Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

EKİM 2020

Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu Sayfa:2
Yitik Masumiyet: Varoluşsal Suçluluk – Canan Olpak Koç Sayfa:4
Dosyamızda Canan Olpak Koç, fiziksel erksizliğin suçluluğa evrilişini Canetti’nin Körleşme romanındaki başkarakter Kien’i odaktan çıkarıp diğer karakter Fischerle’yi merkeze alarak değerlendiriyor. Varoluşu tamamlamanın bir seçimden çok ödev olduğunu dile getiren Tuğba Çelik bu ödevi yerine getirmenin ödettiği ağır bedellerin işlendiği Mikado’nun Çöpleri’ni (Melih Cevdet Anday) çözümlüyor. Hesse’den Sadık Hidayet’e tercih edilen ölümün cazibesini “Sağ Kalanların Tabut’u” yazısıyla Yavuz Ahmet anlatıyor. Şeyma Karaca Küçük’se bir karşılaştırmalı edebiyat örneği olarak Mehmet Eroğlu’nun Geç Kalmış Ölü ve Graham Greene’in Meselenin Kalbi adlı romanlarını intihar odaklı ele alıyor. Eda Gül Roidi, Aidiyet filmine varoluşsal perspektiften bakarak kişinin kendini var etme derdini yorumluyor. Dosyada buraya kadar kurgunun konuşturulması çalışılırken son yazıda Gürsel Korat bir yazar gözüyle kurmacadaki varoluşsal seçimini açıklıyor. Konuyla ilgili söyleyeceklerimiz bu dosyayla sınırlı kalmayacak; başka yazılarla meselenin farklı yönlerini de günışığına çıkaracağız ileride bir kitapta. Ancak yola buradan, Varlık’tan başlıyoruz.
Caliban’dan Fischerle’ye Eksik Bedenler / Suçlu Benlikler – Canan Olpak Koç Sayfa:7
Canetti, “Körleşme”yi Almanya’da Yahudi soykırımının hemen öncesinde değil de beş yıl sonra yazsaydı muhtemelen yayımlatamayacaktı. İhtimal dahilindeki bu tespit bile aslında Fischerle’nin neden modern zamanlara getirilmiş Caliban olduğunu gösterir bize.
“Mikado’nun Çöpleri”nde ‘Öteki’ Kaynaklı Varoluşsal Suçluluğun Kayıtları – Tuğba Çelik Sayfa:12
Varoluş maceramızın en büyük engeli de en somut aracısı da “öteki”dir. Bize engel olan öteki ile bize ayna tutan öteki, aynı kişi ya da aynı toplum olabilir. Ötekiyle başedemediğimiz için varoluş sürecinde yenik düşebilir, öteki ile kendimizi ayrımsayarak, karşılaştırarak varoluşumuza hizmet edebiliriz. Öteki ile ilişkimizin biçimi bizim elimizde.
“Geç Kalmış Ölü”lerin “Meselenin Kalbi”ne İnme Çabası Olarak Varoluşsal Suçluluk – Şeyma Karaca Küçük Sayfa:17
Meselenin kalbine inmek yani suçluluğu öz farkındalıkla buluşturmak varoluşun hakikatini sor-gulayanlar için dirilmenin ya da diri kalmanın tek imkânıyken, geç kalmış ölülerin intiharı bir çözüm yolu olarak görmesi oldukça şaşırtıcıdır. İnanç, varoluşun olmazsa olmaz değeri niteliğindeyken her iki karakter de bu değerin yitimiyle karşı karşıya kalır ve intihar etmek suretiyle varoluş kapılarını kapatarak kendini gerçekleştirme potansiyellerini kilit altına alırlar.
“Bozkırkurdu”ndan “Kör Baykuş”a: Sağ Kalanların Tabutu – Yavuz Ahmet Sayfa:21
Bir zamanların Batılı gözünde Doğu; fantastik hikâyeler, müstehcen hamam sefaları, egzotik hayaller gibi anlamlar içeriyordu. Bu kabuller kısmen abartılıydı, uydurmaydı, yakıştırmaydı fakat her şeye rağmen Doğu’nun bir tarzı, kendine özgü anlamı vardı. Günümüz dünyasında o egzotik kabullerin yerine terör saldırıları, mezhep kavgaları, petrol savaşları, mülteci yığınları geçti maalesef. Sanırım burada şunu sormak gerekiyor: Biz hangi ara kendi hikâyemizi kaybet-tik? Ya da zaten en başından bu yana kaybetmeye mahkûm bir hikâyeye mi sahiptik?
Portakalı Tek Hamlede Soydum – Eda Gül Roidi Sayfa:25
Varoluşsal suçluluk duygularını bir anda nevrotik ve hatta ötekine karşı işlenen bir suça dönüştürecek bir süreçte yaşananlar, bu iki genç insanın bütün toplumsal hükümlere karşı duruşlarını bir fanteziden öteye taşımıştır artık. Vicdanları onları tek tipleşmekten korumaya çalışırken onlar bu çağrı karşısında tutunacakları Dasein’ı kökten bir suçlu varlık üzerine inşa etmişlerdir. Öte yandan Yalom’un belirttiği üzere burada aranacak suçlu olsa olsa kendine karşı işlenen kabahatlerden biri olarak zorunlu yalan(lar) söyleyenler/söyletenler arasından çıkacaktır.
Yazarın Seçimi – Gürsel Korat Sayfa:29
Çağımızın cinsel suçları varoluşsal olarak asla suçlanamayacak, doğuştan getirilen cinsel kim-likleri önyargısız bir biçimde ele alamayan insanların eseridir. Bu nedenle edebiyat bu alana el attığında bir dilsel arınma eylemi yaşamalı ve cinsiyetlere göre yapılandırılmış basmakalıp söylemlerden uzaklaşmalıdır. İçine doğduğumuz dünya cinsiyetçi bir dille örülüdür ve bu dil yüzünden edebiyatın ve bilimin dışından beslenen her insan kültürel cinsiyet kodlarını varoluşsal bir hakikat sanabilir. Ne var ki bilim kavramsal olarak, sanat da eylemsel olarak bu seçimlerden birini onaylamaktan kaçınmak zorundadır.
Şiirler (Şiir) – Mustafa Ruhi Şirin Sayfa:32
Dağ Keçisi (Öykü) – İsmail Doruk Sayfa:34
Özgür Emlak Ofisi (Şiir) – Ersun Çıplak Sayfa:36
Edgar Allan Poe, Sait Faik ve Pandemi – Deniz Özbeyli Sayfa:38
Sait Faik “On Milyonerle On Metresi” adlı öyküsünü belli ki Poe’nun “Kızıl Ölümün Maskesi”ni çıkış noktası olarak kaleme almış. Poe’dan neredeyse yüz yıl sonra Anadolu’dayız.
Kısa Filmin Uzun Sözü: Özgürcan Uzunyaşa ile Söyleşi – İrem Kargıoğlu Sayfa:42
Ben yaptıklarımın gerçeklikten çok uzak olduğuna inanmıyorum. Gerçeklikle bir derdi var sadece. Marşandiz’in de sloganı bu; “gerçeklerle aramız iyi değil.” Ortada bir gerçek var, onu yadsımıyorum; ama sadece bir değil, birçok gerçek var. Bu gerçekler de birbirleriyle sürekli çatışma halindeler. Tüm gerçekler her gerçeklikte doğru, ama her zaman geçerli değil. Her zaman saygı duyulmak, iyi olmak zorunda değil. Şu rafların üzerine koyulan, bacakları kumaş-tan olup geri kalanı porselen olan ve ayakları sallanan porselen biblo bebekler var. Gerçek porselen bir biblo gibi. Kırılmayı bekliyor. Kırılınca, kumaştan olup da ona hareket katan, tek numarası olan o bacaklardan başka bir şey kalmıyor geriye.
“Bir Yaz Gecesi Rüyası” “Fırtına”ya Dönüşmeden Önce Bilge Alkor’un Resim Dili – İnci Aydın Çolak Sayfa:49
Bilge Alkor için aslolan düş ve gerçek arasındaki eşiktir. Caliban ötekidir. Dışladığımız, tahakküm kurduğumuz, köleleştirdiğimiz öteki benimizdir. Gerçek öyle acımasızdır ki Caliban’ın sığınacağı tek ada düşleri olur. Düşlerini de eskiden sahibi şimdi kölesi olduğu adanın huzur dolu sesleri ve görüntüsü oluşturur. Caliban’lar çağdaş dünyanın köleleridir.
Bedri Karayağmurlar ile Resim Sanatı Üzerine Söyleşi – Merih Tekin Bender Sayfa:54
Özgünlük konusu, plastik sanatlarda çoğaltılabilirlik gündeme geldiğinde bazı çevrelerce sanat üretimi için bir sıkıntı gibi algılanmaya başlandı. Bunun asıl nedeni sanat piyasasına iş yetiştirme telaşı bence. Bu yüzden yapıtlar, sanatçıların yaratıları olarak değil işleri olarak nitelenmeye başlandı. Sanatsal üretimden söz ediyorsak, sanat yapıtı olan işlerden de söz edebiliriz. Konu, izlenimcilik sonrası sanatçıların atölyelerine, işliklerine kapanması süreciyle de ilgili.
Didem Madak Şiiri ya da “Cetvelle Çizilmiş” Kediler Gazeli – Hüseyin Köse Sayfa:59
Yas demiştik, kayıpları daha da çoğaltıp özlemi imkânsız bağlamlara oturtan bir dille, belki de kalp kumpaslarının şiirini yazmak istemiştir Madak. O kalp ki, yeri geldiğinde boyalı bir kuş gibi fırlatılmak içindir muhatabın yüzüne mücevher sandıklarından çıkarılıp. O kumpaslar ki, düşen de düşüren de iflah olmaz bir daha, yaşam boyu onca sevda sözü harmanından tek satır olsun tutmaz dili. Ya da belki hep bir öncekinden daha melun bir hayata doğru büyümenin çatırdayan heceleriyle düşünmenin yasıdır burada sözü edilen. Şehrin yaban uğultusunda kay-bolmuşu bağra basan kırların dost ve müşfik sesi. Daha da somutlaştırarak söylersek, soğuk, mesafeli ve müsamahasız şehirlere karşı her fırsatta dik bir açıyla büyüyen varoşların ve köylerin rüstik sesi. Gerçekten de Madak şiirinde, ezeli kayıp cennetin cismani virjinitesinin somuttaki karşılığı, pastoral imgesi olabilir mi köy?
Tanpınar’da “Huzur”un İç Huzursuzluğu! – Fatma Berber Sayfa:63
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zihin dünyasının tartışma alanı gibi olan Huzur’un Bergson felsefesi ile güçlü bir bağı vardır. Bu yüzdendir ki kahramanlarını insanın ötesine taşımıştır. Huzur’un izlekçesindeki önemli, trajik bir tartışma olan Mümtaz’ın yolculuğunun bireysel ve sosyolojik sorgulamasını bu yazıya da taşıyabiliriz. Majör ve minör izlekçe üzerinden yapılacak tartışmada romanın çerçevesi imgeler yoluyla yorumlanabilir ve bu imgeler elbette Tanpınar’ın kendi sözlüğünde çok derin manalar taşımaktadır. Tanpınar, sisli havalarda vapurların düdük sesleriyle yollarını ve birbirlerini aradıklarını yazar. Acıyla karışık çalan bu düdükler, güneşin ölümüne ağıt gibidir.2 Geriye en son sesleri kalır.
Sanat-Hayat Ayrımı: Kritik Bir Nokta – Ecem Özensoy Sayfa:70
Her bir sanat yapıtı, yaratıcısının bu soruya verdiği cevaptır bir bakıma. Ancak sanatın tikel bir anlama sahip olmadığı, günlük pratiklerle iç içe geçtiği ve çok daha faydacı bir sisteme ait olduğu zamanlarda sanatçının bu sorunun altında yatan düşünselliği kavrayabildiğinden bahsedebilmek oldukça güçtür. Bu nedenle hâlâ evrensel kabul gören Avrupa ve Kuzey Amerika odaklı anlatıların kendi kavramlarıyla asimile ettiği sanat yapıtlarına bir de kuşkucu gözlerle bakarsak ve bu anlatıların sınırlarını zorlarsak her şeyin sanat eseri kabul edilebildiği ve sanatla hayatın yeniden buluştuğu bir çağda nasıl bu noktaya geldiğimizi kavrayabiliriz.
Emekli (Öykü) – Kemal Ateş Sayfa:72
Erişim Engeli (Şiir) – İsmail Cem Doğru Sayfa:76
‘Gölgeler de Işık Kadar Önemlidir Hayatta’: Deniz Durukan Şiirlerinde İçeşikler – Hande Balkız Sayfa:77
Şakağına Daya Beni ve Rugan’da toplumun özellikle kadın bedenine yönelik estetik dayatma-ları yerlebir edilir. Dokuz Katlı Sıdıka’da hem Sıdıka’nın hem tek bacaklı Nuriye’nin beden imgeleri ilk iki kitaptaki eleştirilerle örtüşür. Zira ‘Dokuz Katlı Sıdıka’ adlandırmasındaki ‘dokuz kat’ idealize edilen beden algılarının kabul sınırlarının dışındadır.
Sarı Sanrı (Şiir) – Fatih Kök Sayfa:82
İskender’in Evinde (Öykü) – Ali Turgay Karayel Sayfa:83
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel Sayfa:85
Pek çok sanat eserinin gizli yahut açık doğada bulunduğunu ve fakat bu eserlerin kendi zamanını, mekânını, topluluğunu yakalayabilmek için bir özneye ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Biz ne göndermiş olursak olalım, karşımızda bir ‘alıcı’ yoksa gönderdiğimiz gönderilmiş olarak, ulaşmamış olarak kalacaktır. İçinde bulunduğumuz çağ bilmeyi yüceleştiriyor; sezgiyi ise dışarıda durmaya zorluyor. Özellikle şiirde ‘bilgi’ üzerinden girişilen her hamle çoğunlukla karşımıza taklit eserler çıkartıyor. Birçok kez tekrar ettim: Bugün en az şiir bilgisi kadar ‘şiir görgüsü’ne de ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Narteks (Şiir) – Mustafa Yıldırım Sayfa:89
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak Sayfa:90
Adını andığım usta öykücüleri de, kitaplarını da, çok iyi bir kılavuz olan Öykülerde Dünyaları da okumuş olabilirsiniz. Okumadıysanız… Hâlâ onlardan öğreneceğimiz çok şey olduğu kanısındayım. Hem iyi öyküler hiç eskimezler, zamansızdırlar.
Etki Derecesi (Şiir) – Basri Özakın Sayfa:92
Evdeki (Öykü) – Cem Acer Sayfa:93
Bir Çürük Elma (Öykü) – İbrahim Halil Çelik Sayfa:95
Varlık Kitaplığı Sayfa:97
“Eskiden Gelecek Güzeldi” / Adnan Özer – Taner Ay Sayfa:97
Adnan Özer’in Eskiden Gelecek Güzeldi’sini ( Doğan Kitap, 2020) yayımlanmadan, dosyasından okumaktan dolayı bahtiyarım. Eskiden Gelecek Güzeldi’nin edebî değerini kimseyle tartışmam, çok sevdim; benim neslim ve sahici anılarımız olduğu için, dağıldım. Adnan’ın anı romanı benim için çok katmanlı bir okuma oldu; geçmişin aşina karakterleri, satır aralarından çıkıp, ete kemiğe büründüler, hüzünlendim. Küba’ya gitmedim; Ché’nin ve Kübalı münevveranın dramları nedeniyle Küba rejimine de, karımın ve oğlumun aksine, hiç ilgi duymadım. Adnan’ın Küba hikâyesini merak eden, kitaptan zaten okuyacaktır. Bana, Eskiden Gelecek Güzeldi’nin satır aralarından karşıma çıkanların anımsattıkları kalıyor.
“Naturans - Yeni Bir Ontolojiye Doğru” / Çetin Balanuye – Deniz Yılmaz Sayfa:99
Balanuye’nin yeni ontoloji dediği şey, popülizmle yaratılan kirliliği gösteriyor bize. Yazara göre “ontoloji tersane- ye çekilmeli”; fikir tartışmaları tekrar başlamalı ve popü- lizmin tahakkümü sonlandırılmalı. İndirgemecilik gibi bir kolaycılığa kaçılmaması ve gerçekliğin asla gözden uzak tutulmaması gerektiğini söyleyen yazar; insan-merkezci olmayan, realist, tek tözcü, içkinci ve düz bir ontolojik söylemle çıkıyor karşımıza.
“Kamuran ya da Sürgün Günlerinde Aşk” / Sevim Korkmaz Dinç – Sülbiye Yıldırım Sayfa:100
Sürgün Günlerinde Aşk romanı sorgulamaların ve tartışmaların romanı, bir eleştiri, özeleştiri romanıdır. Ustalıkla yapılan tartışmaları zenginleştiren bir ses olarak yazarın sesi de anlatı boyunca okura eşlik etmektedir. Sevim Korkmaz Dinç yer yer bir denemeciyi andıran tavırla, yaşamın bir anı üzerine düşünceye dalıp okuru da aynı düşünce alanındaki görüşlerini hatırlamaya çağırıyor.
Natama Yayıncılık’tan Dört Şiir Kitabı – Emrah Yolcu Sayfa:102
Natama Yayıncılık, Natama dergisinin ikinci yayın dö- neminde sayfalarında şiir ve yazılarına yer verdiği, şiir- lerini başka fanzin ve dergilerden de takip ettiğimiz dört şairin ilk kitaplarını geçtiğimiz aylarda yayımladı: Ahmet Keskinkılıç Mafsal İstavrozu Bulunur, Coşkan Tugay Göksu Rüyada Replay, Nur Alan Ev Kitabı – Yedinci Avaz ve Abil- muhsin Özsönmez Jengi.
“Kocamın Adı Ağzımın Tadı” / Esra Erdoğan – Gökhan Yılmaz Sayfa:105
Esra Erdoğan’ın ilk kitabı Kocamın Adı Ağzımın Tadı genelde kısa sayılabilecek öykülerden oluşuyor. İlk öykülerden itibaren iddialı bir anlatı göze çarpıyor. Özenle seçildiği çok belli olan kısa cümleler, nokta atışı ifadeler. Peş peşe kolayca eklemlenebilen benzer yapıda cümleler metne bir bütünlük kattığı gibi okumayı da kolaylaştırıyor. Sahne sahne ilerleyen bir insan (daha çok kadın) belgeseli izliyor gibi oluyorsunuz kitabı okuyunca.
Murat Tuncel ile “Osmanlılar III: Kılıç ve Kırbaç” Üzerine Söyleşi – Kemal Yalçın Sayfa:106
Beni edebiyat çevreleri toplumcu gerçekçi ürünlerimle tanıdı. Tarihî olayları konu edinen bu nehir romanlar serisi beni başka bir sosyal alana çekti. Bu alanı tanımak ve bilgilenmek için hayli uğraştım. Bilgilendikten sonra da kurgulayarak yazmaya başladım. İlk yapıtlarım bu zorlu sürecin ürünleri olduğu için bazı eksikleriyle bana yeni romanımı yazmamda yol gösterici oldular.
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre Sayfa:108
Elbette Sabahattin Kudret Aksal’ın şiirlerini de biliyordum. Dergilerde okumuştum ama henüz Şarkılı Kahve’yle (1944-53) Gün Işığı’ndaki (1953) şiirleri okumamıştım, ama Duru Gök’ü de (Varlık Yayı. 1958) bir sahafta bulup okumuştum. Bu kitapta beni en çok “Sıkıntının Şiiri” etkilemişti nedense Aslında nedensiz değil elbette, yalnızlık duygusunun ağır bastığı bir döneme denk geldiğinden etkilenmiştim bu şiirden: “Yüreğin dolu sevmek istersin/ Sevebileceğin kadın yok// Deniz görmek istersin mavi/ Denizin mavisi yok// Konuşmak halleşmek dertleşmek istersin/ İnanılacak dost yok// Başın döner tütünsüzlükten/ Cebinde cigaran yok// Oturur sıkıntının şiirini yazarsın.” Sıkıntının şiirini yazmaya çalıştım mı, anımsamıyorum, ama o günlerdeki (üniversitede öğrencisiydim) benim ruh halimi yansıttığı için sevmiş, unutamamıştım bu şiiri.
Küresel Haberler... – Zeynep Şen Sayfa:110
EKİM 2020 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI