|
|
EKİM 2021
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Ankara’dan Romanlardaki Ankara’ya Hakan Kaynar |
Sayfa:4 |
“Ankara’ya duyulan sevgi, en azından edebiyatımızda, başlangıcında saf değildir. Roman kahramanları önce şehri değil onun temsil ettiğini sever. İçine mecburiyetten düşülen her türlü hikâyede olduğu gibi özne nesnesinin detaylarından yola çıkıp sevgisine nedenler uydurur,” diyor Hakan Kaynar, “Ankara’dan Romanlardaki Ankara’ya” başlıklı yazısında ve Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, ama en çok Hakan Bıçakçı’nın gözleriyle bu şehre bakıyor. |
|
|
Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ankara’da Tiyatro – Gonca Gökalp Alpaslan |
Sayfa:8 |
Gonca Gökalp Alpaslan, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ankara’da Tiyatro” başlıklı yazısında modern şehir dokusunun oluşumunda sanatın rolünü vurguluyor. Cumhuriyet’in simgesi olan bu şehirde tiyatroya verilen önemi anlatırken birçok yazar ve eserin yanı sıra Türkocağı, Ankara Kız Lisesi, Taş Mektep, Yeni Sinema, Kulüp Sineması, Cumhuriyet Tiyatrosu, Ankara Halkevi, Ankara Radyosu, Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü gibi kurumları odağa alıyor. |
|
|
Hafıza Mekânları, Pratiği ve Öznelerine Dair Kısa Bir Ankara Hikâyesi – Güven Arif Sargın |
Sayfa:15 |
“Yazma pratiği vasıtasıyla Ankara’nın bir kez daha inşa edilebileceğini” ileri süren Güven Arif Sargın, “Hafıza Mekânları, Pratiği ve Öznelerine Dair Kısa Bir Ankara Hikâyesi” başlıklı yazısında ülkemizin kentsel planlama tarihinin ilk onlu yıllarını resmetmesi açısından çok önemli olan Ulus, Sıhhiye Zafer ve Kızılay Güvenlik Anıtlarını tartışmaya açıyor. “Reformist ve muhafazakâr tarihsel bloklar arasında süregelen hegemonik çatışmalara sahne” olan Ankara’nın “kamusal veya değil irili ufaklı tüm mekânları, örgütlü unutma ve/veya yeniden-anımsamayı işlevsel kılan siyasi bir oyunun hem nesnesi hem de aracısıdır,” diyor. |
|
|
Şiirler – Yücel Kayıran |
Sayfa:22 |
|
|
|
Çayır, Bayır, Mektep: Cebeci – Funda Şenol Cantek |
Sayfa:23 |
Funda Şenol Cantek, “Çayır, Bayır, Mektep: Cebeci” başlıklı yazısında Cumhuriyet öncesi ve sonrasını, eski ve yeni Ankara’yı birleştiren bir semti merkezine alıyor. “Kuşaklar arası yukarı toplumsal hareketliliğin mekânsal bir durağı” olan Cebeci; kültür sanat hayatında önemli birçok sanatçıyı yetiştiren Konservatuvar’la, Alman hocaların birçok kürsünün kurucusu oldukları Hukuk, Siyasal Bilgiler Fakülteleriyle ve iç siyasetteki gerilim dönemlerinde sokak çatışmalarıyla da anılıyor. Ancak semtin günümüzde değişen konumunu kavramak için Cantek’in saptamalarına kulak vermeliyiz. |
|
|
Ankara’nın Erken Cumhuriyet Dönemi Hafızası: Ulus ve Anafartalar Caddesi – Fatma Berber |
Sayfa:26 |
Fatma Berber, “Ankara’nın Erken Cumhuriyet Dönemi Hafızası: Ulus ve Anafartalar Caddesi” başlıklı yazısında bir semti ve caddeyi merkeze alarak dönemsel değişimlerin kaydını tutuyor. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde Ankara’nın bürokratik ve politik açıdan en önemli merkezi olan Anafartalar Caddesi’nden Ulus’taki Yahudi mahallesine tarihin izini sürüyor. |
|
|
Edebiyat Gündemi: Bozkırın Rengini Değiştiren Yazar Fakir Baykurt |
Sayfa:34 |
|
|
|
Salgınla Geçen Bir Yılda ‘Yılın Yazarı” Deneyimi: Dolu Başak – Şafak Baba Pala |
Sayfa:34 |
Fakir Baykurt bize öğretti ki, bu zor günlerden sonra hiçbir şey eskiye dönmemeliydi. Tam da yeni başlangıçlar yapma zamanıydı belki de. Toplum olarak iyiye gidişin, bir dönüşümün başlangıcı olabilirdi bu sıkıntılı dönem. Ve böylece, Fakir Baykurt’un dediği gibi, yan yana halay çeken gençler gibi, sanki dağı, dağları yürütebilirdik hep birlikte. |
|
|
Yazar ve Yaşarken: Fakir Baykurt – Kemal Varol |
Sayfa:38 |
Fakir Baykurt deyince aklıma neler geldiğini düşünüyorum: Bir öğretmen, bir yazar, bir muhalif, aydınlık bir dünyaya özlem duyan bir dava insanı? Belki de o, hem entelektüel bir yazar, hem de düşüncelerini pratiğe dökmek isteyen bir eylemcidir. Onca roman, öykü ve düşünce yazılarıyla ülkesinin sorunlarına kayıtsız kalamayan bir entelektüeldir. Aynı zamanda iyi bir hatip. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurucularından olan Baykurt, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu’nda genel başkanlık yapmış, ilk öğretmen boykotlarındaki duruşu nedeniyle de önemli bir eylem adamıdır. Baykurt’un çokyönlü oluşu, yazarın yazıyla ilişkisine dair bize çok şey anlatır. |
|
|
Labirent Kitaplığın Gizemli Dünyası: Kitap Kurdunun Anlattıkları (Öykü) – Hasan Faruk Levent |
Sayfa:42 |
|
|
|
Çok Özel Eserler Sözlüğü: Oktay Rifat’ın Kayıp Metinleri – İbrahim Yıldırım |
Sayfa:46 |
Oktay Rifat’ın yalnızca romanı değil, üç tiyatro oyunu ve ilk şiir kitabının “birinci baskısı” da kayıptır: Yaşayıp Ölmek Aşk ve Avarelik Üzerine Şiirler’in çok özel eser olmasının nedenlerinden biri de 1945 ve 1946 yıllarında iki kez “birinci baskı” ibaresiyle yayımlanmasıdır. |
|
|
Kısa Filmin Uzun Sözü: Yusuf Emre Yalçın ile Söyleşi – İrem Kargıoğlu |
Sayfa:52 |
Ve tabii ki seyirciyi bir sorgulama sürecine sokmak istiyorsam da özdeşleşmenin öncelenmemesinin, bunun yerine yabancılaşmayı bir yöntem olarak kullanmanın daha verimli bir sonuç vereceğine inanıyorum. Çünkü özdeşleşme tavrında bir tür kabilecilik de var. Filmin seyirci olarak seni özdeşleştirdiği taraf ne yaparsa haklı buluyorsun. Ya da haksız bulsan bile ceza çekmesini istemiyorsun, içinde aslında iyi olduğuna inanıyorsun. Halbuki ben her zaman herkesin ve her şeyin sorgulanmasını istiyorum. |
|
|
“Carmen” ve 19. Yüzyılın Cinsel Politikası – Gülüş Türkmen |
Sayfa:59 |
Sosyal düzen tarih boyunca cinsel arzuyu sınırlandırmaya çalışmıştır. Her canlının türünü devam ettirmesi için işletim sisteminde kayıtlı olan görev, sıra insana geldiğinde bir onur meselesine dönüşür. Bedensel emirlere kulak tıkama yeteneğimiz sayesinde medeni varlıklar olduğumuz inancına tutunur, ruhumuzu aklımızla çarpıştırmak marifetiyle medeni varlıklar olduğumuzu düşünürüz. Bedeni yok saymak ve zihni yüceltmek isteyen ataerkil Batı kültürünün izlerini edebiyatta, görsel sanatlarda ama en yoğun biçimde de müzikte bulmak mümkündür. |
|
|
Daha Ne Olsun İstersin (Şiir) – Naile Dire |
Sayfa:61 |
|
|
|
Türkiye Yayıncılar Birliği 2020 Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü Konuşması – Buket Uzuner |
Sayfa:62 |
Benim içine doğduğum 20. yüzyıl bitti. Biz bu yüzyılda –verilen rakamlara bakarak söylüyorum– hapishanelerde en çok gazeteci ve yazarı bulunan ülkelerden biri olduk. Bugün benim burada karşınızda olmamın nedeni de bundan tam 34 yıl önce yetişkinler için yazdığım, farklı yayınevleri tarafından 19 baskısı yapılmış Ayın En Çıplak Günü adlı öykü kitabımda bulunan “Bir Erkeğin Dayanılmaz Bilinçaltı Tutkusu”nun “müstehcenlik iddiasıyla muzır neşriyat kabul edilmesi” yüzünden, kitabın yayınının ve dağıtımının durdurulmasıdır. Sansür. Bildiğimiz sansür. |
|
|
Sokağın Çıkmazı (Öykü) – Gözde Şahin |
Sayfa:64 |
|
|
|
Dilin Kotasını Aşmak – Evren Kuçlu |
Sayfa:66 |
İmge başka türlü tarif edilemeyen zihinsel formları –ondan ne anladığımızı her zaman anlayamasak da– başkalarına iletmemizi mümkün kılar. Zihni bile isteye teşhir eder. Katarsisin belli bir tarzda gerçekleşmesini temin eder. Gündelik dilse düşünceyi sözümona “safsata” düzeyine indirgeyen sanatsal formları baskılamaya, dille doğrudan ilişki kuracağı bir zemin bulmaya, deyim yerindeyse “söylem”i bir an önce evine dönmesi hususunda ikna etmeye meyyaldir. Sosyal bilimler, özellikle psikoloji, sosyoloji gibi tasnifçi disiplinler, düşünceye gündelik dildeki konforunu kazandırmak için adeta birbirleriyle yarışırlar. Ancak edebiyat, daha özelde imge bu standardı bozar. |
|
|
Can Eriği (Şiir) – Mustafa Ergin Kılıç |
Sayfa:70 |
|
|
|
Tunus’ta Neler Oluyor? – Metin Cengiz |
Sayfa:71 |
İslamcılar “darbe” nitelemesini neye bağlıyorlar? Tunus’ta İslamcı hareketlerin simgesi durumundaki Gannuşi, El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada darbe sözlerini cumhurbaşkanının eylemlerini haklı gösterecek yasal bir dayanağı olmamaya dayandırıyor. Elbette yalnızca Gannuşi değil, Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in attığı köktenci siyasi adımı “darbe” olarak niteleyenlerin hepsinin ortak dayanağı aynı: Said’in anayasal bir yetkisinin olmaması. Said’in siyasi atağının anayasal bir dayanağı olması durumunda kimsenin itiraz hakkı olmadığı anlamına da geliyor bu. |
|
|
Gaspar’ın İmzası “Lux Æterna” Hakkında Birkaç Değini – Sıla Sandal - Ulaş Bager Aldemir |
Sayfa:75 |
Lux Æterna’da, özellikle Beatrice’i içine alan kurgu-içi bir kadraj da vardır. Dolayısıyla Lux Æterna, bilince dair bilincin de bilincidir. Bu tuhaf soyutlama, filmin sonunda empirik somutlarla birlikte bütün figürlerin tasfiye edildiği, deyiş yerindeyse “kökensel bilincin sessizliği”nde her şeyin temsiliyetini kaybettiği bir sekansa varır. Bilinç kendisine yaklaştıkça dünyayı uzaklaştırır. |
|
|
Haldun Taner’in Öyküleri – Kemal Ateş |
Sayfa:78 |
Bir konuşturma ustasıdır Haldun Taner, anlattığı kişilerin dilini çok iyi bilir. Dil ile kişilik arasındaki bağı iyi kurar. Kahvehane ya da eczane gibi her tipten kişinin uğrak yerlerindeki sıradan, halktan insanlar da, Osmanlıcaya ya da Batı dillerine vâkıf (belki de düşkün demeliyim) insanlar da çoktur öykülerinde. O yıllardaki yaygın eğilimin tersine, öz Türkçe çabası göstermeden kahramanlarını kendi dillerine uygun sözcüklerle anlatır. |
|
|
Resim ve Edebiyatın Diliyle 19. Yüzyıl İstanbul’undan Kesitler: Hoca Ali Rıza ve Pierre Loti – İnci Aydın Çolak |
Sayfa:82 |
İstanbul evleri geleneksel dünya görüşünün bir yansımadır. Evin yalınlığı, halılardaki el emeği ve işçilik, aydınlık iç mekân kişiyi kendi iç dünyasıyla baş başa bırakmaya olanak tanımak için düzenlemiş gibidir. Hoca Ali Rıza’nın evinin tasvir ettiği enteriyörler ile Pierre Loti’nin Doğu evleri hakkındaki düşünceleri arasında bağlantı kurulabilmektedir. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:86 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:87 |
|
|
|
Tutkunun Bumerangı (Şiir) – Yasin Ertaş |
Sayfa:88 |
|
|
|
Kırk Birinci Evin Banyosu (Öykü) – Özlem Yanmaz |
Sayfa:89 |
|
|
|
Yıldız İçinde (Şiir) – Kemal Kolçak |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:93 |
|
|
|
“Sevdakeş” / Nihat Ziyalan – Gültekin Emre 93 |
Sayfa:93 |
Sevdakeş, yalın şiire en iyi örnek. Sezdirmeli anlatıma da. Şairin okurla kurduğu ilişkinin pek çok güzel örneğine değinmeye gerek yok. Kısa, özlü, abartısız, fotoğraf yüklü, hayatın, günlük yaşamın, geçmişin izini süren imgeler... Sürekli geçmişine ve bugününe gidip gelen bir şairin dünyası; hem yurtdışının atmosferi hem de çocukluğun unutulmaz yankıları, sesleri, görüntüleri, acıları, duyguları... |
|
|
Engin Turgut ile “Ardından” Üzerine Söyleşi – Sina Akyol |
Sayfa:96 |
Gönül mimarı olmak isteyen bir şairden beylik, iri laflar çıkmıyor, bilirsin. Merhamet ağacına tırmanan kuştum, uçarak yaşadım, uçarak yazdım, uçlarım acısa da uç uç böceği oldum sonunda. |
|
|
“Şair Portreleri” / Ziya İlhan Zaimoğlu – Bilgin Güngör |
Sayfa:98 |
Anlatılan, Ziya İlhan’ın (Yusuf Ziya İlhan Zaimoğlu) kısa bir hikâyesidir. Boşuna bakmayın, edebiyat tarihlerinde bulamazsınız adını. İşte günümüzün önde gelen araştırmacılarından Necati Tonga, onun 1940’lı ve 50’li yıllarda Dikmen ve Varlık dergilerinde yayımladığı portre yazılarını Şair Portreleri adıyla bir araya getirerek kitaplaştırdı geçtiğimiz günlerde. Böylelikle Ziya İlhan, en azından portreci yönüyle, günümüzün edebiyat kamuoyu ve araştırmacılarının dikkatine yeniden sunulmuş oldu. |
|
|
Muzaffer Kale ile “Işıklı Balkon” Üzerine Söyleşi – Yener Çetin |
Sayfa:99 |
Edebiyat, yaşanan gerçekliğe ‘biraz daha’ gerçeklik katmaktır, bunu denersin; olur veya olmaz. |
|
|
“Öze Dönüş - Afrika’yı Görünür Kılmak” / Ngũgĩ wa Thiong’o – Deniz Aksak |
Sayfa:101 |
Ngugi wa Thiong’o bir yandan, Afrika’nın ekonomik, siyasal ve kültürel birliğinin onlar adına konuşan Batılı ağızlardan çekilip alınması ve Afrika halklarının kendi adına söz almasından bir umut olarak bahsederken, bir yandan da diyor ki, anadilim olan sömürge dilinin yanında sömürenin dilini öğrenmek zorunda kaldım ben. Bunu bana siz dayattınız. Şimdi sizin çamurunuzu, kirinizi ve pasınızı sizin dilinizde anlatıyorum size. Dinlemeye hazır olun. |
|
|
Çilem Dilber ile “Kuyruklu Yalan” Üzerine Söyleşi – Esmahan Devran İnci |
Sayfa:102 |
Erkekleri yazmak için özel bir çabam olmadı. Kafamdaki kurgularda karakter cinsiyetini kendisi belirledi. Kadınların toplumsal tabuların dışına çıkmaları, sınırlarını aşmaları, çemberlerini kırmaları kurmacada çok kıymetli benim için. Bir kadın olarak, güçlü kadınlar görme isteğim de öykülerime yansımış olmalı. |
|
|
“Katı Olmayan Şeyler” / Nilüfer Altunkaya – Ersun Çıplak |
Sayfa:104 |
Altunkaya’nın dili gayet sade ve akıcı; cümleleri derli toplu. Öykü anlatırken nerede susması gerektiğini biliyor. Olay örgüsünü destekleyen bir şekilde anlatıcı ile öykünün personası uygun noktalarda sözü birbirine bırakıyor. Bu öykünün sözcük ekonomisine ek olarak anlatılan karakterin gerçeklik kazanması açısından da önemli. |
|
|
Kerem Bakıcı ile “Toprakta Büyür mü İnsan?” Üzerine Söyleşi – Sibel Yılmaz |
Sayfa:106 |
Politik meseleleri kurguya dahil etmek kolay bir iş değildir. Çok tehlikeli, mayınlarla döşenmiş bir yola benzer. Kastım siyasi, gerçek bir tehlike değil. Öykü dünyasındaki kurgulamaya dair bir tehlike. Birçok kişi güncel meseleleri alıp öykü, roman veya şiire konu etmek istiyor. Son dönemde salgınla ilgili onlarca öykünün yazılması gibi. Bir olayın veya durumun güncelliğini yitirip de aradan birkaç yıl geçtikten sonra kaleme alınması taraftarıyım. Çünkü sıcağı sıcağına yazılan bir metnin politik anlamda bağırdığını herkes fark eder. Hisler tepe noktasındadır. Tarafgirlik esir alır yazarı. Sesini duyurmaktan öteye gidemez. |
|
|
Deniz Erkaradağ ile “Ellerin Ellerimde” Üzerine Söyleşi – Anita Sezgener |
Sayfa:108 |
Kitabın kahramanları toplum dışı, düzenin dışladığı karakterler. Bunun sebebi salt cinsel yönelimleri değil; kendilerine dayatılan hayatı tümüyle reddetmeleri. Kendilerini dünyada yapayalnız ve biricik hisseden iki kişinin, birbirlerinin dostluğu ve aşkı ile bir yandan topluma kafa tutup bir yandan da topluma karışma cesaretini göstermelerini anlatıyor bu roman. |
|
|
“Sessiz Şampiyon: Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü” / Kemal Ateş – İbrahim Dizman |
Sayfa:109 |
Belgesel roman edebiyatımızda hak ettiği yeri pek bulamamış bir türdür; hele biyografik özellikler taşıyorsa hep kuşkuyla bakılagelmiş, anı türüne daha yakın görülmüştür. Elbette hiçbir yaşam için “roman gibi hayat” denilemez, bu bir bilgisizlik sanısıdır. Ancak bir yazarın yazı masasına gelen bazı hayatlar, gerçeğin yeniden kurgulanmasıyla romana dönüşebilir. Kemal Ateş’in Sessiz Şampiyon: Olimpiyat Kürsüsünde Bir Köy Enstitülü kitabı da 1960 Olimpiyatlarında ülkemize altın madalya kazandırmış bir güreşçinin, Ahmet Bilek’in yaşamının gerçeğe bağlı kalınarak kurgulanmasıyla yazılmış. |
|
|
Hande Ortaç ile “Daha İyi misin” Üzerine Söyleşi – Mevsim Yenice |
Sayfa:110 |
Kurumsal hayat, beyaz yaka ve özellikle bu bağlamdaki kadınlar, öyle karikatürize ediliyor, öyle canavarlaştırılıyor ve bu malzeme öyle sık kullanılıyor ki bunca uyaran arasından gerçekte ne olduğunun pek farkına varamıyoruz diye endişeleniyorum. Beyaz yakayı merkeze alan anlatıların temelinde çoğunlukla kurumsal hayata duyulan derin öfke ve çeşitli nedenlerle tetiklenen kaçış hikâyeleri var ama bu olumsuzluğun nereden kaynaklandığını gerçekten araştırıyor muyuz, emin değilim. Emek sömürüsüne açık, tacizin, ayrımcılığın çok keskin yapılabildiği, her yerde olduğu gibi iyiyle kötüyü bir arada bulunduran bu ortamları daha yakın bir mercekten incelemeye ihtiyaç varmış gibi hissediyorum. |
|
|
|
|
|
|
|