Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

ŞUBAT 2021

Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu Sayfa:2
Caz Tarihi ve Kadın – Leyla Diana Gücük Sayfa:4
Kadın müzisyenler caz tarihinde farklı şekillerde kategorize edilmişlerdir. Örneğin, şarkıcılar ve enstrüman çalanlar, beyazlar ve beyaz olmayanlar, hafif müzik ve yüksek sanat müziği icra edenler ya da protest duranlar ve ticari yaklaşanlar vb. İlk olarak, 1980’li yıllardan itibaren çeşitli caz kitaplarında kadın caz müzisyenlerinden söz edildiğini okuyabiliyoruz. Daha öncesinde enstrüman çalan kadınlara değil kitaplarda, günlük gazetelerde, caz dergilerinde dahi yer verilmiyordu.
Caz ve Seçkinlik İddiası – Feridun Ertaşkan Sayfa:10
Yani 19. yüzyılın romantizmi sona ermiş, 20. yüzyılın hızlı ve endüstriyel çağı başlamıştır, bu aynı zamanda tüketim çağıdır. Endüstrilerin arasına ilk fonograflarla birlikte kayıt endüstrisi de girmiştir ve kendine ‘satacak’ yeni şeyler ararken bunları yeniden estetize ve modernize edecek kavramları üretir. Satılacak ürünleri alacak olanlar yoksul siyahlar olamayacağına göre orta sınıf ve varlıklı beyazlar tarafından ‘vahşi’ bulunan erken dönem caz, swing ile estetize edilerek tv öncesi büyük dans salonlarında, partilerde yaşanan çağa uygun hale getirilir. Reklamlar bu hıza yönelik çalışır. Şirketler, orkestralar, dans salonları, oteller, balo salonları büyük birer ekonomik çarktır ve siyahların ‘ilkel’ müziğine bırakılmayacak kadar önemlidir.
Türkiye’de Caz Dinlemenin “Ayrım” İşaretine Dönüşmesi – Fatma Berber Sayfa:13
İstanbul festivalleri kentin kültürel anlamda dünyaya açılmasında önemli bir rol oynasa da kentlilere sundukları çeşitlilik, kısmi ve taraflıdır. Kentli nüfusun çoğunluğu için festivallere erişim hem ekonomik hem de kültürel olarak kısıtlanmıştır. Farklı kültürel pratiklere aşina olmanın, kent kültürüne katılımın neredeyse önkoşulu haline dönüştüğü günümüzde, kültürel sermaye ekseninde yeniden kurulan toplumsal tabakalaşma, ekonomik sermaye ekseninde gerçekleşen ayrışmayı tamamlar. Cazın sadece bir müzik türü olmasının ötesinde, festivalle birlikte bir yaşam pratiğine dönüşmesi; yeme içmeden giyim kuşama, beş yıldızlı otel menülerindeki caz konserlerine, cazın yaşamı estetize halinin örneklerini taşır. Bu durum sektörün sadece müzik piyasası üzerine değil yan çıktılarla görünmeyen iktisadi yapılanmaların ortaya çıkmasının göstergesidir.
Önyargıların Ötesinde Caz Cemaati – Sümeyra Gümrah Teltik Sayfa:18
Caz müziğinin ülkemizdeki seyrinin farklı olduğu, Türkiye sahnesine üst çıtadan giriş yaptığı gerçeğinden hareketle yüksek bir zümre tarafından sahiplenildiği söylenebilir, diğerleri ya burun kıvırdı –çünkü sadece gürültü olarak görüyorlardı– ya da korktu. Korku duyan kesim “yanlış dinlemek”ten korkuyordu. Gerektiği yerde gerektiği tepkiyi verememek, cazı tekelinde tuttuğu sanılan zümreden yöneltilecek sorulara yanlış cevaplar vermek, dinlerken hissetmesi gerektiği duyguları hissedememekten korkmak gibi. Bir caz konserine ilk kez gelen kişi ile ilgili bilinmesi gereken ilk şey kendi cemaatinin duvarlarında bir gedik açıp geldiğidir. O cemaatte caz sadece elitistliğe tefi etmek için dinlenmesi gereken ızdırap verici bir şeydir. Cemaate bir kabul töreni gibi.
Fiziksel Mekândan Ekran Başına Caz Dinleyicisi – Esra Demirkıran Sayfa:22
Artık ‘sembolik cemaatler’in sınırlarını ve ortamını internet belirliyor. Pandemiyle birlikte iyice evlerimize kapandığımız bu dönemde iyiden iyiye bir dijital dinleyici kitlesi oluştu. Bu kitle ortak mekânda, aynı zamanda, fuayede karşılaşarak ve birbirleriyle fiziksel olarak temas ederek değil, irili ufaklı ekranlarının başında, kendilerine ait alanlarda tüketiyor sanat üretimlerini. Böyle bir dönemin neye evrileceği belirsizliğini korurken değişen izleyici ve dinleyici alışkanlıkları ile birlikte akıllarda bazı temel sorular oluşuyor. Yeni yeni ortaya çıkan bu soruları hem okuyucu için, hem de caz dinleyicisi için tartışmaya açmak istiyorum.
Şiirler (Şiir) – Hüseyin Yurttaş Sayfa:26
Emaneti Teslim Etmedi! – Atilla Birkiye Sayfa:27
Rize doğumlu İ. Bilen (daha çok böyle anılıyor) ile Nâzım’ın arkadaşlığı malûm, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) 1922/4 arasında birlikte öğrencilik yapmanın ötesinde, 1928’de de Hopa’dan gizlice sınırı geçiyorlar bilindiği üzere, hapis yatıyorlar, basın olayı ele alıyor, bu yüzden İ. Bilen fazla hırpalanmıyor (ama 1929’da aşırı derecede işkenceye maruz kalıyor). Arkadaşlıkları ve Parti yoldaşlıkları Nâzım’ın ömrü boyunca sürüyor, ikisi de, Nâzım öldüğünde TKP’nin Dış Bürosu’nda yer alıyor.
Toz Şiirleri (Şiir) – Sina Akyol Sayfa:30
Biçim mi İçerik mi? Susan Sontag’ın “Yoruma Karşı” Tavrı – Ecem Özensoy Sayfa:31
Sanatı yapıtının sahip olduğu saflığı ve saydamlığı kaybetmesi ve yorumlama yüzünden başka bir şeye dönüşmesi ile ilk kez Aydınlanma Çağı’nda karşılaşıldığının altını çizen Sontag, bu çağın insan aklını merkeze koyan anlayışının sanattan aldığı öce dikkat çekiyor. Klasik metinler oldukları halleriyle kabul edilmiyor, modern insanın görmek istedikleri şekilde yeniden yorumlanıyor ve değiştiriliyorlardı.
Bir Zamanlar Kadıköy (2): Fazıl Hüsnü Dağlarca – Metin Cengiz Sayfa:34
Fazıl Hüsnü Dağlarca sohbet ettiği gençlerin şiirlerini ister, kendi bakışınca eleştirirdi. Bu konuda acımasızdı. Herkesten şiirlerini göstermesini isterdi. Şiirin ütünde düzeltmeler yapar, bazı kelimelerin hatta dizelerin üstünü çizerek, sözünü hiç sakınmadan düşüncelerini söylerdi. Öyle olurdu ki kâğıtta üstü çizilmemiş kelime kalmazdı.
Öyküler (Öykü) – Elif Erdoğan Sayfa:38
Yalnızlığım (Şiir) – Oya Uysal Sayfa:39
1721, Eis Ten Polin (Şiir) – Hüseyin Ferhad Sayfa:40
Renkli, Kasvetli, Güzel Stockholm: İsveç Notları – Deniz Özbeyli Sayfa:42
Stockholm Sendromu kavramını zihnimde evirip çevirirken yollara düşmüştük bile. Tarihî saraya gitmeden önce bir de Nobel Ödülü Müzesi’ni ziyaret ediyoruz. Malûm, dinamitin mucidi ve Nobel Ödülleri’nin fikir babası Alfred Nobel İsveçli bir kimyager ve mühendis. Müzede ziyaretçilere satışa sunulan hatıra eşyaları ve yiyecekler arasında acı biberle kaplı dinamit şekerlemesi gibi ilginç şeylerin olduğunu da belirtmeliyim.
Ardâvîrâfhânem (Şiir) – Yücel Kayıran Sayfa:46
Hayatın Işığının Yandığı Anlar: Kısa Hikâyeler Antolojisi’nden Üç Madde (Öykü) – Faruk Turinay Sayfa:47
Karantinada Hayal (Şiir) – Kenan Sarıalioğlu Sayfa:49
Yok Benim Yücelttiğim (Şiir) – Betül Tarıman Sayfa:51
Boynumu Yokluyorum (Şiir) – Mehmet Said Aydın Sayfa:52
Otoportre (Anlatı) – Kader Genç Sayfa:54
Nesnelerin Dili (Anlatı) – İlyas Tunç Sayfa:58
Kısa Filmin Uzun Sözü: Fırat Özeler ile Söyleşi – İrem Kargıoğlu Sayfa:59
Kısa film bir form olarak görülmediği için, gösterişçi, sığ, tekrara düşmüş filmler izliyoruz. Biçime değil de; ya gösterişe ya da büyük cümlelere kafa yoruluyor çoğu kez. Kısa film yeni bir dil arayışına veya cesur biçimsel denemelere hizmet edebilecekken, sanki bir hikâyeyi anlatmanın en kolay yoluymuş gibi görülüyor ve sorun buradan çıkıyor sanırım. Akla gelen ilk hikâyeyi anlatmanın en “hesaplı” yolu mu? Veya ödül almanın? Konuşma fırsatım olan bir yapımcı “kısa filminin ödül almış olması en önemli şarttır” demişti, bir uzun metraj çekmek için. Bu çok acı; kısa film daha özgür ve piyasadan azade bir üretim biçimi olabilecekken, kısa filmcilerin iyice piyasaya eklemlenmeye çalışmasını doğuruyor.
Belma Ötüş-Baskett: Benim Sevgili Hocam – Haydar Ergülen Sayfa:64
Belma Ötüş-Baskett Hocamdan da “American Poetry” dersini seçmeli olarak aldım. En sevdiğim ders oldu, Belma Hoca da en sevdiğim hoca. Çünkü hem ünlü Amerikalı şairleri İngilizce okuyorduk hem de çeviri yapma olanağı buluyordum. Buldum, hayli çevirdim de.
Ders (Şiir) – Carl Sandburg Sayfa:66
Bir Kuşun Ayak İzleri (Şiir) – Carl Sandburg Sayfa:68
Ayhan Koç Metinlerinde Entelektüel Oyun Alanı – Hande Balkız Sayfa:69
Yazar figürasyonlarının edebî pratikleriyle örülen metinlerde Ayhan Koç’un estetik algıları çoğalttığı, okuru kurmacaların zeminindeki farklı bilgi ağlarına yönlendirdiği görülür. Üstkurmaca, pastiş, bilinçakışı, metinlerarasılık, ironi gibi teknikler metinleri çoklu zamanlara, coğrafyalara, sonlara taşır.
Zor ve Kadın (Şiir) – Murat Batmankaya Sayfa:76
Ücra Bir Şiir İçin Anahtar Kelimeler I: “Yara” – Hüseyin Köse Sayfa:77
Zihnin kışı karşılıklı büyüyor, kahırlı ulumalar ve küfürlerle. Bir çağ akşam olduğunda sövgülerin cengi başlıyor havada, kuşlar bir suskuya uçuyor sürüyle derken, buzukiler konuşsa da boğuk iniltiler duyuluyor sadece. Sesler diyorum, kanat artçılarından sapır sapır dökülüyor dört bir yana... Mevsim yapraktan güzün ayazına geçiyor usulca: İşte Yara!
İzmir! Kimse Yok (mu?) (Şiir) – Hakan Cem Sayfa:79
Çetele (Şiir) – Levent Karataş Sayfa:81
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel Sayfa:82
Şimdi “cam” üzerine yerleşti yazı, sinek gibi. Öldürsen lekesi kalıyor; silsen, 'silmiş olduğun’ duygusu kaybolmuyor.
Bir Kadın... (Şiir) – İklim Odabaş Sever Sayfa:83
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak Sayfa:84
Daha önce roman ya da öykünün –elbette senaryo ve tiyatro oyununun da– ateşleyicisinin engel, itici gücünün de düğüm ve çatışma olduğundan söz etmiştim. Bu defa da sahnelerden oluşan roman ve öykülerin sahne yapısından ve sahnelemeden söz edeceğim.
Güzyaşı Gözleri (Şiir) – Çiğdem Kabay Sayfa:85
Leyleklerin Son Uçuşu (Öykü) – Salpi Özgür Sayfa:86
Fahri Hemşehrilik Beratı (Şiir) – Ömer Taha Onat Sayfa:89
Varlık Kitaplığı Sayfa:91
“Dünyanın Güçlü Tarafı” / Kerem Işık – Gökhan Yılmaz Sayfa:91
Bir yazar için her an tükenen bir hayatın elinden kurmacaya dair cümleler kurarak, karakterler ortaya koyarak bir anlatı kotarmak aslında o yazarın hayatının (dünyasının) güçlü tarafı değil mi? Kerem Işık’ın yaklaşık beş senesini verdiği bu roman; bir insan olarak hafızası, hatıraları, aldığı notlar, yazma denemeleri, sildikleri ve neticede ortaya koydukları onun ömründen koparılmış taraf değil mi? Yani insanın unutmaya kurulmuş hafızasından bir şeyler getirip mutlak yitimi kısmen tersine döndürmesi bir yazarın mecburen tükenen ömründen tükenmeyecek nefesler oluşturması ile aynı değil mi? Bir cümle kurmak da bir hatırayı kurtarmak gibi insanın/yazarın zaman ve mekânın içine sıkıştığı dünyada nefes alabildiği nadir alanlardan. Peki ya tersi?
W. B. Bayrıl ile “Rosa Das Rosas” Üzerine Söyleşi – Mustafa Fırat Sayfa:94
Başlangıçtan bu yana “iki kanatlı” bir şiir yazdım. Bu kanatlardan biri “Türkçe” şiir geleneğiydi. Bu gelenekte dilsel-tarihsel ne varsa massetmeye, soğurmaya çalıştım. Hâlâ da çalışıyorum. Öteki ise “evrensel şiir geleneği”dir. Rosa Das Rosas bu evrensel geleneğe yönelik çabalarım açısından bir başka aşamadır.
“Aşk Her Zaman (Eleştirinin Eleştirisi)” / Sabit Kemal Bayıldıran – Bilgin Güngör Sayfa:95
Türk şiir eleştirisi kulvarında önde gelen isimlerden Sabit Kemal Bayıldıran, kısa bir süre önce eleştiri metinlerinin bir kısmını Aşk Her Zaman (Eleştirinin Eleştirisi) başlığı altında yayımladı. Bayıldıran, malûm, eleştiride –temel olarak– nesnel ve toplumcu yöntemi benimser. Türkiye bağlamında düşündük mü “Asım Bezirci Ekolü”nden sayabiliriz onu. Bu ekolün hemen her temsilcisi gibi Georgi Plehanov’un izinden giderek “yapıtın artistik özünü toplumbilim diline çevirme”yi amaçlar. Yani edebî eserleri sınıfsal konumlanış ve üretim tarzına dair göstergeler ekseninde “okumaya” çalışır. Bu bakış, edebî olguların sınıflandırılması hususunda dahi geçerlidir. Mesela Bayıldıran’ın dilinde geleneksel “divan edebiyatı - halk edebiyatı” ayrımı yoktur; sınıfsallığı açık eden “kapıkulu edebiyatı - reaya edebiyatı” ayrımı vardır.
Burak Acar ile “Tabiat Abi” Üzerine Söyleşi – Petek Sinem Dulun Sayfa:97
Seslenme ihtiyacı çok belirgin Tabiat Abi’de. Kendini Hirudo Economicus olarak tanımlayan özneyi hayatın çeşitli fragmanlarının içinde; örneğin bir iş görüşmesinde, arkadaşıyla vapur iskelesinde ya da bir şirketin lansman gecesinde görüyoruz. Coşkunca anlatma, iç dökme, hesap sorma arzusu taşıyor. Kendini akışa bırakmış, içten içe çok birikmiş, çenebaz bir şiir öznesi. Diğer yandan başka hirudolarla, kendini dinlediğini varsaydığı okurla diyalog kurma çabası da hâkim.
Cuma Duymaz ile “Sisi Dağıtan Umut” Üzerine Söyleşi – Ersun Çıplak Sayfa:99
Yazarak ve yaşayarak gördüm ki bir metnin hem biyografi hem de roman olmasını sağlamak oldukça zor. Kurmacanın gerçekleri incitmesine izin vermemek, gerçeklerin estetik söylemi zayıflatmasına rıza göstermemek yazarın gücünü de dilin imkânlarını da aşıyor çoğu zaman. Yaşanmış, hatta okurlar tarafından bilinen bir olay örgüsünü yeniden şekillendirmeye çalışıyorsun. Üstelik bunu zamana, mekâna ve kişilere müdahale etmeden yapmak zorunda olduğunu biliyorsun. Başarı, içerikte ve üslupta, bilinenin üstüne ne koyabildiğinle ilgili... Küçücük bir alanda, hataya mahal bırakmayan bir denge kurmak mecburiyetinde hissediyorsun kendini. Bu durum, o meşhur “yaratıcılık” kavramıyla çelişiyor gibi görünse de özgün bir eserin ortaya çıkmasını bütünüyle imkânsız kılmıyor.
“Osman” / Ayfer Tunç – Çiğdem Ülker Sayfa:101
Osman öyle davranmaktadır ki okura bir özyıkım arzusu taşıdığını düşündürür. Ailesinin geçmişine ait her şeyi, nefret ettiği babasından öç alır gibi, onu bir kez daha öldürmeye çalışır gibi yok eder. Bunu bilerek isteyerek yapar. Babasına duyduğu nefret, onu adeta kör etmiştir.
Mehmet Erkan ile “Ölümsezen” Üzerine Söyleşi – Ömer Kum Sayfa:103
Ben edebî kitapların bize bilmediklerimizi öğrettikleri için değil söyleyemediklerimizi dile getirdikleri için kıymetli olduğunu düşünüyorum. Ölümsezen size bilmediğiniz hiçbir şey öğretmeyecek, ama bilip de söyleyemediğiniz, kalbinizin bir köşesinde saklı duran çoğu şeyi yeniden ısıtacak, onların varlığını size tekrar hatırlatacak. Zaten bu hissediş değil midir bize bir öyküyü sevdiren, romanı beğendiren? Ben en azından bir okur olarak böyle düşünüyorum.
“Dîvân” / Yunus Emre – Bülent Avcı Sayfa:105
Lirik yapıdaki Dîvân’da Yunus Emre, hem öğretici hem de öğrenci olarak karşımıza çıkıyor; halktan öğrenip sanatıyla halkı doğruya davet ederken zamanının toplumsal yaşamıyla ve kültürel iklimiyle bütünleşiyor.
Tevfik Aytekin ile “Sardalya Mevsimi” Üzerine Söyleşi – Simge Çerkezoğlu Sayfa:106
Avrupalılık dahil bütün kimliklerin yeniden tanımlanması gerekiyor. İnsanın köklenmesi gerekir. Geçmişten gelen köklerimizi inkâr etmeyerek, geçmişle yüzleşerek kendi yeni kimliğimizi inşa etmeye ihtiyacımız var. En derine indiğimiz zaman, hem herkese yetecek kadar büyük, kimseyi birbirinden ayıramayacağımız kökler görebiliyoruz, hem de insanlığın bütün köklerini birleştiren ışığı.
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre Sayfa:109
Aytekin Karaçoban’ın hazırladığı, yazdığı Neruda’nın Yaşamı ve Şiirleri (Çiviyazıları 2017) kitabını bir daha elime alıyorum. Her yönüyle Neruda’yı ele alan bu çalışmadan öğreniyorum şiirlerin arka avlusunu. Aytekin, “Şairin ülkesine, Şili’ye iki kez” yolculuk yapmış. “her seferinde ülkenin değişik yerlerinde, değişik insanlarla” yakın ilişkiler kurmuş. Neruda’nın şiirini “yerinde” duyumsamış. Şiirlerinin “anakarasındaki köklere” inme olanağı bulmuş böylece. Kendi şiiriyle Neruda şiirleri arasında derin bir akrabalık oluşmuş. “İşte, bu kitap, bu ilişkilerin bir bilançosudur. Bunun yanı sıra, ülkemizde onca kitabının çevirisi yapılmış olmasına karşın, bunların çevrilmemiş olanların yanında çok az bir nicelik oluşturduğunun, Türkiyeli okurun, Neruda şiirini ne yazık ki yeterince tanımadığının altını çizme isteğidir.” Yaşadığını itiraf eden Neruda’ya yaşamı, yapıtları, izlenimler üzerinden yaklaşma denemesi.
Küresel Haberler... – Zeynep Şen Sayfa:111
ŞUBAT 2021 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI