|
|
AĞUSTOS 2020
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Değişen Okuma Kültürü |
Sayfa:4 |
Uzak okuma - yakın okuma pratikleri, zorunlu okuma, eleştirel okuma, yazar gibi okuma, yaratıcı yanlış okuma (kendilerinden önceki ustaları yanlış okumak suretiyle büyük işler yapan yazarlar/şairler), teknolojinin okur deneyimine etkisi… Ağustos sayımızda “Değişen Okuma Kültürü” dosyamızda edebî üretime değil de tamamen okur kanadına ve okuma deneyiminin tarihsel değişimine yoğunlaşıyoruz. Yazarlarımız Pelin Kıvrak, Bâki Ayhan T., Ferit Güven, Mehmet Özkan Şüküran, Mahmut Temizyürek, Barış Acar.
Pelin Kivrak “Yazar Gibi Okumak” başlıklı yazısında “Kötü okur var mıdır?” sorusuna yirmi birinci yüzyılda cevap bulmaya çalışan akademisyenlerin ihtilaflı görüşlerinden yola çıkarak edebî metinleri bir yazar gibi okuyabilmenin püf noktalarına değiniyor. Entelektüel ve siyasi yaşamın her alanında yüceltilen ‘eleştirel okuma’ ile özellikle akademisyenler tarafından hor görülen ‘duygusal okuma’ arasındaki uçurumun bu sayede kapanabileceğini düşünen Kıvrak, bir akademisyen-yazar olarak kendi tecrübelerinden örnekler paylaşıyor.
Bâki Ayhan T., “Epifanik ve Nostaljik Okuma Bağımlısı” başlıklı yazısında kendi okuma serüveninden kısa notlarla başlayıp akademik okuma, zorunlu okuma, karmaşık okuma, nostaljik okuma gibi edimlere, bir kısmıyla ilk kez karşılaştığımız kavramlara doğru ilerliyor. Popülist edebiyat, postmodern roman tartışmalarına da değinerek akademideki okuma kültürünün oluşumuna dair ilk elden veriler sunuyor. Türlere göre okumanın sınırlarının sıkı okur nezdinde ihlal edilmesi gereğini vurguluyor, sınırlı okumaya karşı çıkıyor. Yazının en önemli kısmını ise yaratıcı yanlış okumaya dair Edip Cansever, Cemal Süreya, Necatigil, Turgut Uyar gibi şairlerden verdiği örnekler oluşturuyor.
“Felsefi Bir yaşam Biçimi Olarak Okumak” başlıklı yazısında Ferit Güven, Heidegger’in teknolojide ve okumada nasıl farklı zamanlamalara sahip olduğu düşüncesini irdeliyor. Teknoloji ile belirlendiğimiz bir çağda okumak nedir ve belki daha da önemlisi ne değildir? Bu yazının amacı okumanın (ve yazmanın) nasıl teknolojik bir nitelik aldığını sorgulamak ve teknolojinin zamanının okumanın zamanına nasıl ters düştüğünü göstermek. Bugün teknolojiye biraz olsun direnebilen bir okuma edimi, bir yaşam biçimi olarak algılanabilir. Ve yazar bir metin oluştururken okumanın zamansallığını nasıl kavrayabilir?
Okumanın televizyonun, sosyal medyanın ve görselin hayatımızda merkezî bir yer işgal etmesinden önce farklı pratiklerle gerçekleştiği malûm. Mehmet Özkan Şüküran “Unutmanın Ağrısıyla Okumak” başlıklı yazısında okuma kültüründeki değişiklikleri ele alıyor; bugün okunan metinlerin geçmiş döneme kıyasla daha kolay unutulduğunu ve bunun okumanın bir paradoksu olduğunu belirtiyor.
Mahmut Temizyürek, “Salâh Birsel Okur-Yazar” başlıklı yazısında şiirimizin büyük isminin denemeciliği üzerinden okurluk ve yazarlık yönelişini betimliyor; sözlü kültür geleneği ile ona zıt olarak doğan yazılı kültür arasında nasıl bir yazınsal köprü kurduğu üzerinde duruyor, tabii Salah Bey’e çok yakışan fantastik bir kadroyla. Özellikle şu çabasını vurguluyor Birsel’in; deneme dili de pekâlâ bir anlatı dili olabilir, bilgi taşımakla birlikte hiç ondan eksik kalmayacak oranda okuma hazzını ahenkle gözetmesi koşuluyla.
Barış Acar, “Görsel Sanatlarda ‘Okuma Yapma’nın Değişen Anlamı Üzerine Sıralı Birkaç Küçük Düşünce” başlıklı yazısında 90’lardan bu yana sanat yazıları söz konusu olduğunda sıklıkla karşımıza çıkan “okuma yapmak” teriminin ürettiği bağlamlar üzerinde duruyor; “‘Okuma yapmak’ ifadesini bugün kaç kişi kullanıyor ya da kaç kişi hatırlıyor merak ediyorum. Oysa bir zamanlar çok popülerdi. Sanat literatürüne şiddetle çarptığı 90’ları kastediyorum. Okuma yapma, otoriter ‘tek anlam’ hegemonyasına karşı çeşitliliği önermek demekti neredeyse,” diyor.
|
|
|
Yazar Gibi Okumak – Pelin Kıvrak |
Sayfa:6 |
Nasıl okumamız gerektiğinin sınırlarının artık akademiyi de aşan bir norma dönüşen eleştirel okuma teknikleri tarafından belirlenmesini bir sorun olarak gören Warner, okumalarımızda ‘ham’ olanı geri kazanmak ve ‘tanıdık’ geleni doğrulamak gerektiğini savunur. Çünkü okurun kendini bir karaktere yakın hissetmesi, yazara kızması, tarihsel romanları okurken içinin aidiyet ve yurttaşlık gururuyla dolması gibi tepkiler akademiye mensup olsun ya da olmasın her okurun tecrübe edebileceği, hakiki hislerdir. |
|
|
Epifanik ve Nostaljik Okuma Bağımlısı – Bâki Ayhan T. |
Sayfa:10 |
Değineceğim yanlış okumaların ilki sadece İkinci Yeni içinde değil bütün Türk şiiri içinde en sevdiğim şairlerden olan Edip Cansever’in Eliot’ı yanlış okumasıdır. Olay şu: Edip Cansever, 1957’de Yerçekimli Karanfil’i yayımlayarak İkinci Yeni içinde maddeyle hesaplaşmayı, maddeyi hayatımızın ortasına koymayı isteyen şiirin ilginç örneklerini vermiş, kuşak içinde adından söz ettirmeye başlamıştır. 1960’larda bununla yetinmeyip, o sıralarda oluşan siyasal ortamın da etkisiyle diğer İkinci Yeni şairlerinde de görüldüğü üzere, şiirine yeni bir kanal açma arayışına girmiştir. Zaten çok okuyan biri değildir ve sınırlı okuma uğraşları sırasında, 1961’de T. S. Eliot’ın Denemeler’iyle karşılaşır. O yılın kasım ayında yapılan bir soruşturmaya verdiği yanıtta, “T. S. Eliot’ın Denemeler’ini okuyorum,” (Şiiri Şiirle Ölçmek, YKY, İstanbul 2009, s. 339) der. Böylece, Akşit Göktürk tarafından çevrilen Denemeler üzerinden Eliot’ı tanıyacak ve onun “nesnel karşılık” kuramına kuvvetli şekilde bağlanacaktır. Ne var ki Göktürk’ün yanlış bir tercihle “nesnel karşılık” şeklinde çevirdiği objective correlative kavramı aslında “nesnel bağlılaşık/ bağlılaşım” demektir ve Eliot’ın kavrama kazandırdığı Shakespeare örneklemeli açılımdan bunu anlamak mümkündür. |
|
|
Felsefi Bir Yaşam Biçimi Olarak Okumak – Ferit Güven |
Sayfa:16 |
Teknolojik aygıtların ve teknolojik yaşam biçiminin varlığımızı belirlediği bir çağda okumak ruhumuzu toparlamaktan başka hiçbir “işe” yaramaz. Bir varoluş biçimidir. Varolmanın ilişkilendirilmesidir. Bizi teknolojik her aygıt gibi ya kendi başımıza bir işlev sahibi olmaktan ya da başkalarıyla sadece işlevsel ilişkiler kurmaktan uzaklaştırır. Bizi başka dünyalara götür-mez kesinlikle ama bu yaşadığımız dünyadaki varoluş biçimimizin neyi örtbas ettiğini çağrıştırır. |
|
|
Unutmanın Ağrısıyla Okumak – Mehmet Özkan Şüküran |
Sayfa:21 |
Bugün unutma mefhumunun bu kadar mühim bir alan teşkil ediyor oluşunda, özellikle okunan metin anlamında, televizyondan internete kadar bilgiyle ilişkimizi değiştiren, dönüştüren yapıların etkisini yadsımak olanaksız. Hatırlamaya çalışmanın yerine Google’a sormak daha kolay geliyor. Tipografik dönemde ise bilgiye erişmenin temel yolu hatırlanacağı üzere sözlü ve yazılı kültürdür sadece, dolayısıyla refleksif bir durum da söz konusu o dönemde. |
|
|
Salâh Birsel Okur-Yazar – Mahmut Temizyürek |
Sayfa:24 |
Salâh Bey bir rüya görmüştür, özeti şudur: Büyük bir meydandadır, in cin top oynayan bir meydan. Oradan yürür yürür büyük bir konağa varır; kapısı açık. Önünde bir yaşlı adam boş bir kaptan dolu bir kaba duman doldurup duman boşaltıyordur. Onu görünce anlar ki burası Binbir Gece Masalları diyarı, karşı konak da hükümdar Şehriyar’ın sarayıdır. |
|
|
Görsel Sanatlarda “Okuma Yapma”nın Değişen Anlamı Üzerine Sıralı Birkaç Küçük Düşünce – Barış Acar |
Sayfa:28 |
“Okuma yapma” ifadesini bugün kaç kişi kullanıyor ya da kaç kişi hatırlıyor merak ediyorum. Oysa bir zamanlar çok popülerdi. Sanat literatürüne şiddetle çarptığı 90’ları kastediyorum. Okuma yapma, otoriter “tek anlam” hegemonyasına karşı çeşitliliği önermek demekti neredeyse. Ben, belirli bir fikri benimsetmeye çalışmıyorum, sadece kendi fikrimi beyan ediyo-rum, diyordu. “Doğru anlam”ın olanağına dair bir ikirciğin taşıyıcısıydı. Doğru, her özgül durumda ve her seferinde yeterince doğru olabilir miydi? |
|
|
Edebiyat Gündemi: Tanpınar’ın Bilinmeyen, Daha Önce Hiçbir Yerde Yayımlanmamış Bir Konuşması – Yasemin Olur Çeker |
Sayfa:29 |
Varlık dergisi okurlarına sunduğumuz konuşma metninde Tanpınar edebiyatçıların yalnızlığı ve eserlerinin biricikliği üzerine tartışıyor. Edebiyatçıların birbirleriyle kavgaları hakkındaki görüşlerini ortaya koyuyor. Sanat hayatı boyunca hakkındaki “sükût suikasti”nden yakınan Tanpınar, günlüklerinde bunun için “bir sebebi belki benim” diye yazar. Edebiyatçılarla düşüp kalkamadığını söyler. Edebiyatı, memleketin o günlerde içinde bulunduğu duruma göre bu kadar ciddiye aldığına pişmandır. Fakat ölümüne kadar şiirleri ve romanlarıyla elinden gel-diğince uğraşır ve sanatçının yaratıcı dehasının ardındaki sırrın ışığıyla ısınır. İçine çekildiği edebiyat çarkından hayatı boyunca çıkamayacaktır. |
|
|
Bir Başka Sanat (Şiir) – Atakan Yavuz |
Sayfa:32 |
|
|
|
Nesnelerin Dili (Anlatı) – İlyas Tunç |
Sayfa:34 |
|
|
|
Eleni İçin Bir Defne (Şiir) – Cenk Gündoğdu |
Sayfa:36 |
|
|
|
Modernizme Giden Yolda İzlenimciliği Yeniden Düşünmek: Batı Sanatı ve 1914 Kuşağı – Ecem Özensoy |
Sayfa:38 |
Avrupa’da 19. yüzyıl sonlarından itibaren başgösteren ve modernizme açılan kapıyı aralayan izlenimcilik sayesinde sanatın kendini ideolojilerden ve resmî kurumlardan bağımsızlaştırdığını göz önüne aldığımızda, Türk sanatında modern resmin doğuşunu 1914 Kuşağı ile ilişkilendirmek doğru bir yaklaşım olur mu? |
|
|
Nur Özalp’ın Atölyesi ve “Su Serisi” – Emre Dirim |
Sayfa:42 |
Yol uzun, konuşmalar yolun uzunluğunu unutturuyor. Üç aydır yeni çıkıyorum dışarı, otobüslere, metrolara binmeden hep yürüdüm; hep yürüdüm kanal kenarlarında, hafta sonu evlerinin arasında, sokak aralarında, parklarda... İlkyazı karşıladım ağaçlarla, çiçeklerle, zaman zaman ben de buradayım diyen güneşle. Şimdi ise Nur Özalp’ın atölyesine gidiyoruz onun arabasıyla. Yeni resimler yaptığını, büyük boy resimlerle uğraştığını söylüyordu konuşma-larımızda. Beni meraktan meraka sarıyordu yeni çalışmaları, gizi çözeceğim, yeni resimlerle göz göze geleceğim günü sabırla bekledim. Eh, sabrın sonu selamet! |
|
|
Dergi Tefrikası - 4 ya da “Gözün Kör Olmasın Haydar...” – Haydar Ergülen |
Sayfa:46 |
Evet, çok yazıyor, her yerde yazıyorum, hatta son günlerde Ekşi Sözlük’te hakkımda yazan bir arkadaşa göre, “rüzgâr nereye esiyorsa oraya koşan bir zat”mışım. Gerçi arkadaşımız bu kadarla yetinmeyip şiirlerimin kötü olduğunu söyleyerek bir kez daha kalbimi kırmışsa da, ‘madem ki yazıyorum, çaresizce katlanıyorum’ diyerek acımı içime gömüyorum. |
|
|
Gramer Kaçakçısı (Şiir) – Necip Yıldız |
Sayfa:52 |
|
|
|
Yeni Nesil Transfobi – Markiz |
Sayfa:53 |
Tüm bunları “Nazi” ilan edilen bir feminist yazmadı. Bir trans, konunun öznesi olan ben yazdım. Kurt kapması riskine rağmen bu yozlaşmış sürüden ayrı olduğumu belirtmek istiyorum, çünkü tüm bu transaktivizm en yakınımız olan feministleri yıprattığı gibi benim gibi düşünen transları da kötü etkiliyor. Zira kimliğimiz kullanılarak cadı avı yapılıyor. Transfobiyi eril düzenden ve erkeklerden gördüğümüz gerçeğinin üstü örtüldü ve kimliğimiz üzerinden kadınlara baskı uygulanıyor, hakaret ediliyor. |
|
|
Başka Kent Türküsü (Şiir) – Mehmet Karaca |
Sayfa:55 |
|
|
|
B. Nihan Eren Öykülerinde Sezgi Payı – Hande Balkız |
Sayfa:56 |
Her metnin sadece yazarın girebildiği gizli odaları vardır. Karakter, zaman, mekân tasarımlarını tetikleyen imgelerin mühürleri bulunan odalar… Kurgu düzlemini inşa eden gizli odalardan metne sızan bilinçaltı kodları, toplandıkları eşiklerde farklı izleklere dönüşür. B. Nihan Eren’in öykülerinde öne çıkan ses imgesi ve su metaforunun öykülerin bilinçdışı düzlemindeki meseleleri çözmek için kullanıldığı söylenebilir. İç seslerle çarpışan dış sesler (gökgürültüsü, yağmur sesleri, kepenklerin kapıların çarpma sesleri, martı sesleri, sokaktan gelen araba, insan sesleri vb.) ve evlerin, zihinlerin, kalplerin içindeki yangınları (suçluluk, hayal kırıklıkları, korkular, tedirginlikler vb.) adeta sağaltmak, söndürmek, hayatın akışını hatırlatmak için tekrar tekrar kullanılan su metaforu (yağmur, fırtına, kasırga, çeken akıntı, ıslak toprak ve bitkiler ). |
|
|
Gani Gaita (Öykü) – Gülüş G. Türkmen |
Sayfa:64 |
|
|
|
Asya (Şiir) – Fatoş Asya Akbay |
Sayfa:66 |
|
|
|
Adı Mualla da Olsa (Şiir) – İbrahim Tığ |
Sayfa:68 |
|
|
|
Susmanın Yetkisiyle (Şiir) – Bekir Dadır |
Sayfa:69 |
|
|
|
Peyzaj (Şiir) – Enver Ali Akova |
Sayfa:70 |
|
|
|
Romanlarıyla Tarık Dursun K. – Mehmet Atilla |
Sayfa:71 |
Tarık Dursun’un romanlarındaki kadınlar kolay kolay terk edilmezler. Gerekirse onlardır terk eden çünkü. Bağışla Onları adlı romanında aktör Vahram Papazyan’a “Terk eden her zaman kadındır ve erkek; o alışma devresinin ardından başlardaki suçlamasını geri alır, kadına hak verir ve suçun asıl kendisinde olduğunu kabul eder,” dedirterek (s.66) ve de Serpil Gülgün’le yaptığı söyleşide, “Yaşamda erkeklerin kadınları terk etmeleri olanak dışıdır, terk eden her zaman kadındır, kendinizden pay biçin, bana hak verirsiniz,” diyerek bu düşüncesini pekiştirmektedir (Milliyet Kitap, 13.02.2006). |
|
|
Kuyruklu Kürt (Öykü) – Ahmet Çakmak |
Sayfa:74 |
|
|
|
Zamanın Alnındaki (Şiir) – Şeyda Kazez |
Sayfa:75 |
|
|
|
Safiye Erol: Aşkın ve Kadıköyü’nün Unutulmaz Romancısı – Taner Ay |
Sayfa:76 |
Atilla Özkırımlı’nın yorumunun aksine, Safiye Erol hep bir “tezli roman” yazarı olmuştur. Kadıköyü’nün Romanı’nı pek çok kişi bir “semt romanı” olarak değerlendirmesine karşın, bu eseri Kadıköyü semtini merkez alan bir “dönem romanı” olarak kabul etmemizin çok daha gerçekçi olacağı kanısındayım. Metin Savaş’ın Kadıköyü’nün Romanı hakkındaki “cemaatten ferde geçiş inkılâbının doğurduğu buhranın romanı” şeklindeki yorumunuysa (Dergâh, s. 19, Eylül 2002), Safiye Erol’un hayat tarzının ve romanın hakikatlerine aykırı olduğunu düşünüyo-rum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 22 Şubat 1948 ile 2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Huzur romanıyla, Safiye Erol’un Huzur’dan 6 yıl kadar önce 1 Haziran 1942 ile 16 Eylül 1942 tarihleri arasında yine Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen Ülker Fırtınası arasında “tuhaf benzerlikler” bulunduğu muhakkaktır. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:88 |
İnsanoğlu yola sorularla çıkınca bulduğu her yeni cevap zamanla yeni bir sorunun içine düşmekte gecikmiyor. Sözlü edebiyat ürünleri, insanın kendine ve çevresine sorduğu sorular etrafında şekillenmiştir. Bu sorulardan en çok nasibini alan ve soruları kendine varlık nedeni kılan felsefenin tarihi de, temelleri ne zaman atıldığı belli olmayan ve dil denen mucizenin ta-rihine kadar uzanır. Her şeyin bir felsefesi var artık. |
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:90 |
Artistik metinleri pek sevdiğim için bana gayet iyi geldi Ursula K.Le Guin’in tüm söyledikleri ve özellikle şu önerisi: ‘Gürültü çıkarın ya da tamamen sessizleşin. Kelimelerin inişli çıkışlı veya akıcı hareketinde eylemi yeniden üretmeyi deneyin. Kelimelerin sesinde, cümlelerin ritminde her ne olacaksa onu yapın. Eğlenin, kurtlarınızı dökün, oyalanın, başınıza icatlar çıkarın, özgür olun.” |
|
|
Kafes (Öykü) – Fatma Özer |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varsanı (Şiir) – Ayça Erdura |
Sayfa:93 |
|
|
|
Dünden Bugüne (Fincanın Etrafı Sarı) (Şiir) – Asım Çetinkaya |
Sayfa:94 |
|
|
|
Çay ve Rakı (Öykü) – Öykü Gizem Gökgül |
Sayfa:95 |
|
|
|
Taş ve Toprak (Şiir) – Ahmet Akın |
Sayfa:96 |
|
|
|
Konuşmalar (Şiir) – İsmail Afacan |
Sayfa:98 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:99 |
|
|
|
“Başka Türlü de Olur” / Mehmet Can Doğan – Esra Sağlık |
Sayfa:99 |
Şiirleriyle; yeni bir dünya tasarımını gözler önüne seren, yaşadığı toplumu kendi iç dünyasıyla sentezleyebilen, dili ait olduğu yerde –şiirde– doğru ve uygun biçimde konumlandıran şairlerin bir kitapta bir araya getirilen toplu şiirleri, söz konusu şairin poetik serüvenini izleyebilmek açısından, okura, büyük bir kolaylık sağlar. Mehmet Can Doğan’ın 1990’lı yılların başından 2017 yılına kadar çıkardığı yedi şiir kitabı, Başka Türlü de Olur adıyla bu yıl “toplu şiirler” olarak YKY’den yayımlandı. Mehmet Can Doğan, kitabın girişinde yer alan “Po(em)tika” başlıklı yazısında, şiir anlayışını; Ahmet Haşim’den Mallarmé’ye, Tanpınar’dan Heiddegger’e uzanan geniş birikimini hissettirerek ifade etmiştir. |
|
|
“Unutulmaz” / Turgay Fişekçi – Soner Sert |
Sayfa:101 |
Geçtiğimiz günlerde A7 Kitap’tan Turgay Fişekçi imzalı Unutulmaz isimli bir gezi notları/günce kitabı yayımlandı. Fişekçi’nin yirmi yılda tuttuğu notlardan, deneme niteliğin-deki yazılarından oluşan kitap, şair/yazarın çeşitli ülkelerde katıldığı edebiyat etkinliklerinde karşılaştıklarından ya da yalnızca keyif veya meraktan çıktığı gezilerin notlarından oluşuyor. Gerek biçimsel, gerekse de içerik bağlamında yazar, izlenim aktarımı yaparken, duru bir dil ve akıcı bir retorik kullanmayı tercih ediyor. Bu sebeple gördüklerini, kendi düşünceleri ışığında kâğıda dökerken, biçimine ya da türüne –henüz– karar vermediği ve serbest bir çağırışımla yazmayı denediği anlaşılıyor. |
|
|
“Buz” / Tristan Jones – Hikmet Temel Akarsu |
Sayfa:102 |
Tristan Jones’un Grönland ve Kuzey denizleri bölgesine yaptığı “seyr-ü sefain”i(!) anlattığı Buz adlı eser bu türden “sergüzeşt edebiyatı”nın en rafine örneklerinden biri. Kitap, otobiyografi, anı, seyahat türlerinin melez bir şekilde buluştuğu özgün bir edebî formda kaleme alınmış. Gerçeklikle bu doğrudan ilişkisi onu daha da ilginç ve okunur kılıyor. |
|
|
Faris Kuseyri ile “Doğu Duvarı” Üzerine Söyleşi – Zeynep Yalçın |
Sayfa:104 |
Doğu Duvarı’ndaki biçimsel tercihlerin dikkat çekmesi tabii kaçınılmaz oluyor. Bu eser, bir “divan” değil elbette. Ama divan geleneğinden beslendiği bir gerçek. Öncelikle kitabın örgüsü, şiirlerin sıralanması yönüyle. Ardından sizin andığınız nazım biçimleri ve nazım türlerinin tercih edilmesi bakımından. Fakat biçimlerin, kafiyenin ve hatta içeriğin metne yaşayamayacağı bir hayatı bahşetmesi mümkün değildir. |
|
|
“Billy Budd” / Herman Melville – Derya Çakır |
Sayfa:106 |
Melville’in mitoloji, din ve doğallık merakının bir yansıması olan, kitaba ismini veren yağız, güçlü ve temiz yürekli Billy Budd, hem saflığın hem de trajik hikâyesiyle talihsizliğin simgesi. |
|
|
“Eğiş” / Pınar Gözpınar – Serdar Çekinmez |
Sayfa:107 |
Gırç! Gırç! Gırç! Arka kapağındaki bu ifadeyi görünce ister istemez uzandı elim. Bu ne idi? Hırsından dişlerini gıcırtadan bir adamın hikâyesi mi yoksa erotik bir yapıt mı? Kitabı elime alıp şöyle bir çevirirken istemeden gülümsedim. Hatta bakışlarını bana doğrultmuş kitapçı kız kendi kendime güldüğümü düşünmesin diye maskemi yüzüme çektim hemen... Malûm korona ayları... Sarı kapağının üzerindeki tuhaf çizimler yeraltı edebiyatına dahil olduğu izlenimi veriyordu. İsmi Eğiş’miş. Kesinlikle bu kitabı tanımalıydım. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:109 |
Artık Oruç Aruoba da yok. Ne ki hiç (Varlık, 1997) var. Şunlar da var bende. Ne (Otuzaltı tanzaku), Tümceler, Hani, Uzak, Yakın, De Ki İşte, Sayıklamalar, Yürüme, Zilif, Yaşam Yorgunları (sanki) –el yazısıyla–. Ve o unutulmaz Başo kitabı, Kelebek Düşleri (2008). Onunla Adana’daki bir etkinlikte tanıştım. Sonra Frankfurt Kitap Fuarı’nda birlikte olduk. Bir kez de İzmir Kitap Fuarı’nda görüştük. Sonra... sonra... sonra... yok sonrası. Özlü, kısa felsefi, haiku yüklü, doğayla sarmaş dolaş cümleleri kaldı. Doğanın değişen anları, insanın içindeki yer değiştirip duran duygu sarmalları, gözün gördükleri ya da göremedikleri, okunan kitaplardan süzülüveren düşünce kırıntıları, kırpıntıları... Tarihlere düşen duygular, dizeler, imgeler... “Ağaçlar/ kulak kabartmışlar:/ Dolunay’ı dinliyorlar.” (24 Mayıs 1994, Çiftehavuzlar) |
|
|
Küresel Haberler... – Zeynep Şen |
Sayfa:111 |
|
|
|
|
|
|
|
|