Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

KASIM 2019

Çizgiyorum − Melike Kılıç Sayfa:2
Konuşmak ve Susmak Arasında Postmodern İnsan − Varlık Sayfa:4
“Konuşmak ve Susmak arasında Postmodern İnsan”. Dosya başlığındaki post ekiyle nitelenen insan, bilgi, eğlence, bağlantı, imge çağının insanı. Yaşamı anlık. Anlamları var ile yok arasında. Konuşması için araçların çoğaldığı bir çağda yaşıyor. Teknik sayesinde olandan bitenden hızla haberdar olabiliyor. Ama kayıtsız bir insan o. Jean Baudrillard’ın tabiriyle sessiz bir yığın. Gösterenleri oburca yutuyor. Onlardan pek etkilenmiyor. Ses vermeyi pek de takmıyor. Bu nedenle çokça suçlanan da bir insan. Politik bilinci olmayan, amorf bir yaratık da ayrıca. Yığınlar ses vermiyor, ama susuyor da değiller. Sadece politik olarak konuşmaktan, taraf tutmaktan imtina ediyorlar. Çoğu zaman da tek ve mutlak bir sesin peşinden kolayca kendilerini akışa bırakıyorlar. Farklı boyutlarıyla susmak, konuşmak, duymak, dinlemek arasında dolaşıyor dosyanın yazıları. Bir anekdot: 1853 yılında, bir dinleyici, Thadée Tyszkiewicz Carl Maria von Weber’in romantik üç perdelik operası Freischütz’ü repertuarına alan Krallık Müzik Akademisi’ne saygısızlık gerekçesiyle dava açıyor. Kulakların bu opera yüzünden zarar gördüğünü ileri sürerek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunuyor. Geçtiğimiz Eylül’de “Susmam, Susamam” adıyla çıkan, rap şarkıcılarının farklı konularda dünyanın ya da ülkenin gidişatı hakkında susamam dedikleri bir klip çıktı ve adı bilinmeyen birisi klipteki şarkıcılardan biri hakkında suç duyurusunda bulundu. Kulakları mı tahrip etmişti davaya konu şarkı? Kulakları tahrip olan kimdi bilmiyoruz. Evet hepimiz tahmin ediyoruz kesin, konu şarkıların kalitesinden, kulakları tırmalayıp tırmalamadığından çok, ortak duyuya aykırı bir şeylerin dile geliyor olmasıydı. Dosya konusu buradan doğdu. Konuşmayı, susmamayı değil de dinlemeyi ve uyumayı farklı bir anlam (politik ya da sanatsal) arayışının imkânları olarak düşünebilir miyiz sorusuna Nilgün Tutal Jean-Luc Nancy’nin Que faire?, A l’écoute, Tombe de sommeil başlıklı kitaplarına başvurarak cevap aramaya çalıştı. Sessizliğin içselleştirilen bir kendi arayışına giden yol olabileceğini düşünen Fidan Terzioğlu sessizce de konuşulabileceğini göstermeye çalıştı. 1970’li yıllarda iletişim bilimleri alanında kamuoyunun oluşum süreçlerini anlamak için geliştirilen Suskunluk Sarmalı teorisinden yola çıkan Sarphan Uzunoğlu, sosyal medya alanının malûl olduğu suskunluğu ele aldı. Politik bir suskunluk baskısıyla, Kürtçenin karşılaştığı kimi zor varoluş hallerini ele alan Mehmet Özkan Şüküran, baskının susmadığı yerde sessizliği düşünmenin lüks olma durumuna işaret etti. Hınçtan ve teslimiyet suçu işlemekten bahsetti. Acaba sorun susmaktan çok, çok konuşanlar yüzünden bazılarının susmak zorunda kalması mı?
Jean-Luc Nancy: Dinlemek ve Uyumak − Nilgün Tutal Sayfa:5
Dinlemek, bir özneye kulak vermek, ona dikkat etmekse, kim bu özne? Aynı anda hem kendisi hem de başkası, biri diğerinin yankısı bir özne. Kendilikten kendiliğe, kendinde ve kendisi için, dolayısıyla da kendi dışında titreşerek kendiyle ve kendi olmayanla özleşebilen kişi. Bu yankı, onun anlamının sesi.
Sessizken Konuşabilmek − Fidan Terzioğlu Sayfa:8
İçindeki sessizlikten mahrum olmak sadece kişinin kendisine zarar verseydi, belki daha çabuk uyanırdı, ama öyle değil işte. Sessizliği bilmeyen bilinç, köklenemiyor. Topraksız bir tohum gibi, rüzgârda savruluyor. Sessizlikten başka hiçbir şeyin doyuramayacağı bir açlığı bastırmak için gürültüden gürültüye koşuyor; vaatlerden, davetlerden, ezberlenmiş fikirlerden medet umuyor.
Sosyal Medyada Suskunluk ve Katılımcılık: Gözetim Altında Zoraki Sessizlik − Sarphan Uzunoğlu Sayfa:11
Katılımcı medya bağlamında ortaya koyulan tüm bu eleştirel yaklaşımlar aslında suskunluk sarmalının gelişimini hazırlayan sansür ve öz-sansür ortamını açıklarken de kullanılabilir. Sosyal ağlar hiper-ticari yatırımlardır, geniş bir gözetim ekonomisinin modelini oluştururlar ve devletlerle ilişkileri açısından da yeterince şeffaf değillerdir.
Politik Suskunluk, Konuşamamak, Hınç ve Teslimiyet Suçu − Mehmet Özkan Şüküran Sayfa:14
Susmaktan çok, konuşmaktan başlamanın açtığı bir alan var. Konuşmak fiili beni ilk elden dile dair kara bir şeylere gönderiyor. Kara, kara olduğu için de başa bela. Mesela 12 Eylül’de Diyarbakır hapishanelerinde şu şiar varmış: “Türkçe konuş, çok konuş”. Kimbilir ne çok suskunluk türedi bu şiardan. Yalnızca bakışın görünür olduğu, bakışla anlaşılan koyu bir suskunluk. Ama kara günler geride kaldığında, bir felaketin geçmişte kaldığının düşünüldüğü bir dönemde, daha büyük felaketlerin kapıda beklediği görülüyor hep.
Sanat ve Politika Ekseninde Yeni Bir Cephe Tahayyülü − Ahmet Furkan İnan Sayfa:18
Geldiğimiz noktada sayısız sergi metninde karşımıza çıkan Adorno’lara, Horkheimer’lara rağmen kültür endüstrisinin bir adım bile ötesine geçilemedi. Bu durum ilk bakışta kültür mekânının gerçekten de gerçekdışı bir olgu olduğunun kanıtı gibi görülebilir.
Üç Öykü (Öykü) − Remzi Karabulut Sayfa:26
Bir Ev, Bir Müze: Magritte’e İçeriden Bakmak − Gülüş G. Türkmen Sayfa:27
Magritte’in yaratıcı bir çizim ya da boyama tekniği yoktur. Statik görüntüleri tercih etmeye başladığı 1925 yılından itibaren öğeleri olabildiğince sade, gösterişsiz, düz ve sıkıcı biçimde resmeder. Magritte’in sanatı kısmen, döneminde yaşanan ideolojik kırılmanın bir yansıması olarak, görüntünün yerine fikrin ön plana geçmesindedir.
Kolay Beğenmeyen Bir Kitap Kapağı Tasarımcısı: İlhan Berk − Sina Akyol Sayfa:34
Kitabın adı mı, gerek duymamış kitabına ad koymaya; koskoca İlhan Berk kitabı işte, yetmez mi?
Şiirler (Şiir) − Hüseyin Yurttaş Sayfa:36
Sözcüklerin Ritimleri, Virginia Woolf ’un “Dalgalar”ı − Raşel Rakella Asal Sayfa:38
Hâkim imge dalga olduğundan ortaya çıkan ritim bir bakıma dalgaların hareketinin bir taklididir. Okuru içine sokup sürükleyen, işte bu ritimdir. Bu döngüsel hareket şunu ifade eder: Hayat, tıpkı şafaktan günbatımına, sonra tekrar şafağa dönen daire gibi, sonsuz bir yükselip alçalma döngüsüdür.
İbrahim Selim ile “Bunu Ben de Yaparım” Oyunu Üzerine Söyleşi − Ege Işık Sayfa:42
Sanat hayatla ilgili bir şey, hayattaki gerçeklerle. Politika ise magazin gibi, gerçek sanılmasını istediklerinizle ilgili.
Çeşme (Şiir) − Abdülkadir Budak Sayfa:44
Seyir Halinde − Haydar Ergülen Sayfa:46
Bazen de ‘Şiir bir sızma harekatıdır, hiç ummadığımız yerlere de sızar ve oradan uç verir, kendini gösterir’ gibi şeyler de söylemiş olmam kuvvetle muhtemel. Hatta demediysem bile şimdi aklıma geldiği için ‘eski askerler ölmez, sessizce kaybolurlar’ sözüne benzeterek, ‘şiir ölmez, biçim değiştirir, başka kılığa girer!’ diyeyim.
Kültür Gündemi: Türk Sinemasının 105. Yılı /Burçin Resuloğlu ile Dedesi Fuat Uzkınay Üzerine Söyleşi − Burak Süme Sayfa:50
Dedemle ilgili hazırlanmış olan bir belgeselde, meşhur matematikçi ama edebiyat ve sinemayla da ilgili olan Rakım Çalapala, “Fuat Bey, bana bu filmi çektiğini uzun uzun anlatmıştı, zaten kendisi de yalan söyleyecek bir adam değildi,” diyor. Bu tarz dedikodular çıkınca, dedemin yanında uzun yıllar çalışmış olan Gafuri Akçakın dayanamıyor ve Nijat Özön’ün dedem hakkında yazmış olduğu kitabın (Fuat Uzkınay) kenarlarına notlar alıp, düzeltmeler yapıyor. Önemli bir sayfasına da şunları yazıyor: “Yeşilköy’de ilk çekilen Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filmini, film çekme merkezinde, yani Ordu Foto Film Merkezi’ne girdiğim 1930’da (150 metre kadar civarında idi) birkaç defa kumandanlara gösterdim. Bu film 1941’de Ankara’ya nakil edilirken, 1941’de Hitler Bulgaristan’a gelince bütün İstanbul’daki daireler Ankara’ya, Kayseri’ye taşınmış. Ordu Foto Film Merkezi de Ankara’ya naklolmuş. Ambalaj yapılırken üst üste sarılmasından ötürü diğer arşivdeki filmlere karışmıştır.” Bu kitabın aslı Gafuri Bey’in kızı Melda Hanım’da, hatıra olsun diye saklıyor. Bana da bir fotokopisini verdi.
“Liberté, égalité, fraternité” (Şiir) − Gülsüm Cengiz Sayfa:53
Mecaz (Şiir) − Deniz Durukan Sayfa:54
Hırıp (Öykü) − Nihal Aksoy Sayfa:55
Irmak Konuştu (Şiir) − Liman Mehmetcihat Sayfa:57
Haysiyet Üzerine − Halûk Sunat Sayfa:58
Bense, bu noktada, ‘haysiyet/lilik’ diye anlaşılmaya ya da bir kavram olarak açımlanmaya çalışılan şeyin, öncelikle, –‘self/benlik’ kuruluşuna ve işleyişine dair– ‘kendiliksel bir değer’ olduğunun altını çizerek (az önce vaat ettiğim üzere) araya girmek isterim. Kuşkusuz, bu, tartışılan şeye ‘psikanalitik’ terbiye ile bakmanın ifadesi: Kendilik dediğimiz şey, kendisini, içinde soluk alıp verdiği –anne karnından başlayarak erken bebeklik dönemine dek uzanan– ortak yaşam dünyasından (‘primer narsisistik bütünlük’ten) ayrıştırarak kurar. Bedensel gelişimle birlikte ihtiyaçları üzerinden dışarıya yönelen ve dışarıyı ayrımsayan bebek, böylece, ‘öteki’ ile ‘ilişki’si içinde –ve ötekinde kurduğu ‘ideal’ (‘ben/ lik ideali’) üzerinden– kendisi olmanın yolunu tutar; yolculuğunun bıraktığı izleri ötekinin aynasında ‘kendi’ olarak tanır.7 İşte; haysiyet/ lilik (ya da, –sizlik) de, anılan kendilik oluşum sürecinin kişiye mahsus bir –kuruluş– hattı olarak alınmalı; lakin, ‘ideal’le ilişkisi (giderek ‘vicdan’la [üstben] bağıntısı) münasebetiyle hassas, kırılgan ve derinden işleyen (uygun koşullarda zor da olsa dönüşebilen) bir kendiliksel hat olduğu unutulmamalıdır.
90’lara Günümüzden Bakmak (2): Öyküde Patlama ve Düşünce Dünyası Asıl Şimdi − Barış Acar Sayfa:66
Bu altüst oluş içinde, ilk bakışta dikkat çekmese de, 2000’lerin ortalarından itibaren yayın dünyası üzerinde başka bir havanın estiğine tanıklık ediyoruz. Keza 90’larda sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen güdük çeviriler üzerinden dönen postmodernizm dolayımındaki tartışmalar, beraberinde büyük bir name-dropper ordusu dışında bir şey getirmedi. Aslına bakılırsa eleştirinin yönü yanlış değildi. Keza postmodernizm meselesi Türkiye’de, otoriter bir kimlikle biçimlenmiş “kurum” mantığına ve devletin mutlaklığında temellenen zihinsel yaklaşımlara karşı başkaldırıdan alıyordu suyunu. Ne var ki, uluslararası ölçekte neoliberal dalgadan gücünü alan bu eleştiri, sağla sol arasında garip zigzaglar çizen, kafası hayli karışık bir ruh durumunu da mükemmel olarak örnekliyordu.
Derya Ülker ile Resimlerindeki Kalabalıklar Üzerine Söyleşi − Hıdır Eligüzel Sayfa:76
Başka bir yaşam enerjisi üreten çoğul bir özne olarak çokluk, içindeki uyum ve çatışmalarla değerli. Yani hiyerarşik düzenlerde veya kitle temsillerinde olduğu gibi bir düzen arzetmiyor. Neredeyse on beş yıldır çokluğa ait imgeleri düşünüyorum, resimliyorum. Onlarla ilgili fikir defterleri oluşturdum. Son bir kaç yıldır sanatta yeterlik eser metni yazımı sırasında da kalabalıklar üzerine yazılmış literatürü ve eserleri tarıyorum. Sanattan sosyolojiye, kitle çalışmalarına, siyaset bilimine, antropolojiye, edebiyata yayılan kolları var bu konunun. Her araştırma gibi zorlu ancak çok keyifli, çünkü çoklukların imgeleri etkilere açık, dönüşüm gücü yüksek, kültürü doğrudan yansıtabilen, akışkan imgeler.
Yeni Şiirler Arasında − Şeref Bilsel Sayfa:83
Gençlerin yazma araçları, mekânları değişti. Yazı mahfilleri de tamamen dönüşmüş oldu. Dünyanın son yirmi yılda uğradığı değişim, Tanzimat döneminden 1980’lere dek uğradığı değişimden daha sarsıcı ve etkileyici.
Yeni Öyküler Arasında − Jale Sancak Sayfa:85
İlki 2012 de olmak üzere, çok değerli bir jüri ile üç yıl ‘Selçuk Baran Öykü Ödülü’ düzenledim. İkinci yıl Pelin Buzluk ile Senem Tepe bu ödüle değer bulundular, ödülü paylaştılar. Görmezlikten gelindiği, okuruna ulaşamadığı, kitaplarını yayımlayacak yayınevi bulmakta zorlandığı için yazmaktan vazgeçen, yakın edebiyatçı dostlarının kötücüllüğünün katkısıyla da iyice küsen Selçuk Baran gibi, ben de ödülü düzenlemekten vazgeçtim, küsmediysem de epeyce kızdım ödülün görmezden gelinmesine. Evet, ödül onun kitaplarını basan yayınevi tarafından da, ödülü alan yazarların yayınevleri tarafından da, medya ve edebiyat çevresi tarafından da görmezden gelinmiş, yok sayılmıştı ne yazık ki.
Acının Deplasmanı (Şiir) − Yiğit Ergün Sayfa:87
Yazgı Çentikleri (Öykü) − Bekir Göl Sayfa:88
Şehir Rüyası (Şiir) − Mahmut Aksoy Sayfa:90
Onu Affet (Öykü) − Eser Kuru Sayfa:91
Seyir Defteri (Şiir) − Yağmur Ali Coşkun Sayfa:92
Gül Eskisi (Şiir) − Yunus Emre Suci Sayfa:93
Karar (Öykü) − Gizem Pınar Karaboğa Sayfa:94
Varlık Kitaplığı Sayfa:95
Erendiz Atasü ile “Türk Romanında Bir Gezinti” ve “Şairin Ölümü” Üzerine Söyleşi − Özgür Çağlayan Sayfa:95
Söz öykülerden açılmışken, gerek bireysel, gerek yazarlık yaşantımın bu aşamasında beni asıl ilgilendiren –elbette kadınlık durumuna ve acılarına ilgimi asla kaybetmedim– Türkiye’nin ve dünyanın nereye gittiğidir. Daha önceki kitabım Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’nde konu buydu; Şairin Ölümü’ndeki kitabın adını taşıyan hikâyede olsun, “Baharat Ülkesinden Bir Aydın” öyküsünde olsun, ve kitabın sonundaki “Pruva Şehir Devletinin Sulara Gömülmesi” adlı uzun hikâyede olsun sorunsal, hep bu! Devrimler niçin yarım başarılar olarak kalıyor? Dünyaca nereye gidiyoruz ve bu gidişte biz kadınlar neredeyiz, başımıza neler gelebilir?
“Silahın Yankısı” / Massimo Zamboni − Hikmet Temel Akarsu Sayfa:98
Eserin alt başlığı “Emilia’lı Mahlukların İlahisi”. Eser günümüz İtalya’sının önde gelen rock müzik sanatçılarından Massimo Zamboni’ye ait. Güliz Akyüz Yıldırım tarafından İtalyanca aslından çevrilmiş ve Verita Kitap tarafından nitelikli bir editoryal çaba ile yayımlanmış. Yayıncısı kitabı “biyografik-inceleme” kategorisinde tavsif etmiş. Fakat bize göre bu değerli anlatı, gerek anlatımdaki edebî estetik, gerek olayların yetkin bir dramatik izlek takip etmesi, gerekse de bütüncül bir tematik form teşkil etmesi ve empresyonist dönem roman sanatına benzerlikleri dolayısıyla rahatlıkla bir roman olarak nitelendirilebilir. Denebilir ki Silahın Yankısı dokümanter roman türüne verilebilecek güzel örneklerden biri.
Cem Uzungüneş ile “Sessizlik Korkusu” Üzerine Söyleşi − Talita Yaltırık Sayfa:99
“Şair hayatı boyunca tek bir şiir yazar” sözünü ilk kim söylediyse, öyle bir klişeyi bize armağan ettiği için mezarında ters dönsün demeyelim de, “her şairin bir şiir genetiği var” gibi en az o söz kadar anlaşılmaz bir söz edelim. İyi bir şair, şiiri kuvvetli bir şair (“büyük” sözcüğünü sevmiyorum), (örneğin Hâşim, Nâzım, Melih Cevdet, Dağlarca, Turgut Uyar, Attilâ İlhan, Gülten Akın, Ece Ayhan vs.) şiirini ne kadar değiştirirse değiştirsin, o şiirde değişmeyen bir şey kalır. “Şiirin genetiği” dediğim, öyle bir şey. Şiirini değiştirmiş ya da dönüştürmüş dediğiniz şairler de, şiirlerinin “genetiğini” değiştir(e)memiştir, bence. Ama o şairlerin şiirlerini değiştirme çabaları, bir doğurganlığa sebep olduğu için, çok kıymetlidir.
“Talih, Tesadüf ve İrade - Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Romancılığı Üzerine”/ Seval Şahin − Niyazi Zorlu Sayfa:102
Kitaptaki en önemli saptamaları arasında, Tanpınar’ın sıradanlığın cevherini keşfettiği ve onu bir rüyaya, yazıya dönüştürdüğüne dair olanı öne çıkıyor. Tanpınar sahiden de Şahin’in pek isabetle kaydettiği gibi sıradanı (hatta “silik”i de denebilir) anlatan bir yazardır: ancak bunu yaparken (Şahin’in dipnotta vermeyi tercih ettiği bir bilgiden hareketle) kendisini unutan, dahası kendisinden “vazgeçen” bir yazardır. Yaşar Nabi Nayır’a yazdığı bir mektupta, “Bu adamlar (Valéry, Hoffmann, Poe, Dostoyevski, Mallarmé) beni kendi hakikatlerime veya aslî yalanlarıma götürdüler. Çünkü, belki de hakikî şahsiyet yoktur ve bizim benlik dediğimiz şey, ilk, yahut en büyük ibdâ ve ihtirasımız, bir kelime ile, masalımızdır” diyen Tanpınar’da hakikat aynı zamanda aslî yalandır.
“Mutlak Savaş” / Burak Samih Gülboy − Yalın Alpay Sayfa:104
Son iki yüzyılda uluslararası sistemi en çok sarsan gelişme I. Dünya Savaşı’dır. Savaşın tarafları, onu farklı şekillerde meşrulaştırmaya girişmişlerdir. Almanya bu savaşı kendi açısından bir “topyekûn savaş” ve ulusal bir varoluş çabası olarak anlamlandırırken, İngiltere ve ABD, aynı savaşı bir “haklı savaş” sloganıyla dünyanın “iyileri ve kötüleri” arasındaki çatışma olarak tanımlamıştır. Gülboy’a göre bu iki tanım da taraflı ve meşruiyet kazanma amaçlıdır. Gülboy, tarafgirlikten kurtulabilmek için Clausewitz’in “mutlak savaş” kavramına başvurmayı önerir.
“Yarın Başka Bir Gün Olacak” / Juan Carlos Onetti − Semrin Şahin Sayfa:105
Onetti’nin öykülerde toplumu sorgulayan, değişmesini istediği ya da kabuk bağlamak üzere olan birçok yaraya da mutlaka parmak bastığı görülmektedir. Kitaba adını veren öykü “Yarın Bir Başka Bir Gün Olacak”ta trans bir kadını anlatır Onetti. Onun dünyaya bakış açısını sunar bize. “Araucaria” öyküsünde de on üç yaşında ağbisiyle ensest ilişki yaşayan bir kızı, “Dolunay” öyküsünde ise yaşlı bir kadının genç bir erkekle yaşadığı ilişkiyi sorgulayıp okuyucuya da sorgulatarak bambaşka düşünce yolları açar.
“Romandan Bakan Düşkün Kadınlar” / Türkân Yeşilyurt − İlyas Tunç Sayfa:106
Romandan Bakan Düşkün Kadınlar’ın sonundaki “Seçilmiş Bibliyografya” bölümüne göz attığımızda sadece yazarın sarfettiği emeğin değerini fark etmekle kalmıyoruz, aynı zamanda, konuya ilgi duyanlar açısından, zengin bir kaynakla da karşılaşmış oluyoruz. Ancak kitabın adındaki “düşkün” sıfatı her ne kadar literatürdeki kullanımdan kaynaklansa da fahişe kavramını karşıladığını söyleyemiyoruz. Belki de doğrusu budur; çünkü Yeşilyurt’un incelediği başkişilerin hemen hepsi, “Sonuç” bölümünde belirtildiği gibi, aile sevgisinden yoksunluk, yoksulluk, kandırılma, aile baskısı, taciz, tecavüz gibi nedenlerle; yani, iradeleri dışında düşkün duruma düşmüşlerdir. Ancak bazı durumlarda nemfomani, histeri, cinsel merak, servet tutkusu gibi nedenlerin de fuhuşa sürüklediği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.
Şiir Günlüğü − Gültekin Emre Sayfa:108
Fikret Demirağ’ın tüm kitapları bir arada (Mayıs 2018). Tamer Öncül’ün 7 ciltte topladığı şiirleri okuyorum günlerdir. Günlerime, günlerdir çığ düştü sanki, şiirlerin altında kaldım ya da şiirlerle yatıp şiirlerle kalkıyorum. Bir yanım nasıl bir tarih, –o uzun, acılı geçmiş– bir yanım günümüz, –bitmeyen sıkıntılar, belirsizlikler yumağı– ve Akdeniz güneşi! Ve Kıbrıs gerçeği. 1960-2008 yıllarına ne çok şiir sığdırmış Fikret, ne çok! “Tutku” onda hiç eksik olmamış, yüreğine hep “Dayan Yüreğim” demiş. “Umut ve Dehşet Çağı”ndan şiirler devşirmiş, şiirlerle düze çıkmaya çalışmış.
Geleceğin Öykücüleri – Müren Beykan Sayfa:110
Günışığı Kitaplığı’nın Zeynep Cemali’yle tek yürek olduğu bir ideal vardı: Çocuklarımızın Türkçe’yi en güzel yazması, konuşması ve düşüncelerini onunla en güzel ifade etmesi... Hem de öyküler yazmak için çıktıkları yolda, edebiyat denen harika icatla yakınlaşmaları, hayatı anlamlandırabilme, kendini tanıma serüveninde onun yarattığı birikimden faydalanmaları... Yarışmanın sonuçlarını belgeleyen Ödüllü Öyküler Kitapçığı işte bu ideale nasıl da ulaşmakta olduğumuzun en önemli kanıtı. Bu uğurda dokuz yıldır gerçekleştirdiğimiz yarışmaya, yurdun her köşesinden çeşitli temalarda öyküleriyle 5000’e yakın öğrenci katıldı. Ayrıca, bunca zamanda 28 genç öykücü ödüllendirildi ve 47 öğrencinin öyküsü de yayımlanmaya değer bulundu.
KASIM 2019 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI