|
|
NİSAN 2020
|
|
|
Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu |
Sayfa:2 |
|
|
|
Edebiyat İyileştirir mi? |
Sayfa:4 |
Dosyamız bir soru soruyor, basit: Edebiyat iyileştirir mi? “Biz Birbirimize Âşıktık” başlıklı, Nilgün Tutal imzalı ilk yazı, Fransa’da bu yılın Ocak ayında yayımlanmasının ardından yedi baskı yapan Vanessa Springora’nın Le Consentement (Onay) başlıklı romanı hakkında. Roman yazarının 13-15 yaşları arasında ünlü yazar Gabriel Matzneff ile yaşadığı ilişkiyi konu alıyor. Matzneff eserlerinde rüşt yaşına erişmemiş kız ve erkek çocukları ile cinsel ilişkilerini anlatan ve bununla ünlü olmuş, devlet sanatçısı sayılan ve kendisine bu nedenle kültür bakanlığının aylık maaş bağladığı bir yazar. Springora romanında Fransa’nın 1968 Devrimi etkisi altında biçimlenen “sanat ahlaktan üstündür” anlayışıyla “mübah” gördüğü ço-cuğa yönelik cinsel istismar olgusu hakkında kendi özyaşamında benzer bir olayın açtığı yarayı anlatıyor. Roman Fransa’da Matzneff ve benzer sanatçıların bu tür yasayla düzenlenmiş suç işleme durumlarında yasanın ötesinde sayılıp sayılamayacağına dair bir tartışma başlattı. Tutal, Springora’nın edebi yolla sözünü söyleyerek kişisel ve toplumsal iyileşme yolunu seçmesini ele alıyor.
Dosyanın “Yazı İyileştirir mi?” başlıklı, Fidan Terzioğlu imzalı ikinci yazısı, yazının iyileştiriciliğine dokunmak istiyor. İnsan yazıya neden sarılır? Bu ilişki nasıl kurulur, nasıl güçlenir, nasıl yollardan geçer? Kim yazıyor, kimin için, ne için yazıyor? Kendi kitabını okumak ne demektir? Soruların içinden yeni soruların açıldığı bu yazıda Terzioğlu, Hamlet’i, yazarını ve okurunu iyileştiren, böylece başka yazılara açılıp büyüyen bir metin olarak se-lamlıyor.
“Uykusuzluk Nasıl Edebiyat Olur?” başlıklı üçüncü yazıda Pelin Kıvrak uykusuzluğun çağdaş dünya edebiyatında çoğunlukla insanlığın geleceğini tehlikeye sokan bir hastalık ya da bireyin iyileştirmesi gereken bir sıkıntı olarak temsil edilse de yaratıcı zihinlerin uykusuzlukla ilişkilerinin kendilerine özgü oluşunu tartışıyor. “Uykuya ihtiyaç duyan insan/işçi” ve “uyuyamayan entelektüel” arasındaki farkı bulandıran ve psikolojiden siyasete pek çok disiplini bir araya getiren edebî temsillerden biri çağdaş edebiyatın uyuyamayan kadın figürüdür. Pelin Kıvrak yazısında uykusuzluğun temsilini edebi tarihsel bir mercekten ve kadın karakterler üzerinden inceliyor.
Dosyamızda edebiyatın toplumsal ve politik sağaltıcı işlevini ele alan iki yazı var. “Tanımadan Tanınmaya, Felaketten Anlatıya Dilin Şifası” başlıklı ilk yazıda Mehmet Özkan Şüküran pek çok farklı noktaya uğrayarak edebî olanın sağaltıcı gücünü vurguluyor. Edebiyatın temel olarak ayna işlevi gördüğü kabulünü tartışan yazıda, kişinin kurmaca metin aracılığıyla kendini tanımasının, kendini başka bir ışık altında görebilmesinin neye tekabül ettiği ele alınıyor. Yazı dilin bir şifasının olduğunu söyleyerek tartışmayı felaket anlatısına kadar götürüyor.
“Dünya Kuran, İyileştirici Edebiyat” başlıklı diğer yazı ise Yaşar Kemal’in eserleri üzerine çalışmalarıyla tanınan Erol Köroğlu’na ait. Köroğlu yazısında “edebiyat eleştirir mi?” sorusuna Yaşar Kemal ve Paul Ricoeur’un dilin ve kurmacanın gücünü vurgulayan saptamaları üzerinden bakıyor ve bunlarla bağlantılı olarak Elaine Scarry’nin dilin araç haline gelerek dünyayı kurma düşüncesini tartışıyor. Bu tartışmanın ardından, Yaşar Kemal’in Karıncanın Su İçtiği romanındaki kimsesiz çocuk sürüleri bölümüne odaklanarak, bu acı verici öykünün edebiyatın dünyayı kurma ve dolayısıyla iyileştirici olma özelliklerinin bir örneğine nasıl dönüştüğünü gösteriyor.
Dosyamızın “Masal Odada ve Yaşamla Ölüm Arasındaki 150 Metrekarelik Alanda Sanat” başlıklı son yazısında Itır Erhart kendi sanat terapisi deneyimini aktarıyor. 2003-2005 yılları arasında Chicago’daki Children’s Memorial Hospital’da sanat terapisi gönüllüsü olarak çalıştığı günleri ve deneyimleri içten ve samimi bir sesle anımsıyor. “O güne kadar “sanat” ve “terapi” kelimelerinin yan yana gelebileceğini bile düşünmemiştim,” diyen Erhart yazısında bu deneyimin kendi üzerindeki dönüştürücü etkisini okurla paylaşıyor.
|
|
|
Biz Birbirimize Âşıktık! – Nilgün Tutal |
Sayfa:6 |
Springora’nın yedinci baskıyı yapmakta gecikmeyen romanı bir suç işlediğinde “sanatçıyı öldürmek gerekir mi” türünden bir tartışmayı başlatmış bulunuyor. Başat erkeklik ne kadar her yönüyle sorunluysa, başat bir hınçla tacizin tartışılması da bir o kadar sorunlu olabilir. |
|
|
Yazı İyileştirir mi? – Fidan Terzioğlu |
Sayfa:11 |
Kimin için yazılıyor bu yazı? Sabırlı bir merakla, ısrarla sorulunca, bu soru tek cevabını ifşa ediyor: Senin için. Bu sen, beni, bizi, ötekileri, tüm kişileri içerip her suretin ötesine uzanan bir sen. Yazana hem en ağır sorumluluğu, hem de en kesin özgürlüğü bahşeden bir sen. “Kimin için?” sorusu böyle cevaplanınca, geriye tek bir soru kalıyor: “Ne için?” İşte bu soru, sonsuz çeşitlilikte cevaplar getirebilir, çünkü yazının sözcüklerini ortaya çıkaracak olan, tam da bu soru. Özgürlük mü getiriyor yazara? Hayır, aksine. Bu sorunun cevabı, yazarın seçimine bağlı değil. Hem de hiç. “Ne için yazıyorum?” sorusu başka biçimlerde de sorulabilir: Şimdi burada, ilgiye, dikkate, özene ihtiyacı olan nedir? Bedeni mecalsiz bırakan, yüreği daraltan nedir? Aklı tutsak eden nedir? Kalbi huzursuz eden, gönülden kopmak isteyen nedir? Beni, bizi yarım, eksik, parçalı, bölünmüş, çalkantılı, dengesiz kılan nedir? Kanı ateşleyen nedir? Arzuyla dolduran nedir? Hasretle yakan nedir? Dert nedir, derman nedir? Yolu işaret eden nedir? |
|
|
Uykusuzluk Nasıl Edebiyat Olur? – Pelin Kıvrak |
Sayfa:15 |
Yazarın sanatını icra ederek hem kendini hem de dünyayı iyileştirebileceğini düşünmesi ve bu uğraşın gece vakti daha erdemli bir hale bürünmesi psikoloji ile ilgili olduğu kadar optik ile de ilgili bir durum. Karanlığın sadece cehalet ya da akıl tutulması olarak değil, aynı zamanda bilinmezlik ve sonsuzluk metaforu olarak da ele alınması gece çalışan (ya da uyuyamadıkları için gece çalışmaya mecbur olan) yazarların maneviyat veya metafizikle ilişkilerini de sembolize eder. Sanatçının aydınlığı temsil edebilmek için önce karanlığın, yalnızlığın ve acının içine düşmesi, tüm bu duyguları en yoğun şekilde hissetmesi gerekir. Bu düşüncenin pratiğe çevrilmiş en eski örneklerinden biri Antik Mısır’da ruhlarına kılavuz arayan şairlerin Tanrılar tapınağında bir gece zifiri karanlık bir hücrede kalarak kalplerindeki anlamları düşünmeleridir. Yani bilgiyi ve aydınlığı arayanı keşfe yaklaştıran şey hem uykusuzluk hem de karanlıkta uyanık kalma tecrübesidir. |
|
|
Tanımadan Tanınmaya, Felaketten Anlatıya Dilin Şifası – Mehmet Özkan Şüküran |
Sayfa:20 |
Sanatın bir ayna işlevi gördüğü, aynaya benzer şekilde bir şeyleri yansıttığı, söylenegelen, üzerinde uzlaşılan konulardan biri. Fakat ayna metaforunda aynanın net mi bulanık mı olduğu sorusu, çoğu durumda, somutlaştırılmadan kabul edilen bir tür deneyim, bilgi halini almış bulunmakta. Sanatın toplum veya birey ilişkisine bir ayna tuttuğunu inkâr edemeyiz, ancak gerçek anlamıyla bir ayna olduğunu da ileri süremeyiz. Aynanın neyi nasıl gösterdiği, neyi göstermediği, çarpıttığı ya da deforme ettiği, sanatçının sanat deneyiminde somutluk kazanıyor çoğunlukla. |
|
|
Dünya Kuran, İyileştirici Edebiyat – Erol Köroğlu |
Sayfa:23 |
Yaşar Kemal ve Ricoeur’un saptamaları bağlamında dili de silah-alet karşıtlığı içerisinde düşünebiliriz. Dil, diyelim karşımızdaki insana psikolojik acı vermek üzere kullanılıyorsa bir silah haline gelecektir; ona kendisini önemsiz hissettirebilir, eksikliklerinin farkına varmasını sağlayabilir, dünyasını yıkabiliriz. Bunun tam tersine yöneldiğimizdeyse, zihinsel olarak zenginleşmesine, daha olumlu bir öz imgeye sahip olmasına yardım edebiliriz. |
|
|
Masal Odada ve Yaşamla Ölüm Arasındaki 150 Metrekarelik Alanda Sanat – Itır Erhart |
Sayfa:28 |
Yaklaşık iki yıl çalıştım sanat terapisti gönüllüsü olarak. Son altı ayımın neredeyse tamamını, kapısından ilk girdiğimde, birkaç saat bile kalamayacağımı düşündüğüm, Hospice Care’de, yaşamla ölüm arasındaki o 150 metrekarelik mekânda, geçirdim. Tanıştığım, birlikte zaman geçirdiğim, yüzlerce çocuktan, Dora’dan, diğer gönüllülerden, doktorlardan, hemşirelerden o kadar çok şey öğrendim ki… Kolunda serumla, tekerlekli sandalye ile kalp naklini, hatta ölümü beklerden bile dans edilebileceğini, insanın komada, hatta ameliyat sırasında bile sevdiği bir müzik parçasını “duyabileceğini”, bir masanın etrafında toplanmış çocukların bir yandan resim yaparken bir yandan da burundan beslenmenin zorluklarından, kemoterapinin yan etkilerine kadar her konuyu rahatlıkla konuşabileceğini, birkaç saat içinde kendi marakalarını, çerçevelerini yılbaşı süslerini, kar kürelerini yapabileceğini… |
|
|
Gökyüzünden Gelen Top (Öykü) – M. Özgür Mutlu |
Sayfa:30 |
|
|
|
Evham (Şiir) – Altay Öktem |
Sayfa:32 |
|
|
|
Kore’nin Oscar’lı Filmi “Parazit” ve Man Booker Edebiyat Ödüllü “Vejetaryen” – Çiğdem Ülker |
Sayfa:34 |
Eğer yaşadığınız şehir açlarla dolu ise hiçbir duvar, hiçbir kamera sizi koruyamıyor. Evinizi yüksek duvarların arkasına bile saklasanız yine de yoksulların gözleri üstünüzdedir. |
|
|
Şehit (Şiir) – Yücel Kayıran |
Sayfa:36 |
|
|
|
Tebdil-i Mekânda Ayrılık Vardır: Irmak Zileli Romanlarında Zaman-Mekân-Ayrılık – Hande Balkız |
Sayfa:38 |
Irmak Zileli, Son Bakış’ta bugünün sınırlarını aşan, adeta bir kısırdöngü içinde çözümsüzce sa-lınan bireysel ve toplumsal sorunlara odaklanır. Gözlerini Kaçırma romanındaki gibi üç kuşak kadının hayatlarını biçimlendiren tarihsel, kültürel, coğrafi koşulları son temsilci Tina üzerinden aktarır. Gölgesinde romanında olduğu gibi zamanın ihlali söz konusudur. İhlal edilen şimdiyle genleşen zaman okuru geçmiş ve şimdinin kesinliği, geleceğin ihtimalleri içinde gezdirir. Örümcek ağı gibi iç içe geçen sarmal kurgu güçlü bir yapıya ulaşır. Bellek dökümü sunan roman korkarak yaşamanın, ötekileştirilmenin yıkıntıları arasında dolaşan hikâyeler anlatır. Tina’nın iç sesi ölüm anına sızan geçmişin sesleriyle buluşur. |
|
|
Varlığın Yüzeye Mahkûmiyeti: Şiirler (Şiir) – Alperen Yeşil |
Sayfa:45 |
|
|
|
Fevzi Karakoç’ta Evren - Figür İkiliği – Yalın Alpay |
Sayfa:46 |
Karakoç bize bir öykü, anlam ya da mesaj iletmez. Seçtiği figürler ve tasvirler hiçbir öz taşımaz. Resim onda bir taşıyıcı ya da bir temsil mekanizması değil, varılmak istenen amacın bizzat kendisidir. Bu nedenle resmi ikincil kılıp da bir anlatı üretmeyi reddeder. Kendi dışına gönderme yapacak bir resim ona yabancıdır. Karakoç’ta resim, resim içindir. |
|
|
Felaket İstasyonu Sergisi Üzerine – Gültekin Emre |
Sayfa:50 |
Sanatçılar felaketleri nasıl yorumluyor acaba? Herkesin bakışı, düşüncesi farklıdır elbette. İşte bu farklı ortamların, değişik sanatsal bakışların ortak bir duruşta buluşmasının güzel mi güzel bir örneği Felaket İstasyonu sergisi..
Grup Sergisine Katılan Sanatçılar: Nazaket Ekici, Eda Soylu, Fulya Çetin, Hayri Esmer, Mustafa Sevinç, Neriman Polat, Taldans, Teoman Kozan, Vahap Avşar, Aslı Işıksal, Lütfi Özden. Küratör: Ferhat Özgür.
Felaketler insanoğlunun dünyasından hiç eksilmiyor, tersine her gün giderek daha da artıyor. Savaşlar zaten başlı başına tüm insanlık için büyük felaketlerin başında geliyor. Kazanan da, kaybeden de yıkılıyor ekonomik ve sosyal olarak. Depremleri, bu büyük felakette ölenleri düşününce inşamın içi yanıp kavruluyor. Doğa felaketleri ayrıca can yakıcı fırtınalar, tsu-namiler, sel baskınları, yağmurlar, toprak kaymaları, kazanalar, boğulmalar, sığınmacıların, göçmenlerin çileleri, son günlerde de Corona Virüsü korkusu (en büzük felaketlerden şimdilik, bakalım nereye kadar gidecek ve ne kadar insan ölecek)... say sayabildiğin kadar.
|
|
|
Dergi Tefrikası-1 – Haydar Ergülen |
Sayfa:54 |
Son zamanlarda yazmayı bıraktığım, bıraktırıldığım ya da kapanan kimi yayınlar ve dergilerin sayısı çoğalmaya başlayınca bir de “Dergi Tefrikası” yazayım dedim. Burada yayınına katıldığım birkaç dergi ile artık yazmadığım dergilerden söz edeceğim. Bugüne değin yazdığım, yazmakta olduğum dergilerin tümünden söz etmeye kalkarsam, dergi tefrikası, roman olur! |
|
|
“Sayılı Gündü Geçti” ve Hüseyin Su – Necati Mert |
Sayfa:58 |
Sayılı Gündü Geçti, dopdolu bir nehir söyleşi. İki adlı olmanın otellerde ve resmî kurumlarda yol açtığı durumlarla zaman zaman mizaha yaklaşan bir söyleşi. Kitapta çizmediğim satır, işaret vermediğim paragraf adeta yok. Üstelik her şey sıralı. Düşünce olarak da, bir hayat hikâyesi olarak da sıralı. Zaten ben hikâye olarak okudum, adı da: İbrahim’in (Çelik) Hüseyin Su Oluşu. |
|
|
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Narmanlı Yurdundaki Yılları – Alper Çeker |
Sayfa:61 |
19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’nin bir nüshasını Tanpınar ev sahibi Avni Narmanlı’ya imzalamış. Sunuş cümlesinde eski yazıyla “Aziz dostum Avni Narmanlı’ya hürmet ve sevgiyle” diyor. Avni Narmanlı’nın kitapla pek ilgilendiğini sanmıyorum, içinde okunduğuna dair bir iz yok ama saygı duyduğu belli, çünkü onu ciltletmiş hatta ciltçi, karışmaması için kurşunkalemle ilk sayfaya kitabın sahibinin adını yazmış. Bunun yanında belgelerden, Avni Narmanlı’nın kiracısını yıllarca idare ettiği anlaşılıyor. Bir tüccarın idare ettiği Tanpınar diğer taraftan giysileri yüzünden edebiyatçılar arasında alay konusu oldu. |
|
|
“Ben Kimim? Bir İlkel ve Bir Çocuk” – İlhan Berk - Hüseyin Ferhad |
Sayfa:64 |
Kaderde onunla birlikte olmak da varmış meğer! 2002 Altın Portakal Şiir Ödülü nedeniyle Antalya’ya gelmişti. Ahmet Oktay’ın ödül sevincini paylaşmak istemişti anlaşılan. Tülay Tura Börtecene’yle Hulki Aktunç da oradaydılar. Etkinlik komitesinden Ahmet Tüzün, Celâl Hafifbilek, Hasan Şişli, Mustafa Koç, Hüseyin Cahit Kerse de. Beni resmen sıygaya çekti. 20, 21, 22 Mart; üç gün ‘kabir azabı’ yaşamadım desem yalan olur. Tanıkların çoğu uçmağa vardı. Mahmut Temizyürek, daha hayattayken, bu söyleşiyi kayda geçirmem ve İlhan Berk’e göndermem gerektiğini söylemişti. Olmadı. Eksik ya da fazla; aşağıdaki metin, daha doğrusu aklımda kalan siyah-beyaz kesikler, replikler, bu “duruşma”lar silsilesine aittir. |
|
|
Melisa Gürpınar’ın “Her Harf Bir Melek”i ve Edebî Eserin Sunumunda Rokoko – Ersun Çıplak |
Sayfa:71 |
Kaldı ki kitabın tamamında yalnızca A harfine somutluk kazandırılması, Türkçenin A’sı ile Arapçanın Elif ’i arasındaki örtüşme göz önünde bulundurulduğunda, gerek yazınsal gerekse düşünsel açıdan metni anlamlandırırken Doğu geleneğinin hesaba katılmasının akla uygun olduğunu göstermektedir. Neden? |
|
|
Gir Benimle Günaha Bir Akşamüstünde (Şiir) – Naile Dire |
Sayfa:74 |
|
|
|
İmgenin Haylaz Çocuğu: küçük İskender – Sinan Bakır |
Sayfa:75 |
küçük İskender şiirindeki duygulanıma, şiirsel gerilime, psikolojik ve düşünsel çatışmaya imgenin oluşturduğu atmosfer içinden varılması, imgelerinin alışık olunmayan bir algı mekanizmasını devreye sokması imge şiirine yeni bir tazelenme getirdiğini gösterir. Şiirinin asıl etkisi yıkıcı, sarsıcı, teşhir edici özgün imgeleminde ortaya çıkar. Aykırı bir söyleyişe varma isteği şiirsel duyumda imgenin öncesinde derinine inilmemiş bir dünya algısını da beraberinde getirmesine yol açar. Ne var ki dildeki savruk, dağınık anlatımın birçok defa imgeye de sıçraması eleştiri konusu olur. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel |
Sayfa:82 |
Toplumsal gelişmeler, siyasal kırılmalar ve değişimler şiiri anında etkilemese de belli bir zaman sonra belirlemekte, adlandırmaktadır. Bu adlandırma ihtiyacının bir kısmının arka planında adlandıranın (ister manifestal metinlerde olsun, ister belli şiir mahfillerinde) kendine yer açma, zamana bir işaret düşürme isteği de seziliyor. Günlük hayatımıza sokulan vitrinlerin, eşyaların altyapısını oluşturduğu tüketim kültürü de netice de insan ürünü. Kültürden bugün artık 1930’larda, ’40’lardaki gibi bir değerden bahseder gibi bahsetmiyoruz; daha çok olumsuzluk tarafı yürürlükte. Her alanın kendine ait kültürel zemini, kodları var artık. Şiir, bu kültürlerle zaman zaman çatışmak, onları seçip ayırmak, bazen de korumakla karşı karşıya. |
|
|
Kuytu Bahçe (Şiir) – Aysu Kılıç |
Sayfa:83 |
|
|
|
Ömrümün Ziyanı (Şiir) – Sadık Ay |
Sayfa:84 |
|
|
|
Masum (Şiir) – Özlem Balıkcı |
Sayfa:85 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak |
Sayfa:86 |
Öyküde, romandaki gibi olay zinciri olmadığı için karakter yaratmak, inandırıcı kılmak, karakterin gelişimini, değişimini göstermek daha zor evet, kabul, ne var ki pek mümkün. |
|
|
Yaşamak İçin Avans (Şiir) – Ümit Akgün |
Sayfa:88 |
|
|
|
Butimar (Öykü) – Sitem Şanlı |
Sayfa:89 |
|
|
|
İki Yanı Uçmuş Uçurum (Öykü) – Murat Şahin Öcal |
Sayfa:91 |
|
|
|
Yüzük (Öykü) – Serkan Gülpınar |
Sayfa:95 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:99 |
|
|
|
“Dayı Parçası” / Murat Yalçın – Bâki Asiltürk |
Sayfa:99 |
Dayı Parçası, dil ve biçem değişimi/ikiliği üzerinden okunduğunda, acıyla yüklü durumlarda kendimize bir çıkış ararken nasıl da yanlış yansıtmalara yönelebileceğimizi gösteren bir roman. Reel hayattan beslenen ama davranış psikolojisi izinden giderek ortalama davranışı tersyüz eden bir yapıtla karşı karşıya olduğumuza göre okurun bunu göz önünde tutması gerekiyor. |
|
|
“Ya Hiç Karşılaşmasaydık” / Tuğçe Isıyel – İrem Civelek |
Sayfa:101 |
Ya Hiç Karşılaşmasaydık derin bir araştırma süreciyle hemhal olmuş, yazıları demlenmiş, Antik Dönem’den başlayarak insanlığı günümüze taşıyan edebiyat metinleriyle harmanlanmış, kendinden ve bugünden bahsetmekten çekinmeyen, merak eden ve okura da bu duyguyu aşılayabilen bir kitap. Tuğçe Isıyel’in bu ilk kitabının psikolojiye, edebiyata, günümüzün ilişkilerine ve kendisini keşfetmeye meraklı okurlarla karşılaşması karşılıklı bir diyalog başlatacak derinlikte. |
|
|
“Biricik Hikâye” / Julian Barnes – Hakan Bora |
Sayfa:103 |
Kitaplarında hayatı yönlendiren hemen her şeyi işleyen Barnes’ın favori temalarının başında politika ve din, tarih ve sanat, kazalar, felaketler, terörizm ve mizah geliyor. Yaşamı her yönüyle romanlaştırırken satır aralarına, karakterlerin ağzından kendi fikirlerini de yerleştiren yazar, hayal gücü ile gerçekliği bütünlüyor.
Yeni romanı Biricik Hikâye de bu çizgide seyrederken aşk ile vazgeçiş arasındaki ilişkiyi gündeme getiriyor.
|
|
|
Hüseyin Serhat Arıkan ile “Bir Dün Var Yarında” Üzerine Söyleşi – Yiğit Kerim Arslan |
Sayfa:104 |
Yapıyı düşünmeden şiir yazmamak gerekir bence, şiire tasarı niteliği veren yapıdır. Elbette, yaratım sürecinde her şey tasarlandığı gibi gitmeyebilir, çünkü Nabokov’un da dediği gibi bir tenis maçına benzer yazmak. Ancak bu durum, şiirin kurulan bir şey olduğu gerçeğine aykırı değil. |
|
|
Yiğit Kerim Arslan ile “Kirpik Bilgisi” Üzerine Söyleşi – Hüseyin Serhat Arıkan |
Sayfa:105 |
Ben burada, ne yapsam sürgüne uğruyorum. Nerede değilsem orayı istiyorum. |
|
|
“Ülkü Tamer Şiiri, Gole Giden Bir Panter” / Aslıhan Tüylüoğlu – Veysel Çolak |
Sayfa:106 |
Şu saptamaları yapıyor Aslıhan Tüylüoğlu: Ülkü Tamer’in şiiri bir aşkınlıktır. Şiirin insanlaşmasıdır daha doğrusu. Bu şiir, karşıtların birliği üzerinde gelişir ve süreklilik kazanır. Tıpkı yaşam gibi; örgütlü ve dağılgan. Bu nedenle yaşam kesitlerini buluşturan dil birliklerini özenle oluşturur Ülkü Tamer. Yan yana getirilmiş, birbirini bütünleyen ya da yadsıyan renkler gibi... |
|
|
Cengiz Kılçer ile “Sosyalizm, Sanat, Edebiyat” Üzerine Söyleşi – Şeref Bilsel |
Sayfa:107 |
Uzun müddettir kültür sanat alanında hiyerarşik olarak örgütlenmiş bir avuç yazar, akademisyen, yayıncı, iş adamı vs. gibi sol liberal ağdan oluşan kanaat teknisyeni (doxazofları) var; bu şebeke kendilerince bir hakikat müessesi inşa ederek, yine kendi ideolojik, politik, estetik iktidarlarını ve markalarını yeniden ve yeniden üretiyorlar. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:109 |
Gonca Özmen o “güneşi böyle” Bile İsteye getirip önümüze koyuyor ya, akıyor üstümden şiirler, imgeler. Gurbet değil artık burası “Ay akıtmalı” düşler. Elbette o bu şiirleri iyi demlendirmiş. Dize ve sözcük yinelemeleri şiirin şırıltısını, parıltısını duyuruyor. Yolculuğa çıkarıyor bu şiirler okuru, su kenarlarına, ay ışıklarının aydınlattığı yollara, günbatımlarının renk cümbüşüne, sevgilinin sıcacık tenine, rüyaların gerçek olduğu yerlere... alıp götürüyor. Eski ne varsa işte onların küllerinden doğmuş, yeni, diri söyleme kanat takmış şiirler. Anlamak için değil, dünyayı, aşkı, günümüzü kavramak için yeniden, yani bir daha, bir daha, bir daha okuyacağım Bile İsteye’yi. (Kırmızı Kedi, Eylül 2019) “Narın tanesinden döküldük/ Dedim o boşluğa gideyim/ Bahçemiz vardı, vardı çözüldük”. |
|
|
Küresel Haberler – Zeynep Şen |
Sayfa:111 |
|
|
|
|
|
|
|
|