani. Bakışımı Bodo Hell ve Waltraud Seidlhofer’e ve edebî kent araştırması olarak adlandırdığım şeye yöneltmek istiyorum. Bununla, kentsel yasam alanlarının olay yerlerine indirgenmediği, aksine başrolü oynadığı şehirleri kastediyorum. Kentler bir ölçüde bu edebiyatın başkahramanlarıdır. |
|
|
“Dün Bugün İstanbul” Sergisi Üzerine: Murat Germen ile Söyleşi – Hıdır Eligüzel |
Sayfa:26 |
Çağrı yaptığım sanatçıların işlerini birer kelime, tamlama, sıfat gibi görürsek bunların bir araya gelmesi de cümleleri oluşturuyor. Belli kelimeleri bilinçli bir şekilde bir araya getirirseniz oradan planlanmış, amaçlanmış bir söylem çıkıyor. Güncel sanatta son zamanlarda kişisel meselelerin söyleme dönüştüğünü sıklıkla görüyoruz. Bu tür işlerde zorlanıyorum, çünkü söz konusu kişiyi yakından tanımadığın sürece bu meseleleri şahsen yakınlık duyduğun kavramlarla bağdaştırmak imkânsızlaşıyor. Bu sergi için çağrı yaptığım sanatçılar kendilerinden daha çok hepimizi ilgilendiren müşterek konularla ilgili üretim yapan kişiler. Bu yüzden birbirlerinden bağımsız olarak ürettikleri işler bir araya gelince birbirlerine eklemlenebilir hale geldiler ve ortaklaşa üretilmiş bir söz ortaya çıktı. |
|
|
Koşu Alanım (Anlatı) – Kemal Ateş |
Sayfa:31 |
|
|
|
Kısa Filmin Uzun Sözü: Burak Çevik ile Söyleşi – İrem Kargıoğlu |
Sayfa:34 |
Uzun metrajdan –özellikle Aidiyet’ten– sonra film yapmanın bir business’a dönüşmesi beni çok bunalttı. Excel dosyaları, avukatlar, muhasebeciler, sözleşmeler, faturalar... Dedim ki, sadece kameramı alıp –hatta buna bile gerek yok, MOBESE kayıtlarından görüntüler yakalayıp– bir ‘yapı’ kurabilirim. Benim için sinema bir ‘yapı kurma’ meselesi zaten. Beni çırılçıplak sokağa at, ben yine sinema yaparım. Taşla, sopayla, çamurla yine yaparım. |
|
|
Sergüzeşt-i Sahaf Ragıp Efendi (V) (Anlatı) – Süleyman Kaymaz |
Sayfa:42 |
|
|
|
Bir Romanın Tam Ortası – Ali Özgür Özkarcı |
Sayfa:46 |
Klasiğe dönüş ile yenilikçilik arasındaki itişme yeni bir şey değil. Buradaki en temel mesele, aslında klasiğe dönüşün ve geleneğin yeniden varoluşunun, ulus-devlet retoriğinin sorunsallaşmasında arama gerekliliğinden doğması. Kanonumuzun parçalılığı, roman için de geçerli olmaya devam ediyor aslında. Kanonun içindeki zıtlaşma, modernlik çıkmazında saklı. Ulus devlet retoriğinin yadsınması da bu ikileme dahil elbette. Ama tam da böylesi bir ayrışmada, 2020’nin sonlarında yayımlanan Cem Akaş’ın Zamanın en Kısa Hali adlı romanı, üslup arayışlarının geldiği son aşamayı tarif ettiği kadar; aranışçılık (deneyselliğin) içinde devinen anlatının bilimsel koşutlar dizgesi elde ederek genişlemesi bakımından da oldukça önemli. |
|
|
Miralay Servet Bey'in Akşam Beş Çayı (Şiir) – Cengiz Kılçer |
Sayfa:50 |
|
|
|
Şu İşe Bak Sen (Öykü) – Muzaffer Kale |
Sayfa:51 |
|
|
|
Paestum 1787 (Şiir) – Mustafa Altay Sönmez |
Sayfa:52 |
|
|
|
Şehrâyinden Su Getirdim Kana Kana İç İçin (Şiir) – enderemiroglu |
Sayfa:53 |
|
|
|
Kabilenin Okuru – Evren Kuçlu |
Sayfa:54 |
Okudukları hakkında kanaate varmaya çalışan birçok okurun eserin malzemesini düşünsel açıdan derecelendirecek duygusal altyapıdan yoksun olduğuna yönelik güçlü psikolojik varsayımlar var elimizde. Bırakın sıradan bir okuru, bir eleştirmenin metne dair yorumu bile azami gayretine rağmen metinle doğrudan ilgisi bulunmayan pek çok şeyden etkilenebilir. Vladimir Nabokov’un Thomas Mann’ı küçümsemesinin altında yaşıt olmalarından kaynaklı bir rekabet duygusu yatabilir. Ya da Almanya’dan sürgün edilmiş bir Rus’un şöhretli bir Alman görmeye tahammülü kalmamış olabilir. Böylesi zayıf ihtimalleri göz önünde bulundurabildiği sürece okur, sonunda otoriteyle aynı fikirde birleşecek olsa bile onun kişisel açmazlarından doğan kimi önyargılarından korunabilir. |
|
|
Papağanlara, Kaza ve Kadere (Şiir) – Fatih Kök |
Sayfa:59 |
|
|
|
Bir Anı: Olaylı Bir Edebiyat Gecesi – Hikmet Sami Türk |
Sayfa:60 |
Türk Edebiyatçılar Birliği de, 2 Nisan 1956 günü Tepebaşı’ndaki Şehir Dram Tiyatrosu’nda bir “Edebiyat Gecesi” düzenlemişti. Gece’nin özelliği, Türk edebiyatında yalnız tanınmış şair ve yazarlara yer verilmesiydi. Bizim şiirimizde o zamanlar Yahya Kemal Beyatlı ile doruğa ulaşmış “Eski Şiir” ve Orhan Veli Kanık’la başlayan “Yeni Şiir” anlayışı, bir de bu hareketi daha ileri bir aşamaya taşıyan “İkinci Yeni” vardı. Bu yeni hareket içinde yer alan veya onu destekleyenlerin bir bölümü, o gece “Programda niçin ‘İkinci Yeni’ temsil edilmiyor; yalnız klasikleşmiş, benimsenmiş, yerleşmiş, kabul edilmiş şairler, edebiyatçılar yer alıyor?” diye tepki gösterdi. |
|
|
Payet Kuyruğundan Vazgeçen Kız (Şiir) – Fatma Yeşil |
Sayfa:62 |
|
|
|
Macherey'in Edebî Üretim Teorisi Üzerine – Bilgin Güngör |
Sayfa:63 |
Edebiyat bir üretim, eser de bir ürün olduğuna göre; yazarlardan yayıncılara, dağıtımcılardan okurlara kadar bir dizi unsurla ilgili ekonomi politik boyutu da göz önünde bulundurmak gerek. Edebî üretim teorisinin görüş alanı, genellikle edebiyat sosyolojisinin sınırları içerisinde olduğu kabul edilen bu boyuta da uzanır; Macherey, Jules Verne’in anlatılarını çözümlerken eser üretiminin “sektörel” temellerine vurgu yapar (ilginçtir, önceki yani geleneksel Marksist edebiyat teorisyenleri altyapıya güçlü bir vurgu yapmalarına rağmen işin bu tarafını “es geçip” ekonomi politik düzenin sadece estetik imkânlarına bakmakla yetinmişlerdir; haliyle Macherey bu çerçevede bir ilki temsil etmektedir denilebilir). |
|
|
Radial Arter Resitali veya İki Sekizlik Bir İmha (Şiir) – Emre Polat |
Sayfa:67 |
|
|
|
Üç Öykü (Öykü) – İlyas Tunç |
Sayfa:68 |
|
|
|
Bir Zamanlar Kadıköy (6): Cemal Süreya – Metin Cengiz |
Sayfa:70 |
Cemal Süreya hayatı kılı kırk yararak yaşıyor gözüken, oysa bir yazın adamı olarak kendine uygun gördüğü hayatı elinden geldiği kadar, fazla açık etmeden, görülür görülmez bir coşkuyla yaşayan biriydi ama işte tam da bu sebeplerden olacak hep yalnızdı. Kadınlar ve hayat yormuştu onu. Göstermediği bu yalnızlık ve ancak dikkatle bakınca sezilen bu yorgunluk yakasındaki bir rozet gibiydi, görmesini bilenlere. |
|
|
Bir Yaz Günüydü (Öykü) – Sevim Korkmaz |
Sayfa:75 |
|
|
|
Olmayan Zaman Dilimine Gevelemeler (Şiir) – Figen Şentürk |
Sayfa:76 |
|
|
|
Orada Kalmayan Dilşad Atasoy'un Resimleri – Emre Dirim |
Sayfa:78 |
Hiçbirimiz gize bürünemedik, açıkta kaldık hepimiz. Azgın fırtınaların sallayıp durduğu kalyonlar, onların direklerine sarılı renkli kumaşlar (flamalar mı demeli, bayraklar mı?), kuşlar, (kuşkular), kuşbakışı görüntüler, çırpınıp duran, yüzü gözü hep değişen gökyüzü... neler anlatır? Bu izleklerden yola çıkan Dilşad Atasoy, resim serüveninin farklı evrelerinde yaptığı resimler bir dizi oluşturuyor. “Geo Serisi”, “Masal Serisi”, “Kökler Serisi”, “Sırlar Serisi…” Resimlerinin kendi içindeki bütünlüğün, “serilerle” ayrıştığını, farklılaştığını bir bakışta hissediyorsunuz. Dilşad Atasoy, her ‘seri’de, farklı evrenlere taşımış bakanı. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:82 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:84 |
|
|
|
Uçmağa Varmak (Şiir) – Dilek Özmen Genel |
Sayfa:85 |
|
|
|
Sokaklar (Öykü) – Erkan Eren |
Sayfa:86 |
|
|
|
Tanesiz (Şiir) – Çağla Ayhan |
Sayfa:89 |
|
|
|
Moda Dediğin (Öykü) – Ümit Yücetin |
Sayfa:90 |
|
|
|
Proletarya Mersiyesi (Şiir) – Mustafa Seyfi |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:93 |
|
|
|
"İstanbul'da Bir Çay" / Sébastien de Courtois – M. Emin Özcan |
Sayfa:93 |
On bölümden oluşan İstanbul’da Bir Çay adalarda başlayıp gezi parkında bitiyor. Metnin alışıldık gezi anlatılarından farklı bir yapısı var. Belirli bir noktada başlayan ve o nokta çevresinde dairesel hareketlerle giderek genişleyen halkaları andıran bir anlatımı içeriyor. Dolayısıyla bir gezi yazısının ortaya koyduğu “bir çizgi üzerinde ilerleyen gezgin” imgesinden çok, bir uzamda “yerleşik olmaya çalışan bir göçmen” görüntüsünü çağrıştırıyor. Somut bir uzam olarak ada kente bağlanırken, anlatı sonunda gezi olaylarına sahne olan ve bu yolla da siyasal bir soyutluk kazanan Gezi Parkı ise kentlilere bağlanıyor. Böylece anlatı, gerçeklikteki bir adadan, Büyükada’dan, kurgusal bir adaya, Gezi Parkı’na ilerleyen, uzam ile zamanı, dış gerçeklikle öznel anları birleştiren bir sarmal oluşturuyor. |
|
|
Nedim Gürsel ile “Son Fasıl” Üzerine Söyleşi – Gültekin Emre |
Sayfa:96 |
Bu kitap benzer özellikler taşıyan gezi kitaplarımdan biraz farklı. Hem yazınsal hem biyografik unsurları, belli bir izlek bağlamında dile getirmek istiyor çünkü. Rilke’nin İsviçre’sinde, Leonardo da Vinci’nin Amboise’ında, Nâzım Hikmet’in Prag’ında, Tolstoy’un Yasnaya Polyana’sında, Jorge Seprun’un çok genç yaşta ölümle tanıştığı Buchenwald toplama kampında bir yolculuğa çıkarıyor. Başka yazarlar, ressamlar ve mekânlar da söz konusu elbet. |
|
|
"Bir Başka Düğün Gecesi" / Erendiz Atasü – Çiğdem Ülker |
Sayfa:98 |
Bir Başka Düğün Gecesi, kurmacanın bütün gereklerini kullanan bir anlatıdır, aynı zamanda sert bir sistem eleştirisi de yapar. Karakoldaki sahneler, Oğuz’un sözleri neredeyse bir belgesel gibi açıklayıcı bilgilerle katılır metne. Sol hareketin kendine yönelttiği eleştiri, Oğuz’un ağzından okura ulaşır. |
|
|
Sevinç Çokum ile “Yüzünü Sıyır Karanlığından” Üzerine Söyleşi – Funda Özsoy E. |
Sayfa:100 |
İlk anda gerçeğin aydınlanması diyebiliriz; fakat ilk sayfada şöyle bir cümle de var: “Göçüp giden her şey geride kendi karanlığını da bırakır.” Demek ki büsbütün aydınlanamıyor. Aslında karanlık bazen ihtiyacımız olan bir şeydir. Bizim mağaramız, sığınağımız, bilinçaltı, bilinçdışı varlığımız. Ayrıca özel dünyamızın rüya ve düşlerimizin doğduğu yer. Ne karanlığı reddederim, ne de aydınlığı. |
|
|
"Kara Kaplı" / Semra Bülgin – Öykü Gizem Gökgül |
Sayfa:102 |
Yazarın, derme çatma bir makam gibi çizdiği annelik, kadınlara yönelik bir itham değil. Harcı; korku, yokluk, utanç ve suçlulukla karılmış, kendi içlerindeki evlere ne yerleşebilen ne de sığabilen, onları ne yıkabilen ne de onarabilen kadınlardan bahsediyor yazar Semra Bülgin. Çok iyi tanıdığımız, kendimizden veya çevremizden bildiğimiz kadınlar. Mırıltı şeklinde çıkan sesleri çığlığa dönüşürken kadınların kendi iç dünyası ile dış dünya arasındaki uzaklıkla çatışmanın hamurunu yoğuran bu öyküler; birikmiş, ağırlaşmış ve taşınması güçleşmiş yükleri boşaltır gibi. Kara Kaplı, okuru kara kaplı defteri açmaya çağırıyor. |
|
|
Eda İşler ile “Görünür Bir Yerde” Üzerine Söyleşi – Mevsim Yenice |
Sayfa:104 |
“Gerçekçiliği artırmanın, okurun hikâyede geçen dünyayı en iyi şekilde imgelemesini sağlamanın yollarını arıyorum.” |
|
|
"Düşüşten Sonra" / Selim İleri - Burcu Aktaş – Birsen Ferahlı |
Sayfa:106 |
Selim İleri olan biteni nasıl yaşadı, yaşadıklarından sonra neler değiştiği yönünde yazarı ve yapıtlarını çok iyi özümsemiş bir yetkinlikle kilit sorular soruyor Burcu Aktaş: Ne düşündü? Hastane günlerinde yazı yolculuğunun başına döndü mü? Yetmiş iki yıllık hayatın bilançosu ne? Başka türlü olabilir miydi? Pişmanlıkları? |
|
|
Cengizhan Genç ile “Hangi Hayvanlar” Üzerine Söyleşi – A. Samet Atılgan |
Sayfa:108 |
“Şiir, bana bir konfor alanı sağlamadığı için sahicilikten kopmam da pek mümkün olmuyor.” |
|
|
Soner Sert ile “Sinemanın Teorisi” Üzerine Söyleşi – Günnur Aksakal Baykan |
Sayfa:110 |
“Sinemanın bu denli hızlı değişiyor olması, her yeni teorinin nitelikli ve kalıcı bir hüviyete bürünmesi, sinema araştırmacılarına, yönetmen ve yazarlara, izleyicilere bir sorumluluk yüklüyor.” |
|
|
|
|
|
|
|