|
|
OCAK 2022
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Evin Anlamı ve İnşası Üzerine – Nilüfer Talu |
Sayfa:4 |
Ev şüphesiz sadece bir konut değil. Doç. Dr. Nilüfer Talu “Evin Anlamı ve İnşası Üzerine” başlıklı yazısında “Evi anlamak bulunduğun yeri, kendini ve köklerini anlamayı gerektirir,” diyor; fenomenolojik ve psikolojik bağlamlarda modern kültürde ev olgusunu, covid 19 pandemisi sürecinde ortaya çıkan “karantina evi”ni inceliyor. Talu’ya göre “Bir yandan modern bireyin büyük kentte yabancılaşması ve yalnızlaşması, öte yandan konutun modern tasarımın çeşitli fikirlerinin denenebileceği bir laboratuvar haline gelmesi ev özlemine yönelik söylemleri doğuruyor. Sanat, edebiyat, felsefe, toplumbilim kuramları evi nostaljik, kayıp bir imge, bir mit olarak üretiyor.” |
|
|
Modern Evin İkili Yaşamı: Dışsal Yolculuklar, İçsel Keşifler – Umut Şumnu |
Sayfa:10 |
Doç. Dr. Umut Şumnu, “Modern Evin İkili Yaşamı: Dışsal Yolculuklar, İçsel Keşifler” başlıklı yazısında evsel iç mekânın ne olduğunu, barındırdığı değişik anlamları ve bu anlamların birbiriyle çatışmasını irdeliyor. Şumnu’nun soruları ayrı ayrı düşünmemizi gerektiriyor: “Peki, nedir modern evsel iç mekân? İşlevsel bir makine ev mi? İçle dış arasında mutlak bir birliktelik kuran, içeriden bakan skopik özneye dünyanın bütün olasılıklarını sunan ama toplumsalın da içeriyi istila etmesine, gözetlemesine olanak sağlayan bir cam ev mi? (…) Dışarının yabancılaştırıcı ve anonimleştirici ortamından kaçarak sığındığım, geçmişimi sakladığım düşsel bir ev mi? Her ne kadar tekinsiz ve rahatsız edici olsa da beni iç kuytularıma götüren, hayaletleriyle dost olduğum ve en derin arzularımı açığa çıkaran bir arzu makinesi olarak ev mi?” |
|
|
“İçimde Mor Salkımlı Bir Ev Var”: Hoca Ali Rıza’nın Resimlerinde Ev – İlona Baytar |
Sayfa:16 |
Sanat tarihçisi, araştırmacı İlona Baytar, Osmanlı döneminde Türk toplumunun mahremiyetini hem mimarisi hem de iç mekânı ile yansıtan evlerin Batılılaşmanın etkisiyle nasıl dönüştüğünü “Hoca Ali Rıza’nın Resimlerinde[ki] Ev”leri inceleyerek ortaya koyuyor. Baytar'a göre “Aslında Türk toplumunda bir eve girmek birçok düzeyde sorunludur. Ev geleneksel olarak dış dünyadan korunan bir kavramı ifade eder. Dolayısıyla Osmanlı toplumunun tüm düzeylerinde ev kavramı önemli bir içsellik ve dışsallık unsurudur, yani neyin iç’te ve neyin dış’ta olduğunun sınırları belirlidir.” |
|
|
Hayvanların Evi Neresidir? Hayvanat Zindanları ve Akvaryumlar Bağlamında Hayvanların Mekân Hakkı Üzerine Bir Deneme – Murat Küçük |
Sayfa:22 |
Murat Küçük, “Hayvanların Evi Neresidir?” diye soruyor, “Hayvanat Zindanları ve Akvaryumlar Bağlamında Hayvanların Mekân Hakkı Üzerine Bir Deneme”sinde. Dilsel tercihlerimizi ufuk açıcı şekilde sorunsallaştıran Küçük’e göre –bir kapatma mekânı olmasına rağmen– “hayvanat bahçesi” adlandırması içindekilerin esaretini gizliyor; hayvanların alan mücadelesine girmediği, gıdalarını hazır buldukları, üremelerinin kontrol edildiği bir mekân onların evi olamaz. |
|
|
Ali Tansu Turhan ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:26 |
Dosyamızda evin birbirinden farklı anlamlar yüklendiği sinema sanatına yer vermeseydik olmazdı. Evi çok katmanlı bir hatıralar bütünü olarak değerlendiren Fatma Berber, Diyalog filminin yönetmeni Ali Tansu Turhan ve Koridor filminin yönetmeni Erkan Tahhuşoğlu ile yaptığı söyleşilerde karakter ve ev arasındaki ilişkiyi sorguluyor. Turhan ve Tahhuşoğlu ilginç saptamalarıyla dosyamızı zenginleştiriyorlar. |
|
|
Erhan Tahhuşoğlu ile Söyleşi – Fatma Berber |
Sayfa:30 |
İnsan kendi gerçekliğini bedeninde, zihninde ve ruhunda taşıyorsa bu gerçeklikten kaçış nasıl mümkün olabilir? |
|
|
Çağdaş Türk Edebiyatında Mekân ve Mimarlık – Hikmet Temel Akarsu |
Sayfa:34 |
Hikmet Temel Akarsu, “Çağdaş Türk Edebiyatında Mekân ve Mimarlık” başlıklı yazısında 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişte evsiz kalmanın nasıl en büyük korkumuz haline geldiğini siyasi ve ekonomik şartları irdeleyerek ortaya koyuyor ve “barınma, konut, mekân ve kent meselelerinin bu denli yakıcı ve yaralayıcı olduğu bir çağda edebiyatın bu yaratıya, estetiğe ve kültüre dair söylediklerini, ortaya koyduğu görkemli eserleri kim biliyor, kim bunlarla ilgileniyor, kim bunlardan yararlanmayı deniyor, kim bunlardan medet umuyor?” diye soruyor. |
|
|
Çok Özel Eserler Sözlüğü: İlhan Fahri Demir’in “Konya Oturak Âlemleri” Romanı İçin Dört Derkenar – İbrahim Yıldırım |
Sayfa:42 |
İbrahim Yıldırım bu ayki yazısında 1958 yılında Gündüz gazetesinde tefrika edilen, 1959 yılında ise Çelikcilt Matbaası tarafından yayımlanan İlhan Fahri Demir (Orhan Kemal) imzalı “Konya Oturak Âlemleri”nin yazım ve yayın serüvenini, toplumsal açıdan durduğu yeri ve dönemine özgü tercihleri ne derece yansıttığını anlatıyor.
“Konya Oturak Âlemleri’ni çok özel yapan bir diğer neden ise bence okur tercihlerine yönelik bir kitap olması, dönemle ilgili bazı eğilimleri yansıtmasıdır. Örneğin bu kısa romanda zaman Ulusal Kurtuluş Savaşı yılları olduğundan sayfalara sinen ağır puslu havayı algılamamak olası değildir. Dolayısıyla şahıs kadrosunda bir milli mücadele kahramanı da vardır: Maarif Müfettişi Sedat romanın sonunda oturak âlemlerinin oyuncu kadını olan kız kardeşi Nazmiye’yi gömdükten sonra atını mahmuzlayıp yardımcısı ile birlikte asıl anamız dediği vatanı için savaşmaya gidecektir… Dolayısıyla Nazmiye’nin vedası törensi değildir; genç kadın oracıkta açılan çukura gömülüp üstü örtülür.. ve ‘… asıl vazifelerinin başına koşmakta olan iki atlı artlarında bir toz bulutu bırakarak çabucak gözden’ kaybolurlar.”
|
|
|
Subaltern (Şiir) – Hüseyin Köse |
Sayfa:48 |
|
|
|
Utanmak (Öykü) – Deniz Özbeyli |
Sayfa:50 |
|
|
|
Cisimsizler (Şiir) – Deniz Durukan |
Sayfa:52 |
|
|
|
Fuat Çağatay’ın Resmi: Klasiğin Soyuta Evrilişi – Gültekin Emre |
Sayfa:54 |
Gültekin Emre, 25 yıl İsveç’te yaşadıktan sonra Ayvalık’a yerleşen ressam Fuat Çağatay’ın resimlerini inceliyor.
“Fuat Çağatay’ın bu adsız soyutlamalarında, figürlerinde ne çok öykü, ne çok imge, ne çok şiir yatıyor. Bunu seziyorum. Hayatın, daha doğrusu insan ilişkilerindeki (daha çok kadın erkek arasındaki değişen dengelerde) çıkmazların, bozulan dengelerin ve yırtılıp atılan aşk mektuplarının gözyaşı var. Kahır, pişmanlık, ürperti, korku, tedirginlik, ama o ölçüde de içtenlik de!”
|
|
|
Bize de Bir Şeyler Düşecek (Öykü) – Asil Çam |
Sayfa:58 |
|
|
|
Herkes Ah ve Oh Diyor Sen Ne Diyorsun (Şiir) – Nilay Özer |
Sayfa:60 |
|
|
|
Sinema ve Edebiyat: Fatma Girik ile Söyleşi – Burak Süme |
Sayfa:62 |
“Bana Erkek Fato değil, Kadın Fato desinler isterim. Çünkü ben bir kadınım.” |
|
|
Sait Faik’in “Kayıp” Bir Metni: “Aşka Dair” – Bilgin Güngör |
Sayfa:70 |
Bilgin Güngör, Sait Faik’in “kayıp” –derlenmemiş, kaynakçalarda sözü edilmemiş– hikâyelerinden birini (daha doğrusu “bilinen” bir hikâyesinin “bilinmeyen” bir metnini) Varlık okurlarıyla paylaşıyor. |
|
|
Aşka Dair (Öykü) – Sait Faik |
Sayfa:72 |
|
|
|
Kısa Filmin Uzun Sözü: Sezen Kayhan ile Söyleşi – İrem Kargıoğlu |
Sayfa:74 |
İrem Kargıoğlu, Varlık okurları için bu ay Erik Zamanı (2012), Elene (2016) ve İmparatorlukta Zor Bir Gün (2018) filmlerinin yönetmeni Sezen Kayhan ile sanat yolculuğu, zorlayıcı set deneyimleri ve post-prodüksiyon aşamasındaki yeni projesi Mor Menekşeli Kadınlar üzerine söyleşiyor.
“Kolay anlayamadığım duygulara, durumlara, hikâyelere yakınlık duyuyorum. Keşfetmeye çalışıyorum.”
|
|
|
Can Cana Revâne (Şiir) – Reha Yünlüel |
Sayfa:78 |
|
|
|
Cinsiyetsizlik ya da Fransızcaya Darbe Girişimi – Gülüş Türkmen |
Sayfa:80 |
Fransa’nın itibarlı sözlüğü Le Petit Robert, geçtiğimiz sonbaharda dağarcığına yeni bir kelime ekledi: “iel”. Cinsiyetlendirilmiş bir dil olan Fransızcanın eril ve dişil zamirleri “il” ve “elle”e bir kardeş geliyordu demek ki: Nötr yani cinsiyetsiz bir zamir. Dile kolay! Cümledeki tüm sıfatların, zamirin eril ya da dişil olmasına bağlı olarak değiştiği bir dilde zamir nötr olursa ne yapılması gerektiğini kimse bilmiyor! Le Petit Robert de buna karar verme cüretinde bulunmamış. “Iel” sözde-kelimesi ortaya büyük bir dilbilimsel sorun çıkarmakla kalmamış, beraberinde günlük hayata iki de ideoloji dayatıyor: Cinsiyetsizlik (androgyny) ve uyanıklık (wokeism). |
|
|
Lanetli Ağaç (Şiir) – Şakir Özüdoğru |
Sayfa:83 |
|
|
|
Hüsrev Pertev’in Edebî Hayatını Arayüz Yöntemi ile Okuma Örneği: “Hoş Bulduk Hayat” – Mine Hoşcan Bilge |
Sayfa:84 |
‘Okuma’, metnin katmanlarını çözümlemeye dahil eden ‘arayüz yöntemi’ ile de yapılabilir. Arayüz yöntemi, metnin çözümlenmesine ve o metne dair alt okumalar yapılmasına olanak sağlar. Bu da metinlerin arayüzlerindeki iletileri çok ‘doğru’ olarak değerlendirebilmesi açısından okura metni daha iyi anlamak konusunda bir yöntem olanağı sunar. Arayüz yöntemi yeni bir eleştiri kuramı olan ‘yakın okuma’ yöntemi ile ilişkilendirilebilir. |
|
|
Şiirler (Şiir) – Müesser Yeniay |
Sayfa:88 |
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:89 |
|
|
|
Sürgün (Şiir) – Nur Karagöz |
Sayfa:90 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında –Jale Sancak |
Sayfa:91 |
|
|
|
Ellerim Çuvaldız Lekesi (Şiir) – Ayşe Şafak Kanca |
Sayfa:93 |
|
|
|
Sınırı Deniz Olan (Öykü) – Hülya Yalçın |
Sayfa:94 |
|
|
|
Saklankaç (Şiir) – Meral Aydın İpek |
Sayfa:96 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:97 |
|
|
|
Fatma Nur Türk ile “Lady Papa” Üzerine Söyleşi – Burak Acar |
Sayfa:97 |
Jenerik varlık derken Marx’ın insani öz olarak kullandığı kavramı şiire uyarladım aslında. İçimizde yaşayan, bizi şiir yazmaya sevk eden, iten, şiire karar veren, şiire ait olanı seçen, şiirsel bir öz ve gözümsü bir yapı, bir üreteç, bir ettirgen. Şair doğası da diyebiliriz. Şair, şiir yazmadan önce de şairdir ama bunu bilmeyebilir. Şairlik bir bilinç/bakış düzeyi ya da bozukluğu ise şiiri yazma edimi onun bir sonucudur. Adlandırmayla ilgili örnek vereyim mesela. Küçükken isimlerin, fiillerin, sıfatların adlarını değiştirdiğimi ya da sözcüklere yeni bir ad bulduğumu ve bu yeni adları, kulağa anlamsız gelecek cümlelerle sürekli tekrarladığımı, çoğu zaman da etrafımdaki insanlar tarafından garipsendiğimi hatırlıyorum. “Ablam sallanarak garip şeyler anlatıyor yine,” derdi kardeşim. İleri geri sallanarak ya da zıplayarak uyduruyordum o anda ne uyduruyorsam. Bana bunları yaptıranın o şiirsel jenerik varlık olduğunu düşünüyorum. |
|
|
Sina Akyol ile “Şiirler” Üzerine Söyleşi – Oğuz Tümbaş |
Sayfa:102 |
Şiirler’den sonra, mesela Yeni Şiirler adlı bir kitabımın yayımlanacağına pek de ihtimal vermiyorum; çünkü artık şiir yazmak istemiyorum, içimden gelmiyor şiir yazmak. (Beni bıktıracak kadar uzun yaşarsam, seksen-doksan yaşlarıma filan gelirsem, aklım da başımda olursa, belki yayımlanır Yeni Şiirler; ama bu kitabı, adı Şiirler olan bu kitabı, S.A.’nın son şiir kitabı diye bilsin okur. |
|
|
“Kehribar Geçidi” / Nazan Bekiroğlu – Elias Koç |
Sayfa:104 |
Bu destansı anlatıda edebiyatın bilinmeyenleri kurgulayan sınırsız imkânları ile okuru geçmişi, şimdiyi ve geleceği kapsayan bir zaman yolculuğuna çıkaran Bekiroğlu, bu tercihle hikâyeyi çok katmanlı bir metne dönüştürüyor. Yedi adamın nevzuhur Roma’da karşılaştıkları yabancılaşma (ötekileşme?) hissiyatından bir kaçış olarak ikinci kez mağaraya çekilmelerini bu kurgunun içine dahil ediyor. Bir rüyanın içinden gelen ve bu rüyanın kilisenin ağır ağır atılmış taş temellerini sarmasına asla ve asla izin verilmeyeceğini sezen yedi adam, çekildikleri mağarada bu kez bir rüya değil “rüyet” müşahede ederler. |
|
|
“Müderris ve Virtüöz” / Selçuk Orhan – Evren Kuçlu |
Sayfa:106 |
Selçuk Orhan zekâsını ilk elden işlettiği birbirinden parlak romanlar ve öyküler yazdı. Müderris ve Virtüöz diğer romanlarına kıyasla çok geniş bir vizyona ve bambaşka bir tecrübeye sahip. Tarihî bir kesiti, dokusunu bozmadan incelikli mizah ve derinlikli bir dille restore etmiş. Okuru, 19. yüzyılda birçok açıdan iflas etmiş “ezik” Osmanlı’ya ve onun karşısında her açıdan büyüyen “kibirli” Batı’ya şahit yazıyor. Yenileşmenin kimi zaman yozlaştırdığı bir imparatorluğu anlatırken, okuru Doğu-Batı tartışmasına herhangi bir cephe almadan fakat müdahil olması yönünde duygusal ve düşünsel olarak eğitiyor. Kitabı baştan sona duygusal açıdan dengeleyecek düşünsel bir ağırlık noktasıyla yola çıkıyor. |
|
|
“Evvel Zaman İçinde İstanbul” / Ahmet Bozkurt – Bâki Asiltürk |
Sayfa:108 |
Peki, 1453 sonrasında İstanbul’un kent kültürü, gündelik hayatı, dokusu, doğası, sanatı, mimarisi, demografisi, iş hayatı vs. alanlarında yazılı kültüre neler geçti, neler kayıt altına alındı? Hangi noktalarda değişim, hangilerinde süreklilik görüldü? Bunlar XIX ve XX. yy. çerçevesinde hangi yazarlar eliyle sayfalara döküldü ve bugünden bakıldığında nasıl bir manzara resmedildi? Ahmet Bozkurt’un hazırladığı Evvel Zaman İçinde İstanbul adlı kitap bu sorulara kısalı uzunlu yanıtlar sunuyor. Giriş yazısında Bozkurt’un da vurguladığı üzere “tüm zamanlara hâkim olan ikonik imgesiyle” İstanbul, Türk edebiyatçılarının kaleminden çıkmış ve süreç içinde süreli yayınlarda, kitaplarda yer bulmuş yazıların tanıklığıyla yeni bir kültürel haritaya kavuşuyor. |
|
|
“Yaşa ya da Öl” / Anne Sexton – Sezer Akdemir |
Sayfa:110 |
“Amerikan Rüyası”nın aile ve kadın modeline asla uyum sağlayamayan Sexton, o döneme kadarki şiir kanonuna da karşı çıkmıştı dizeleriyle. Ömrü, terapilerle ve intihar girişimleriyle geçen şair, bu sırada şiir yazmaya da hız vermişti: Ruhsal travmalar, depresyon, psikoz, intihar ve kürtaj gibi konulara şiirlerinde sık sık yer veren Sexton, dönemin eleştirmenleri tarafından hayli yadırganmıştı. |
|
|
Küresel Haberler... – Zeynep Şen |
Sayfa:111 |
|
|
|
|
|
|
|
|