Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

OCAK 2020

Çizgiyorum – Özge Ekmekçioğlu Sayfa:2
Türkçenin İçinden Çıkmak – Selçuk Orhan Sayfa:4
Sadece sözcük envanteri açısından baktığımızda bile bugünün yazarı açısından sezgileriyle içinden çıkmaya çabaladığı bir bulanıklık olduğunu düşünüyorum. Türkçe birbirinin bire bir ikamesi olan sözcüklerle şişirilmiş bir dil gibi görünüyor. Dil Devrimi’nin amacı eski bir sözcüğü onunla anlamca bire bir örtüşen yenisiyle değiştirmekti; dolayısıyla sözlük karşılığı açısından yeni türetilen sözcüklerin neredeyse hepsi yabancı dilden alınma bir sözcüğün eşanlamlısıydı. Değiştirilen sözcüğün eskisinin dilden atılması hedeflendiği için dilin şişeceği hesaba katılmamıştı. Oysa eski sözcükler dolaşımda kaldığı için dilimizde kaçınılmaz bir sözcük enflasyonu oluştu.
Dil Denen Kişilik Taşıyıcısı – Bâki Ayhan T. Sayfa:10
İlk elde, yazar ve şairler dilsel tercihlerini “eski sözcük kullanmam”, “yaşayan Türkçenin dışına çıkmam”, “uydurma sözcüklerle yazmam”, “Osmanlı Türkçesi”, “öz Türkçe” şeklinde koyabilirler. Bu tercih, üst dil eksenli bir tercihtir ve doğrusunu isterseniz sanatçı için en zayıf tercih biçimidir. Neden mi? Bir kere bu organik bir seçim değildir. Asıl önemli olanı da böyle tercihlerde sözcüklerin çağrışım güçleri, anlam katmanları, dize veya cümledeki (haydi, artık aşılmış olduğunu düşünsem de Saussure’ü anımsayalım) bağlamları göz ardı edilmiş olur. Düz bir tercihtir bu; çiçekli-böcekli kravat takmam, ince belli bardakta çay içmem, sigara içerken ağızlık kullanmam, dizi izlemem, çizgili pijama giymem gibi bir tercihtir. Hatta onların bile gerisindedir, çünkü bu saydıklarımız eninde sonunda bireysel tercihlerdir, oluruna/olmazına sadece ve doğrudan bizim karar verebileceğimiz seçimlerdir. Oysa dil söz konusu olduğunda, anlam söz konusu olmuş demektir, anlam gündeme geldiğinde ise kaçınılmaz olarak (bir kez daha Bakhtin’i anımsayalım) diyaloji, yazanın gündemine girmiş demektir.
Daha da İhtiyar Balıkçı - Doğru Yazmak ve Yazım Kurallarına Yıllar Boyunca Uymak Hakkında Bir İki Not – Süreyyya Evren Sayfa:14
Türkçenin şapka kurallarındaki dalgalar bana en ciddiyetsiz olduğumuz noktalardan biri gibi gelir hep. Bir Türkçe’nin Yazım/İmla Tarihi çalışmasında herhalde özel bir yer tutacaktır bu şapka dalgalanmaları. Farklı yayınevleriyle dergilerle, gazetelerle, portallarla çalışan herkes deneyimlemiştir bir editörün şapka koyduğu sözcükten diğer editör şapkayı kaldırabilir. “Biz hiç şapka kullanmıyoruz” diyerek bütün şapkaları atan bir dergiye de yazmışlığım vardı. Günümüzdeki uzlaşma “mekân”, “hâlâ”, “kâfi”, “hikâye” gibi az sayıda sözcükle şapka kullanımını sınırlamak, ama bunlara da çok özen göstermek ve önemli bir doğru/kural imiş gibi davranmak şeklinde özetlenebilir. Tabii yazım eğilimleri siyasi eğilimlerin hep çatısı altında olduğundan daha muhafazakâr konsensüslerde daha fazla şapka kullanımı da belki söz konusudur, tam emin olamıyorum.
Soruşturma – Ali Ayçil, Alper Beşe, Cengiz Asiltürk, Feyza Hepçilingirler, İbrahim Yıldırım, Murat Batmankaya, Murat Yalçın, Nuray Önoğlu, Savaş Kılıç, Tanıl Bora Sayfa:17
Günümüz Türkçesinde eşanlamlı –sözlük açısından bire bir aynı anlamda– pek çok sözcük yer alıyor. Dil devrimi sürecinde veya daha öncesinde dilde sadeleşmeye gidiş amacıyla türetilen yeni sözcüklerin bir bölümü süreç içinde kolayca benimsenmiş. Ancak Türkçeye bu yolla kazandırılan yeni sözcüklerin benimsenmesinin yanı sıra, terk edilmesi beklenen eskiler de kullanımdan tamamen çıkmamış, korunmuş: Öykü/hikâye, kuşku/şüphe, etkinlik/faaliyet, cümle/tümce, sözcük/kelime, cevap/yanıt, soru/sual, yenilgi/mağlubiyet, yıl/sene, uyum/ahenk, kavram/mefhum, duygu/his, çözümleme/tahlil, utku/zafer… 1) Sözcük seçimine nasıl karar veriyorsunuz? “Dil bilinci” konusundaki fikriniz nedir? 2) Özellikle bugünün şair-yazarlarının, editör ve çevirmenlerinin bir bölümü, biri ötekinin yerini almak üzere türetilmiş bu sözcükler arasında anlam ayrımları oluştuğunu düşünüyor. Dilimizdeki bu durumun bir belirsizliğe yol açtığını düşünüyor musunuz? Size göre anlamca kesin bir ayrıma kavuşmuş ikililer var mı? 3) Bugünden başlayarak dilimizin geleceğiyle ilgili nasıl bir yol izlenmeli?
Kızılkanadın Yüzünde (Öykü) – Necati Mert Sayfa:27
Ölüm(lülük)le Yüzleşmek – Halûk Sunat Sayfa:34
Bilimsel gelişmelere sığınarak ölümü tedavülden kaldırma hevesinin epeyce yol aldığı günümüzde, ölümle yaşam eşiğinde yaşanan ‘spor’ (vb.) etkinlikleri de dikkati çekicidir. Bu bir çelişki mi? Hayır. Ölüme meydan okumanın, ölümlülüğü denetlemenin/tasarruf etmenin, kaçınılmaz yazgıyı hükümsüz kılmanın (yadsımanın); dahası, sıra dışı edimsellikle başkalarının gözünde ölümsüzleşmenin (‘şanım yürüsüncülüğün’) bir açılımı olmalıdır tehlikeli sporlar. Belki de, doğrudan ‘ilişki’ katında sahihlik/hakikilik değerini yitirmiş hayatın başkalarının gözünde gerçeklik (seyirlik değer) kazanmasının bir yoludur –ki, yukarıda andığım üzere, kaçınılmaz sonun öncesini nasıl tasavvur ve tasarruf ettiğimizi anlamaya da çağırır bizi.
Küçürekler, Epizotlar, Anlar (Öykü) – Levent Karataş Sayfa:38
Baht (Şiir) – Tahir Abacı Sayfa:40
Nesnelerin Dili – İlyas Tunç Sayfa:42
Bilgi, son hamle gelmeden elde edilmesi gereken en değerli şey; satranç tahtasındaki altmış dört karenin her biri için bir öncekinin iki katı buğday tanesi biriktirmek gibi. Mümkün mü? Ömür yetmez! Şövalyelik, mümkün olmayanın peşinde koşmak değil midir zaten?
Sana Bir Gökyüzü Daha (Şiir) – Nur Saka Sayfa:44
Salih Bolat ile Söyleşi – Cenk Kolçak Sayfa:46
İnsan politik bir varlık değil midir? Ta iki bin beş yüz yıl önce Aristoteles bu soruya “evet” diyordu. İnsan eğer toplumsal bir varlıksa, aynı zamanda politik olur. “Politika”, bugün toplum biçiminde yaşayan insanın, özellikle şehirleşmiş insanın, az ya da çok demokratik ilişkiler içindeki davranış biçimidir. Bireyler şu ya da bu oranda karar mekanizmalarına katıldıklarında, ister istemez politik olmuş olurlar. Elbette şiirin metaforik, imgesel dili içinde böylesine kavramsal belirlemeler, tanımlamalar yapılmaz. Ama zaten insan niçin sanat yapar? Kendi dünya projesini, kendi değerler dünyasını yaşantılar, nesneler, doğa üzerinden estetize ederek insanlarla paylaşmak için değil mi? Bu bağlamda şunu hatırlatmak isterim: Demek saf ideolojiler şiir üretmezler, şiirler ideoloji üretir. Öyleyse ne kadar şiir varsa o kadar ideoloji vardır, diyebiliriz.
Ayrıksı ve Tanrısal: Proust’un Yüzyılı – Gülüş G. Türkmen Sayfa:50
Kayıp Zamanın İzinde ben diliyle açılır ve romanda tam üç kez anlatıcının adının “Marcel” olduğu zikredilir. Ama bu Marcel, Marcel Proust değildir, çünkü protagonistin astım derdi yoktur ve heteroseksüeldir. Hem utangaçlığı hem de eşcinselliğin toplum içinde kabul görmeyişi, Proust’u cinsel yönelimini romanlarında örtülü ve kendinden uzak tutmak kaydıyla ele almasına sebep olur. Kayıp Zaman’daki Albertine Simonet karakterine yazarın tutkulu aşkı Alfred Agostinelli’nin model olduğu düşünülür: İkisi de tutsaktır ve ikisi de kaza sonucu hayatını kaybeder.
Türk Sinemasının Sessiz Dönemlerinde Anlatım Denemeleri – Burak Süme Sayfa:55
Donanma Mecmuası’nın 28 Kanunuevvel 1914 tarihli 74. sayısında ise, Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filminin yeniden yorumlanabilmesi için saklı kalmış bir detay vardır. Derginin kapağında anıtın tahribatından bir fotoğraf sergilenmiş; yaşananlar toplumsal, ekonomik ve kültürel açıdan değerlendirilmiştir. Fakat söz konusu filmle ilgili bir bilgilendirme yoktur. Sinemaya bu denli yakın olan bir mecmuanın satır aralarında ülkesinin yakın geçmişine tanıklık eden bir filmden bahsetmiyor oluşu düşündürücüdür. Ayrıca derginin her iki sayısını da tarih sıralamasına göre yan yana getirip incelediğimizde, kafa karıştırıcı bir durumla karşı karşıya kalırız. Çünkü Heybeliada Yavuz Dretnonu Geçidi, sinemamızın başlangıcı olarak kabul edilen Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filminden iki ay önce çekilmiş ve gösterilmiştir.
Kişisel Yaşantıdan Kadınlık Hallerine Aslı Serin Şiiri – Sibel Yılmaz Sayfa:59
Kadının bedensel arzularından ve isteklerinden dolayı ayıplandığı, cinsiyet eşitsizliğinin gündelik hayatın her alanında görünür kılındığı ve şiddetin gittikçe arttığı bir ülkede korkmadan, güçlü bir sesle “ben buradayım” diye haykıran şiirler yazar Aslı Serin.
Haydar Ergülen’in “Afrika Semahı” Şiiri Üzerine – Adnan Gül Sayfa:63
‘İyilik’ kavramıyla, ‘Amatör Ruh’ kavramının iç içe anılmasının gerekliliğine inandım. Çünkü yaratılışa sadık kalabilme gücünün Amatör Ruhla mümkün olabileceğine dair kanaatim hiç değişmedi. Temelde huzur ise insanlığın maksadı, bu iki faz enerjinin evreni ayakta tutmakla kalmadığı, aynı zamanda özel bir mana kattığını da sezdim. Çünkü Amatör Ruh ile hareket eden İyilik eyleminin diğer baskıcı etkenlerden bağımsız hareket etme yeteneğine bu zeminde kavuştuğunu bizzat hayatımda keşfettim.
Örgüt (Şiir) – Veysel Çolak Sayfa:72
Banu Özyürek Öykülerinde Ötekine Karşı Bir Zırh: “Poz” – Hande Balkız Sayfa:73
Dünyanın/ötekilerin seslerini bastırmaya çalışan iç seslerin hâkimiyetinde ilerleyen Poz öykülerinde çatışma bakışlara direnmenin içsel dinamikleriyle güçlendirilir. Yazar; gündelik hayatın akışında, seslerin, görüntülerin, yığınların arasına katılan kişilerin davranış örüntülerini an’lara odaklayarak parça parça aktarır. Geçmişin, çocukluğun, ailenin, gölgesinde kaybolmamaya çabalayan öykü kişilerinin korkularının karşısına dikilip kalmaları; hayallerini, heveslerini dünyanın eylem diline çevir(e) meyişleri, durağanlıkları dikkat çeker. Karar veren ancak harekete geçemeyen, izleyen, düşünen, kahramanların yalnızlık ve korkularıyla yüzleşmeye çalıştıklarındaki kaçınma alanını ise poz vermek oluşturur. ‘Mış gibi’nin insanî yanılsamasına sığınan kahramanlar; korkmuyormuş gibi, yalnız değilmiş gibi, altını ıslatmamış gibi, sevdiği kişiden ayrılmamış gibi, ölmeyecekmiş gibi görünürler.
Stuttgart’tan Kiel’e Almanya Notları – Deniz Özbeyli Sayfa:80
Dünyanın en büyük sanayi kuruluşlarının bulunduğu bir ülkenin bu kadar yeşil olabileceğini daha önce buralara gelmeyen biri anlamayabilir. Hele bu kişi bir de, ağacı az olan bozkırlarda ya da çıplak dağların civarında yaşayan biriyse. Açıkçası, Almanya iklim ve su açısından çok avantajlı bir ülke. Bu da bir coğrafi şans galiba.
Cennetten Sürgün Sözcükler (Şiir) – Hüseyin Akın Sayfa:83
Yeni Şiirler Arasında – Şeref Bilsel Sayfa:84
Yazmak, karar vermektir. Çoğu zaman başkaları yerine de duyup düşünme isteğinin yansımasıdır; ama ‘ne(yi) yazmaman gerektiğine de kara vermeni bekler yazmak.
Güz de Biter (Şiir) – Ulaş Bager Aldemir Sayfa:85
Yeni Öyküler Arasında – Jale Sancak Sayfa:86
Ocak ayının öykücüleri ise Gülru Pektaş ve Ahmet Rıfat İlhan.
Sokaklar Gerindi (Öykü) – Gürsel Bektaş Sayfa:88
Bir Ben Bir Düş (Şiir) – Gülru Pektaş Sayfa:89
Tunç Çağı (Şiir) – Hatice Sabah Sayfa:90
Kesik Bacak (Öykü) – Ahmet Rıfat İlhan Sayfa:91
K-e-ş-k-e (Şiir) – Umut Çiflik Sayfa:92
Varlık Kitaplığı Sayfa:93
“Taşın Altındaki El” / Nassim Nicholas Taleb – Branko Milanovic Sayfa:93
Taleb’in neden günümüzün en önemli düşünürlerinden biri olduğuna ilişkin düşüncemi birkaç ay önce Twitter’da yazmıştım. Şimdi daha ayrıntılı olarak açıklayayım. Taleb, (a) bazı fenomenlerin Gauss dışı dağılımlarına ilişkin teknik gözlemlerden, (b) bunun gerçeklik algımız ve olayları kavrayışımız (epistemoloji) açısından ne demek olduğuna dair genellemeye, (c) bilgi metodolojisi ve tümevarımsal düşüncenin rolüne, son olarak da (d) etik üzerine bir duyuruya doğru ilerledi. Bunları aktarmak için bir üslup yarattı. Bu kısmı tartışmayacağım, ama Taleb’i okumuş olan herkes bu üslubun kesinlikle orijinal olduğunu ve Borges’inki gibi taklit edilebileceğini ama tam olarak üstesinden gelinemeyeceğini bilir.
Âba Müslim Çelik ile “İlhan’ın Paltosu Kanlı” Üzerine Söyleşi – Ozan Öztepe Sayfa:95
Yalan söylenemez şiir diliyle, kuş dili dahil hiçbir dilde.
“Ben û Sen - Bir Memleket Mekânı” /Ahmet Çakmak – Şirvan Erciyes Sayfa:97
Mekân ve insan ilişkisinin öne çıktığı eserde, Ben û Sen meyhanesinin bugünü değil anlatılan. Giderek dünü anımsayanlar azaldığına göre kolektif belleği harekete geçirecek benzer çalışmaların çoğalması daha da önem kazanıyor. Her şeyin büyük bir hızla tüketildiği çağımızda bugüne hiç benzemeyen, sanalın dışında kalmış olan dün, ancak edebiyat aracılığı ile yaşamaya devam edebilir.
Fatma Nur Kaptanoğlu ile “Homologlar Evi” Üzerine Söyleşi – Merve Kırman Sayfa:98
Cinsiyetsizlik de bilinçli bir tercih. Karakterlerin davranışlarının cinsiyetine göre şekillenmesini klişe buluyorum –bu tabii ki de anlatmak istediğimize göre değişebilecek bir durum–. Cinsiyetinden hiç bahsetmesek de bir karakteri sevebilir, içselleştirebilir, onun üzerine düşünebiliriz. Okuyucu/yazar olarak bir cinsiyetten beklentimizin olmaması gerektiğine inanıyorum.
Alper Çeker ile “Rus Modernizmi” Üzerine Söyleşi – Çetin Çağlayan Sayfa:100
Rus Modernizmi’nin tarihini anlatan bir bölümle başlıyor kitap. Ancak bu bölüm kuru bir vakayiname değil, aynı zamanda insanı konu alan bilimler hakkında bir tartışma. Çünkü Avrupai icatlar olarak tanıdığımız Yapısalcılık, Göstergebilim gibi insan bilimlerinde kullanılan yöntemler ortaya çıkışlarını Rus Biçimcilerine borçlular. Rus Biçimcileri edebî metinleri, üzerinde uzlaştıkları bazı ilkeler doğrultusunda tahlil ediyorlar.
Enes Kurdaş ile “Sevgili Kardeşim Ben” Üzerine Söyleşi – Yavuz Türk Sayfa:102
Malzemeyi uzakta aramak yanlış geliyor. Gözünü ardı arkası kesilmeyen sorunlarla dolu bir kara parçasında açmışsın, şair olmaya karar vermişsin, ne yazabilirsin. Yazmak istemesen de kendini yazarken buluyorsun. Ya yazacaksın ya da yazamayıp o karın ağrısıyla oturacaksın. En iyi yolu yazmak olmayabilir. Ama olsun.
“Peri Kızı Af Buyrun” / Polat Özlüoğlu – Münire Çalışkan Tuğ Sayfa:104
Polat Özlüoğlu’nun öykülerini balkonunuza kurulmuş, elinizde kahveniz, dışarıdan gelen kuş cıvıltıları eşliğinde sakin sakin okuyamıyorsunuz. Daha ilk öyküde canınız yanmaya, yüreğiniz sıkışmaya başlıyor. Çok rahat ve doğal bir anlatımla, tek kişilik bir konuşmadan oluşan “Anakızhala” da yalnızlık, birbirine sığınmış iki kadın, ölümün normalleştiği çileli bir yaşam, sevmenin, aşkın tadına varamamış, kimsesiz, dölsüz, geleceksiz iki insanla tanışan okur, bir yandan içi burkulurken bir yandan da Anakızhala’nın fedakârlığı karşısında minnetle gülümsüyor.
Merve Yakut ile “Godard Makinesi” Üzerine Söyleşi – Gökhan Gök Sayfa:106
Edebiyatın diğer sanatlarla kurduğu bağı çok önemsiyorum. Hem bu nedenle, hem de ilk romanım Godard Makinesi’nin kelimelerle inşa edilmiş bir film olmasını istediğimden, metnin görsel yönünü ön plana çıkarmak için fazlaca uğraştım diyebilirim.
“Güzel Günlerimiz Oldu” / Sami Karaören – Z. İrem Gönül Sayfa:108
Sami Karaören adı öncelikle şu üç kavramı anımsatıyor: Cumhuriyet, Cumhuriyet gazetesi ve arı Türkçe. Güzel Günlerimiz Oldu adlı bu kitapta anlatılanlar yalnızca bir gazetecinin anıları olarak okunacak anılar değil. Cumhuriyet tarihinin belki en önemli döneminin, 50’li- 60’lı yılların tam odağında yaşamış, yaşadıklarının, dostluklarının hakkını verebilmiş, dünyaya hep mutlu bir gözle bakabilmiş gerçek bir aydın örneği Sami Karaören. Cumhuriyet gazetesi bugün olduğu gibi o yıllarda da siyasal durumda işlevi olan belki ilk gazete. Gazetenin okurlarının da bildiği gibi ülkede Cumhuriyet nasıl bir süreç yaşıyorsa Cumhuriyet gazetesi de benzer süreçlerden geçmiştir hep.
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre Sayfa:109
Paul Klee’nin günlüklerini biliyordum, okumuştum. Şiir yazdığını da. Ama Anlaşılamam Bu Dünyada Asla’da (Ve Yayınevi, Mayıs 2019) yer alan şiirler tam bir sürpriz oldu benim için, üstelik şiirler yazdıran desenleriyle birlikte. Görselliğin ve ruh sarsıntılarının, kaygıların ağır bastığı bu şiirlerin, bu zor şiirlerinin çevirilerinin üstünden gelmiş Akın Art ve H. Ali Sözen.
Küresel Haberler... – Zeynep Şen Sayfa:111
OCAK 2020 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI