|
|
EYLÜL 2019
|
|
|
Çizgiyorum − Melike Kılıç |
Sayfa:2 |
|
|
|
Zamanın Yoldaşı: Bir Zorunluluk Olarak Güncel Sanat − Kumru Eren |
Sayfa:4 |
Sanat yapıtı, bir biçim, yani tamamlanmış bir hareketti. Başka bir deyişle sonlunun içindeki sonsuzluktu; bütünlüğü bir sondan doğuyor, dolayısıyla durağan ve hareketsiz bir gerçekliğin kapanması biçiminde değil, bir biçim edinen sonsuzun açılması biçiminde görülmeyi talep ediyordu.9 Bir ‘estetik aşkınlık’ durumuydu. ‘Bu yaklaşım Heiddeger’in ‘dünyanın açılması’ veya ‘dünya açma’ kavramlarını anımsatır. Dünyayı, dünyasal kılmaya logos aracılığıyla vâkıf olan konuşan canlı, insan, varlığın dil içinde mesken tutmasına sebep olur. Dil aracılığıyla (sanat yapmak suretiyle) dünyayı açan insan, aynı zamanda dünyaya “dünya oluşunu” da iade eder. Böylelikle sanat yapıtı, dünyayı değiştirmeye ve direnmeye kadirdir. Sanat yapıtı, şimdiye direnendir. |
|
|
Güncel Sanat Yeni “Janr Resmi” mi? Ya da “Kesin, Bunun Tutorial’i Vardır” − Barış Acar |
Sayfa:7 |
Güncel sanat, yeni Janr resmi değildir elbette. Bununla birlikte, iki sanat yapma pratiğinin “günlük”e yönelişi arasındaki benzerlik ile bu yönelişten çıkardıkları anlamlar arasındaki tezat, iki farklı sanat rejiminin “yüce” ile ilişkilenme mekanizmalarını, bu ilişkilenme sırasındaki retoriğin niteliğini elevermesi açısından ilgi çekicidir. |
|
|
Ali Akay ile Söyleşi − Yalın Alpay |
Sayfa:14 |
1970’lerde, 80’li yılların başında mesela fuarlara baktığımızda Fransa’nın bildiğimiz modernist dünyasının hâlâ tabloları söz konusuydu. Çağdaş sanat daha yoktu fuarlarda. Fuarların çoğalması ve sanatı görünür kılmaya başlaması aslında 1990’lı ve 2000’li yıllara denk gelen bir süreç. |
|
|
Egemen Kentsel Formların Bir Eleştirisi Olarak, Hayatın Yeniden Üretimi Üzerine Oyuncul Pratikler − Dilan Deniz |
Sayfa:22 |
Günlük hayatımız sanat kadar zengin ve heyecan verici olabilir mi? İşte bu can alıcı soru, sanatın hâlâ yoğun, deneysel, yabancılaşmamış bir deneyim alanı olduğunu kabul eder. Güncel yahut çağdaş bir sanat yapıtının maddesizleştirilerek sosyal bir sürece dönüştürülmesi, şahit olduğumuz üzere, neoliberal politikaların insanı ezen iktidarına karşı dünyanın farklı yerlerinde gelişen direnişlere eklemlenir. Toplumsal yabancılaşma yaratıcı bilinci her ne kadar edilgen ve mutsuz bilince dönüştürse de, sanat kıyısından da olsa katıldığı bu direnişte her şeye rağmen yeni bir dünyanın ütopyasını kurmaya en elverişli dinamik. Sanatın günlük hayatı süsleyen ama onu dönüştürmekten uzak, şenliğin bir parodisi, uzmanlaşmış bir etkinlik durumundan çıkaracak gündelikliğin içindeki şenliğin yeniden keşfi, çalışma ve boş zaman arasındaki karşıtlığa bir son verme girişimidir. |
|
|
Vahram Balıkçıyan’ın “Jamanak” Gazetesinden İlk Kez Türkçeye Çevrilen Makaleleri − Hazırlayan ve Çeviren: Burak Süme |
Sayfa:27 |
1961 yılında Nurullah Tilgen, imtiyaz sahibi olduğu San’at Dünyası dergisinde tekrar tiyatro ve sinemanın ilklerine dair Vahram Balıkçıyan’la bir röportaj yapar.Nurullah Tilgen’in kimi belirsizlikleri ön plana çıkartarak, çelişkileri görünür hale getirmeye çalıştığı bu röportajı derginin 132.ve 133. sayılarında “Türkiye’de İlk Film 1912 Yılında Çevrilmiştir” manşetiyle çıkar. Bu röportajdan kısa bir süre sonra 16 Aralık 1962’de hayatını kaybeden (Tilgen,1962:S142) Balıkçıyan’ın, Tilgen’le olan tahlillerinde mevcut filmlerin isimlerini vermekten kaçınıp, sadece “İngilizlerin çektikleri” diye bahsetmesi ve filmlerin oyuncusu olan Rozali Benliyan’ın adını ve kimliğini saklayıp, sadece onu “primadonna” sıfatıyla tanıtması, merak uyandırıcıdır. (…)
Yıllar sonra Jamanak gazetesindeki bu sır dolu makaleleri günışığına çıkartabilmek adına, gazetenin 1910 ve 1962 yılları arasındaki tüm ciltlerini inceledim. 1951 yılı sayılarında var olan dört ayrı makalesine ulaştım. Anlatımında Türkiye’de Börekçi Kızı ve Besa adını taşıyan ilk filmler 1912 yılında çekilmiş, başrollerinde Türk sinemasının ilk gayri Müslim primadonnalarından olan Rozali Benliyan oynamıştır. Türk sinemasının otoritesi sayılacak kaynaklarında bile adına rastlanmamış bu filmler, günümüzde yeni bir araştırmanın daha kapısını aralar.
|
|
|
Buraya Kısıldık Zannedersem (Öykü) − Aslı Akarsakarya |
Sayfa:34 |
|
|
|
Arkadaşlık Günleriydi (Şiir) − Ahmet Telli |
Sayfa:36 |
|
|
|
Nâzım Hikmet’i “Makinalaşmak” Üzerinden Okumak − Sabit Kemal Bayıldıran |
Sayfa:38 |
Enginün’ün Tanpınar’dan yaptığı alıntıda, 1959’daki bir yazısında Tanpınar, Nâzım’ın ‘şiir dilini genişletmiş olması’nı takdir ediyor; ama Valeryen estetik doğrultusunda “şiiri kendi tabiatının dışına çıkarması ve bütünüyle daha ziyade nesre ait gayelerin emrine vermesi”ni tenkit ediyor. Tanpınar, Nâzım’ın şiir dilinde yarattığı büyük dönüşümün ancak ‘şiiri kendi tabiatının dışına çıkarma’kla olacağını göremiyor. |
|
|
Üç Resim (Şiir) − Sina Akyol |
Sayfa:46 |
|
|
|
Önsöz (Öykü) − Alper Beşe |
Sayfa:47 |
|
|
|
Zagreb’in Gözleri (Şiir) − Tozan Alkan |
Sayfa:49 |
|
|
|
“Beni hayal değil hayat alakadar ediyor”: Suat Derviş’in Başkaldıran Kadınları − Hande Balkız |
Sayfa:50 |
Arka planında Osmanlı-Türk modernleşmesinin olduğu bir dönemde yazar ve gazeteci kimliğiyle kadın hareketi içinde yer alan Suat Derviş’in unutulan/unutturulan bir yazar olarak anılması siyasal kimliğine bağlanır. Egemen siyasal söylemlere muhalif tavrı görmezden gelinmesine, eserlerinin yok sayılmasına neden olur. |
|
|
Üç Roman Üç Konak − Atakan Yavuz |
Sayfa:59 |
Yazılan her metne içinden geçtiği çağın, kültürün ve iktidarın gölgesi düşer. Her toplumda hangi eserin sanat eseri olduğunu tanımlama/denetleme yetkisini kullanan karmaşık bir mekanizma işlemektedir. Kültürel patronaj denilen bu mekanizma saygınlık, toplumsal kabul ve maddi imkân gibi araçları kullanarak sanata doğrudan veya dolaylı yollarla müdahale eder. Sanat eseri de bu tanımlamaya boyun eğen ya da direnen bir form olarak karşımıza çıkar. |
|
|
Ben Değil (Şiir) − Efe Duyan |
Sayfa:63 |
|
|
|
Sır (Öykü) − Oğuz Dinç |
Sayfa:64 |
|
|
|
Yitik Bir Dünyadan Örselenmiş Ruhlar: Toni Morrison’un Sevilen Romanında ‘Parçalanmışlık’ Duygusu − Raşel Rakella Asal |
Sayfa:66 |
Amerika’nın en önemli kadın yazarlarından biri sayılan Toni Morrison, tüm eserlerinde ırkçılığı değişik boyutlarıyla işler. Edebiyatın alışılmış kalıplarını kırarak siyahlarla beyazların beraber yaşadığı bir dünyada, siyah ırkın şekillenen kimliğine, toplumsal ilişkilere yepyeni bir bakış açısı getirir. Yoksulluk, şiddet, kaybolan masumiyet, siyah ırkın yaşamlarına hükmeden karanlık geçmiş… Zencilerin kölelikten kurtuluşunu ama acı çekmeye devam edişlerini, özellikle şiddetten başka iletişim yolu bilmeyen erkek egemen toplum, ezilen kadın ve çocuklar değindiği temalardır. |
|
|
Ylva Snöfrid ile Söyleşi − Zeynep Şen |
Sayfa:72 |
14 Eylül’de başlayıp 10 Kasım’a dek sürecek olan İstanbul Bienali’ne katılacak olan Ylva Snöfrid eserlerinde resim yapma sürecine odaklanan İsviçreli bir sanatçı. Snöfrid bu söyleşimizde bizlere eserlerinde sanatçıyla izleyicinin yerini değiştirmenin nasıl bir deneyim olduğunu ve sanatçı olmanın onun için ne ifade ettiğini anlatıyor: “Normalde sanat eseri dokunulamayan, neredeyse kutsal kabul edilen bir obje olarak görülüp yüceltilir. Oysa ben sanat eserinin daha ziyade bir araç olduğu kanısındayım.” |
|
|
Köy Enstitüleri veya Yarım Kalmış Bir Ütopya İçin Yardımcı Ders Notları − İbrahim Yıldırım |
Sayfa:74 |
Doğrusu iki kez baştan yazılmış, on yıl emek verilmiş 750 sayfalık bir romana ve ilk ütopyacı düşünürlerden Charles Fourier’den başlayarak, Köy Enstitüleri düşüncesini tetikleyen en önemli kişilerden olan Halil Fikret Kanad’a da değinerek ilerlettiğim oldukça uğraşılmış; “Yarım Kalmış Ütopya İçin Ders Notları” başlıklı yazıma paranteze alınmış ünlemlerle yalan söylüyor denmeye çalışılmasına üzüldüm. |
|
|
Aynadan Yürüyen Sesler (Şiir) − Mehmet Özkan Şüküran |
Sayfa:76 |
|
|
|
Çalı Köy Filmleri Festivali’ne Emeği Geçenlerle Söyleşi − Dilan Deniz |
Sayfa:77 |
Geçtiğimiz Temmuz ayında, Bursa’nın Çalı Mahallesi’nde yönetmeninden kampçısına, çalışanından köylü teyzesine herkesin “çok güzel, mutlaka gelmelisin” dediği bir film festivali düzenlendi. Üstelik bu yıl dördüncüsü sessiz sedasız, hiç beklenmedik bir kalabalıkla gerçekleşti. Dede şenliklerinden yadigâr, çam ormanları arasında adeta bir amfi tiyatroyu andıran yemyeşil bir çayırlık düşünün. Zamanla şehrin bir mahallesine dönüşmesine rağmen, gönye çıkmalı eli böğründeli evleri, dörtyol ağızlarında lahitlere akan tarihî çeşmeleri ile sokak aralarında yine de kendini ele veren Çalı Köyü’nün yanı başında bir seyirlik terası. Dilan Deniz, Varlık dergisi okurları için Çalı Köy Filmleri Festivali’ne katkıda bulunan Ömer Bora, Emre Karagöz, İzzet Boğa, Güney Özkılınç, Ahmet Sungur, Meltem Öztürk, Metin Yeğin, Tarık Aktaş, Onur Ünlü, Hazal Okumuş ile söyleşiyor. Varlık dergisinin Eylül 2019 sayısında. |
|
|
Yeni Şiirler Arasında − Şeref Bilsel |
Sayfa:89 |
Toplumun çoğunluğunu ilgilendiren büyük kırılma anlarına dair sıcağı sıcağına yazmanın kimi handikapları var. Yaşanılanlar üzerinden belli bir zaman geçtikten sonra, sakin bir mesafeden bakarak şiire sorumluluk yüklemek gerekir. Toplumlardaki savaş, sürgün, kıyım vb. büyük kırılma anları insanda da ortaya çıkar: aşk, hasret, ölüm olarak. |
|
|
İstediğiniz Gibi (Şiir) − Murat Gil |
Sayfa:90 |
|
|
|
Bizi Kurtaran (Şiir) − Hasan Duymuş |
Sayfa:92 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında − Jale Sancak |
Sayfa:94 |
Öyküde, romandaki gibi karakter yaratabilmek kolay değildir, yerimiz dardır çünkü. İnce ince işlemek zordur. Öyle uzun uzadıya iç dünyalarını aktarmak, tüm özelliklerini, öznelliklerini, davranış, düşünüş biçimlerini, tepkilerini bütünüyle göstermemiz pek mümkün olmaz. Diyalogları, monologları da azdır haliyle. Lakin en azından şunu yapabiliriz: Konuşma, ifade etme biçimlerini, seslerini değiştirebilir, onları farklı kılabilir, tektipleşmekten kurtarabiliriz. Bu da az şey değil kanımca. |
|
|
Koru-n-mayan (Şiir) − Senem Keskin |
Sayfa:95 |
|
|
|
Domuzlar ve Mısır Koçanları (Öykü) − Ayşe Özkan |
Sayfa:96 |
|
|
|
Havva’nın İnancı (Şiir) − Mustafa Nurkan |
Sayfa:97 |
|
|
|
Varlık (Şiir) − Ayda Canbaz |
Sayfa:98 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:99 |
|
|
|
Hüseyin Köse ile “Ziyan Balkonu” Üzerine Söyleşi − İdil Gökber |
Sayfa:99 |
Şiirde dört başı mamur mana uğruna tekniği ve formu kendime koltuk değneği yapmış birisi değilim. |
|
|
“Çarpık Dünya” / Vladimir Nabokov − Nisan Çiğdem |
Sayfa:101 |
Çarpık Dünya, entelektüelin baskıcı rejime karşı oluşturduğu tehlikeyi, dili ve dili kullananları vurgulayarak okuyucu için bir kâbus yaratıyor. Kitap 1947’de yazılmış olmasına rağmen, akademisyenlerin hapse atıldığı, insanların sırf okumuş ve söylemiş oldukları için ceza aldıkları günümüzde böyle bir dünyayı hayal etmek çok da zor olmasa gerek. Nabokov’un okurunun birikimine güvenerek yarattığı bu distopya, okuru çekmeyi, korkutmayı ve sarsmayı ustalıkla başarıyor. |
|
|
“Tony Veitch Belgeleri” / William Mcllvanney − Tolga Aras |
Sayfa:102 |
2015’te, polisiye meraklılarını üzerek dünyaya veda eden İskoç yazar William McIlvanney, bu türde kalem oynatanlara ilham vermişti. Kate Atkinson ve Ian Rankin, McIlvanney’den etkilendiğini açık seçik söylemiş, Rankin, “McIlvanney olmasaydı polisiye yazar mıydım bilmiyorum” demişti. |
|
|
Zafer Zorlu ile “Oğul Sırtlanı” Üzerine Söyleşi − Cenk Gündoğdu |
Sayfa:103 |
Evcilleştirilemez ve tamamlanmamış olana en iyi örnek ise sanırım sırtlan. Sırtlanın bir diğer özelliği ise aslanın tam karşısında konumlanması. Egemen olanın kötücül ve ölümcül oyununa çomak sokmak, tam da burada, aslana karşı sırtlanların oyunbozan kolektif bilinçleriyle gerçekleşir. |
|
|
“Hasır Lokantası” / Hüseyin Peker − Beytullah Kılıç |
Sayfa:105 |
Ülkenin ücra bir köşesinde üzerinden geçtiğin köprüyü bulursun Peker şiirinde. Ya da herhangi bir ilçenin uzak bir köyünde çalışırken Hüseyin Peker o köyde tanıdığı birilerinden bahsedebilir size. Hüseyin Peker, elini öyküye ve romana da uzatmış bir isimdir. Erzurum’un ücra köşelerinden birinde Rüzgârlı Ceket’i1 okuyarak tanıştım Hüseyin Peker öyküleriyle. Kimi öykülerinde Ege’nin “Kasaba”sı Turgutlu’da çocukluğunu büyütmekle meşgulken kimi öykülerinde de Marmara’nın sıcak yarası büyük depreminde dolaşıyordu. Rüzgârlı Ceket’in üzerinden geçen uzunca bir zamanın ardından Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri’nden müjdesini verdi birincilikle… Hasır Lokantası isimli ödüllü dosyası Manos Kitap’tan çıktı. |
|
|
“Mavi Kitap” / Adil İzci − Mukadder Özgeç |
Sayfa:106 |
Adil İzci’nin bugünlerde Mavi Kitap adıyla bir derlemesi kitaplaştırıldı. Bu kitap –belki ilk kez– yazınımızda bir konu, bir izlek, bir tür, bir yazar çevresinde yapılan bir derleme değil de, yayına hazırlayan kişinin seçtiği sanatçıların yayımlanmış ya da yayımlanmamış yapıtlarının özgürce bir araya getirildiği bir kitap. Eğer ille de bir ortaklık, bir bütünlük aranmak istenirse bu yapıtların ortaklığı mavi renk denebilir: Eyuboğlu’nun tanımladığı sanatın rengi olan mavi. |
|
|
“Viking Mitleri” / Snorri Sturluson − Yaşar Öztürk |
Sayfa:107 |
Çocukların Vikingler çizgi filminden, Sezgin Burak’ın Tarkan çizgi romanı ve ondan uyarlanan filmlerden bildiği “Vikingler” son yıllarda özellikle Yüzüklerin Efendisi kitabı ve filmi ile dünya çapında ilgi görüyor. Vikingler bu yeniden doğuşu Snorri Sturluson’a borçlu. Snorri Sturluson’un Viking Mitleri de uzun süren bir yıkımın ardından insanlığın ortak kültürel mirasının önemli bir parçası oldu. |
|
|
İbrahim Tığ ile “Devrek Türküleri” Üzerine Söyleşi − Çetin Çağlayan |
Sayfa:109 |
Devrek’in bilinen birkaç türküsü vardı ama bunların hiçbiri kayıt altına alınmamış, yerelde kalmış ve de unutulmaya yüz tutmuştu. “Karakiraz, Baldudu’m”, “Hışır Kızı” bunlardan birkaçı. Bu türküler bizim ilk derlediğimiz türkülerdi. Biz bu türküleri derleyip öyküleriyle ortaya koyduğumuzda, halkımıza da yerel medya aracılığıyla duyuruyorduk. Bu bütün türküler için böyle oldu. Sonra değişik köylerimizden haberler aldık, “Bizim köyümüzde de eskiden şöyle şöyle türküler vardı” türünden. Söz konusu köye gittik. Yaşlı ninelere, teyzelere sorduk bildiklerini anlattılar, ezgilerini söylediler bize. O türkü için unuttuğu bölümü de işte filan mahallede şu kadın bilir, ona da sorun diyerek yönlendirmelerde bulunuyorlardı. Biz de ona da gittik, o da söz konusu türkünün 3. bölümünü hatırlayıp bize okudu. Öyle öyle o köyden güzel bir türkü çıkarmış olduk. Yaptığımız her çalışmayı kayıt altına aldık. |
|
|
Şiir Günlüğü − Gültekin Emre |
Sayfa:111 |
Ümit Yaşar Işıkhan’ın bir çılgınlığı da, inanılmaz küçük şiir kitabı. Kâğıt zamlarını protesto etmek için ilk defa 1987 yılında yayınlanan Aşktan Sonra Hüzün, 2018 yılında yapılan son baskısı 0.4 x 0.6 cm.- 0.9 gram ağırlığı ve 72 sayfa özelliğiyle “okunabilir, dünyanın en küçük şiir kitabı” sayılıyor. Bu nedenle de Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş. Aşktan Sonra Hüzün şiir kitabı baskı üstüne baskı yapıyormuş. Okunmak için mi, bakılmak için mi diye düşünmeye gerek yok; işte farklı bir şiir kitabı! |
|
|
|
|
|
|
|