|
|
AĞUSTOS 2019
|
|
|
Çizgiyorum − Melike Kılıç |
Sayfa:2 |
|
|
|
21. Yüzyılda Feminizm − Varlık |
Sayfa:4 |
Çağımız değişim çağı. Belki her çağ böyleydi. 1980 sonrası neo-liberal dünya; topluluk oluşumuzu, çalışma biçimlerimizi, zaman ve mekân deneyimlerimizi değiştirdi. Bu bağlamda feminist mirasa geri dönüp bugüne dair kazanımlarımızın ne olduğunu ve haliyle neleri kazanmamız gerektiğini düşünmek ve tartışmak gerek. Bu gereklilikten esin alarak Ağustos Varlık dosyasında konuya bir giriş yapalım istedik. Konunun çokboyutluluğunun farkında, şimdilik dört ayrı yazıyla “feminizm bugün hangi noktada?” sorusunu sorduk.
İncilay Cangöz soruyu feminist düşünce/hareketin tarihsel gelişimi bağlamında ele alıyor. Cangöz “21. Yüzyılda Feminizmi Tartışmak” başlıklı yazısında 21. yüzyıla kadın hareketine farklılar arasındaki çatışmanın yükselişinin ve örgütlü toplumsal hareket olma niteliğini yitirmenin damgasını vurduğu saptamasıyla, tüm bunların nedenlerini ele alıyor. Öncelikle 1990’lardan itibaren kadın hareketlerinde belirleyici olmaya başlayan “proje feminizminin” ortaya çıkışını ve o günlerden bugüne feminizmin yol alışını irdeliyor. Feminist hareketin/teorinin muhalif kimliğini yitirip-yitirmediğini tartışmak amacıyla feminizmin Türkiye ve Batı’daki serüvenine anahatlarıyla bakıyor.
Radikal feminist olarak görülen Luce Irigaray’ın farklılık nosyonunu Nilgün Tutal “Farklılığı Metafizik Yüceltmeden Kurtarmak” başlıklı yazısında ele alıyor. İnsanlık için daha mutlu ve adil bir gelecek arayışı Irigaray’ın yaşamının ve eserlerinin esin kaynağını oluşturur. Tutal yazısında Irigaray’ın bu arayışta temsili demokrasiden ve bu temsiliyetin gereği olan eşitlikten pek medet ummadığını; hep benzersizlik, yani farklılık ve farklılığa dayalı hakların oluşturulmasından yana olduğunu belirtiyor. Irigaray’ın düşündüğü geleceği kurmak, farklılıklara duyulan karşılıklı saygı temelinde ötekiyle ilişkinin keşfedilmesiyle (öncelikle kadın ve doğayla) olasıdır. Bu ikili ilişki tikel öznelliklerin ve uygarlıkların yıkımına yol açmayacak olası bir dünyasallaşmanın anahtarı niteliğini taşır.
Olası bir başka dünya edebî uzamda belirir. Bu uzamdan söz alan Fidan Terzioğlu “Ursula K. Le Guin, Bilimkurgu ve Feminizme İlişkin Düşünceler” başlıklı yazısında Guin’in kadın, yazar ve feminist olarak geçirdiği dönüşümlerden ilhamla, feminizmin bilimkurgu edebiyatındaki yerine bakıyor. Cinsiyet ayrımcılığındaki haksızlıklara bir başkaldırı olmanın ötesine geçen feminizmin bugün aldığı görünümleri gündeme getiriyor ve bu durumun nasıl bir eylemlilik haline yol açabileceğini sorguluyor.
Hepimizin bildiği, medyada göre göre kanıksadığı çocuk evlilikleri konusunu Esra Bayhantopçu yazdı. “Bir Sevgisizlik Meselesi: Türkiye’de Kız Çocuğu Evlilikleri” başlıklı yazısında sosyo-ekonomik ve kültürel yapıya bağlı olduğunu söylediği kız çocuk evliliklerini ele alıyor. Yazısında şu saptamanın eşliğinde ilerliyor: “Günümüz kadınının toplumdaki statüsünü konuşurken belki de ilk basamak kız çocuklarının toplumdaki statülerini iyileştirmek... Çünkü doğaldır ki hiç çocuk olmayı başaramayan, kadın olmakta da zorlanır”.
|
|
|
21. Yüzyılda Feminizmi Tartışmak − İncilay Cangöz |
Sayfa:5 |
Patriyarkal aile sisteminin özel mülkiyet sistemiyle entegrasyonu özel alanın temelini oluşturur, burada kurgulanan özel alan rutin şekilde hesap vermek zorunluluğuna sahip değildir; örneğin kocaların veya “hane reislerinin” davranışları ya da davranışlarının hukuksallaştırılması hakkında bilgi sunması da gerekmez. |
|
|
Farklılığı Metafizik Yüceltmeden Kurtarmak − Nilgün Tutal |
Sayfa:13 |
Irigaray İki paradigmasını kurabilmek için İkiyi birin ve çoğulun egemenliğinden kurtarmaya çalışır. Yaptığı aslında Batı düşüncesinin içinde kendini temellendirdiği Platonculuğu yerinden etmektir. Birin otoritesinin alaşağı edilmesi: Erkeğin, babanın, şefin, tek tanrının, tek hakikatin. |
|
|
Ursula K. Le Guin, Bilimkurgu ve Feminizme İlişkin Düşünceler − Fidan Terzioğlu |
Sayfa:17 |
Yazının başında, Ursula K. Le Guin’in bir yazar ve bir kadın olarak feminizmle ilişkisinden kısaca söz etmiştik. Yazar, bu süreci otobiyografik nitelikteki deneme kitaplarında ve kendisiyle yapılan söyleşilerde detaylı olarak anlatıyor. Le Guin’in romanları ve öyküleriyle birlikte okunduğunda bu macera, bize bugün feminizmin sunduğu ve sunabileceği açılımlara dair çok değerli işaretler getirebilir. Her şeyden önce, feminizmin belli bir cinsiyetin haklarını savunmanın çok ötesine doğru evrildiğini görmek zor değil. Önümüzdeki tek soru “Cinsiyet ayrımı gerekli mi?” değil artık. Bunun ötesinde, belki şu soruyu sormak daha faydalı: “Burada nasıl bir ayrımcılık var?” |
|
|
Bir Sevgisizlik Meselesi: Türkiye’de Kız Çocuğu Evlilikleri − Esra Bayhantopçu |
Sayfa:21 |
Daha henüz çocuk yaşta, çokça ihtiyaçları olmasına rağmen, annebabalarından sevgi görmedikleri ya da ev içinde şiddete uğrayıp kendilerine başka güvenli bir sığınak bulmaya çalıştıkları için, imkânsızlıkların içinden kendilerince yarattıkları bir imkân olarak evliliği seçip, başka kollara sırf sevgi ve güven arayışı için giden çocuklar da var... |
|
|
O Filmde Beraber Oynadık: “Gönül Garip Bir Kuştur” − Vecdi Çıracıoğlu |
Sayfa:24 |
Beşiktaş, Ortaköy ve Rumeli Hisarı’nda ’80’lerin sonunda ’90’ları sallayacak bir muhalefetin temelleri atılıyordu. Kuşaklar üstü olan İskender’in muhalif duruşunun mekânsal köklerini buralarda aramak gerekir: Hayat Bar (Sonraları Sokak Bar), Çello, Çırağan Birahanesi, Kukili, Çınar, Gürcü Kızı, Ali Bey’in Kahvesi ve Rumeli Hisarı’nın tüm kıyıları hatırladıklarıma şahittir. |
|
|
Şiir, Gerçeği mi Gösterir? − Gülüş G. Türkmen |
Sayfa:26 |
Şiirdeki ‘ben’, şairine ihanet eder, çünkü şiirin sahibiyle bilinçdışı ve güçlü bağlantıları vardır. |
|
|
Attilâ İlhan Şiirinde “An”lardan Yaşamsal Hakikatlere Yolculuk − Tamer Kütükçü |
Sayfa:28 |
Attilâ İlhan, kimi şiirlerinde an’laştırmayı (buna bir nevi somutlaştırma ya da cisimleştirme de diyebiliriz) “olguyu, bir ismin üzerine dolayımlayarak” gerçekleştirir. Aktarılan “hadisenin” içerisinde yer alan, “yaşayan, özge bir kişidir”, ve bu nedenle “olay” yine hayli tekil ve somut bir platforma çekilmiş durumdadır. |
|
|
Üçleme (Şiir) − Ahmet Önel |
Sayfa:32 |
|
|
|
Kapan (Öykü) − Ezgi Polat |
Sayfa:34 |
|
|
|
Non Est Caritas (Şiir) − Altay Ömer Erdoğan |
Sayfa:36 |
|
|
|
Aydınlanma Üzerine Düşünmek: Kant ve Foucault − Belma Fırat |
Sayfa:38 |
Aydınlanma sadece bireyin erginleşmesi değil; bireye aklını kamusal alanda serbestçe kullanmasını sağlayacak toplumsal yapının inşası yani toplumun erginleşmesi ile de ilgilidir ve elbette aklın kamusal kullanımının nasıl güvenceye alınacağı konusundaki siyasi sorunları da gündeme getirir. |
|
|
Yaşar Kemal’in Yayımlanamayan Bir Şiirinin Hikâyesi (Meraklılar İçin) − Kaya Tanış |
Sayfa:42 |
Kaya Tanış, araştırmaları sırasında, Ankara’da Haziran 1943 tarihinde bir sayı çıkıp kapanan Kök dergisinde Yaşar Kemal’in tek şiir kitabına girmeyen “Sefer” adlı şiirini buldu; Varlık dergisi okurlarıyla paylaşıyor. |
|
|
Sefer (Şiir) − Kemal Salih Göğçeli |
Sayfa:44 |
|
|
|
Sandıktan Çıkan Fotoğraflar... − Lütfi Özgünaydın |
Sayfa:46 |
Ayşe Semiha Baban, Yaşar Kemal’in belleğiydi. Unuttuğu her şeyi tamamlardı. Hemen ona seslenirdi, unuttuğu bir şey için... |
|
|
Pamukpınar Köy Enstitüsü’yle İlgili Gecikmiş Bir Açıklama − Sercan Ünsal |
Sayfa:48 |
1945-46 yıllarında ‘kuşkulu olayların’ yaşandığı iddia edilen Pamukpınar Köy Enstitüsü mezunu olan merhum babam Niyazi Ünsal’dan (1943-48) yıllarca dinlediğim, hafızamda yer eden enstitü anılarında; sağlık nedeniyle olan ‘öğrenci ölümleri’ dışında bir ize rastlayamamam dikkatimi çekti. Bazıları öğretmenim de olan, öğretmen örgütlenmesinden de tanıdığım 1950 yılı öncesi mezunların sohbetlerimizdeki anlatımlarıyla çakışan benzer bir olay da çağrışım yapmıyordu. |
|
|
Çukurcuma Caddesinde Bir Geceyarısı (Öykü) − Ege Işık |
Sayfa:50 |
|
|
|
Anna Tsing ile Söyleşi − Zeynep Şen |
Sayfa:53 |
Anna Tsing Amerikalı bir antropolog, profesör ve sanatçı. İnsanların dünya iklim ve jeolojisini değiştirdiği çağ olan Antroposen’i Tsing şu ana dek pek çok bilimsel kitabında ele aldı. 14 Eylül - 10 Kasım 2019 tarihleri arasında düzenlenecek olan İstanbul Bienali’ne Vahşi Atlas projesiyle katılacak olan sanatçı; bu söyleşisinde bilim ve sanat arasındaki derin bağları sorguluyor, ve Antroposen’in ne olduğunu anlatıyor. Varlık dergisinde Kasım ayına kadar İstanbul Bienali’ne katılan başka sanatçılarla yaptığımız söyleşilere de yer vereceğiz. |
|
|
Küf (Şiir) − Gülümser Çankaya |
Sayfa:57 |
|
|
|
Yalın Alpay ile Söyleşi − Özgür Makbule Alan |
Sayfa:58 |
İlki “Posthümanizm” temasıyla 2018’de düzenlenen Türkiye’nin yeni sanat fuarı İstanbul Art Show’un 2019’daki teması: “Hakikat Askıda: Post-Truth Çağında Sanat”; odaklandığı ülke ise İran. 19-22 Aralık tarihlerinde gerçekleşecek fuarın sanat direktörü Yalın Alpay sanat fuarlarının küresel/yerel özelliklerini, konumlarını, önemlerini, potansiyellerini ve İstanbul Art Show’u anlatıyor. |
|
|
Kış Mektubu (Şiir) − Nurullah Kuzu |
Sayfa:61 |
|
|
|
Sahilde (Öykü) − Deniz Özbeyli |
Sayfa:62 |
|
|
|
Kuzeyin Soğuk Karnındaki Cenin Şiiri (Şiir) − İsmail Sertaç Yılmaz |
Sayfa:64 |
|
|
|
New York Günlüğü − Çiğdem Ülker |
Sayfa:65 |
Dante’yi cehenneminde bırakıp bir adı da Americans olan 6. Cadde’de yürüyorum. Marilyn Monroe’nun eteklerini havalandıran ızgaralardan sıcak hava fışkırıyor. Muazzam gökdelenler, Central Park’ın yeşiline yayılmış turistlere küçümseyerek bakıyor. Sanki Şeytanın Avukatı (1997) filmindeki son sahne gerçekleşecek ve Al Pacino’nun’nun evi olan şu dev bina patlayarak infilak edecek ama paraya tapanların bu kentteki şeytani kibri hiç bitmeyecek. |
|
|
Gözleri Fettan Güzel (Öykü) − Halil Yörükoğlu |
Sayfa:69 |
|
|
|
Pontus “Kara Kin Hamalı Bir İsim” − Çetin Yiğenoğlu |
Sayfa:71 |
Bilindiği gibi paralı ya da gönüllü Yunan askerler, Perslerle savaşırken Anadolu’da yollarını kaybederek Ege kıyısı diye Trabzon’a çıkarlar. Günümüzde bu Yunan askerlerin Karadeniz’de üreyerek çoğalması üzerine düş kuranlar, sonradan “Rum Pontus” adını verecekleri bir kavmin doğuşuna böylece tarihsel gerçeklik etkisi vermeye çalışırlar… |
|
|
Fragman (Öykü) − Onat Bahadır |
Sayfa:76 |
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında − Şeref Bilsel |
Sayfa:78 |
Sadece etrafımızda olup bitenlerin kaydını tutmak, etrafımızdaki gelişmelere paralel metinler ortaya koymak sanatsal anlamda devrimci bir tanıklığa dönüşmez. Olup biteni olması gereken hale sokar sanat eseri. En azından bunun yolunu açar, işaretler taşır; yoksa fotoğraf makinelerinin objektifinden bir farkı kalmaz sanatçının. Sanatçı dönüştürür; insanı geriye götüren her türlü içsel ve dışsal hamlenin akışına bırakmaz kendini. Sanatçının uyanıklığı, yaratma enerjisinden gelir. Bu yüzden yeni bir şey yaparken yıkmaktan korkmaz; hatasızlık yolunda yürümeye çalışırken kusurlarını bir mücevhere dönüştürmekten sakınmaz. |
|
|
Yeni Öyküler Arasında − Jale Sancak |
Sayfa:81 |
Öykü okumak bana göre dünyanın en lezzetli edimlerinden biridir, ne var ki kolay iş de değildir, çaba ister, emek ister. Okurun da satır aralarında dolaşarak kafa yorması, sorular sorması, düşlemesi gerekir çoğunlukla. Hatta bazen bulmaca çözmeye benzeyebilir bu hal, yapıtın katmanlarına inebilmek, alt metni çözümleyebilmek, buzdağının suyun altında kalan, görünmeyen bölümündekileri görebilmek, özetle yazarın bıraktığı boşlukları doldurabilmek için. |
|
|
Siyah Çekirdekler (Şiir) − Şennur Öz |
Sayfa:82 |
|
|
|
Diyojen, Bukefalos, Redkit ve Diğerleri (Öykü) − Hürer Ebeoğlu |
Sayfa:83 |
|
|
|
Aynalar Senden Başka (Şiir) − Orhan Kınacı |
Sayfa:85 |
|
|
|
Luola (Öykü) − Güray Oskay |
Sayfa:86 |
|
|
|
Haiku (Şiir) − Yunus Karakoyun |
Sayfa:88 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:89 |
|
|
|
Ömer Şişman ile Söyleşi − Petek Sinem Dulun |
Sayfa:89 |
Benlik bir şantiye alanı, orada başlıyor gerçeklik mücadelesi, kâğıdın uzayıyla karşılaşmadan önce. |
|
|
“Âşıklar Bayramı” / Kemal Varol − Uğur Karaca |
Sayfa:91 |
Baba oğul ilişkisi veya çatışması söz konusu olunca aklımıza hep Oedipus gelir. Kemal Varol kendi coğrafyasından, Doğu’dan yükseltiyor sesini. Batı’da baba oğul hesaplaşmasında Oedipus babasını öldürürken, doğuda Zal oğlu Rüstem’i öldürmektedir. Kemal Varol da babayla hesaplaşmayacağını başından kabul eder Âşıklar Bayramı’nda. Bir yandan babasından kurtulmak isterken, bir yandan babasının ağzından dökülecek kelimelere tutunmak istemektedir. |
|
|
“Evsel Dönüşüm” / Süreyyya Evren − Yağız Alp Tangün |
Sayfa:92 |
Evsel Dönüşüm yaklaşık otuz yıllık bir Türkiye tarihi ve toplumsal yaşamının da tanıklığını yapıyor. Bu bakımdan kitap aslında yazarın öykülerine dair yekpare bir okuma deneyimi sunarken, öykülere ilişkin bir sürekliliği takip etme imkânı da tanıyor okuyucuya. Öyküleri okumanın mesafelerini keşfetme yolunda kendinizi sürekli “nasıl okumalı?” diye sora sora ipuçlarını takip ederken bulabiliyorsunuz. Böylelikle öykülerden çıkan iplikler takip edilip düğümleri atıldığında yazarın ördüğü evreni kavramak ve dolaşmak üzere bir “nasıl okunur” kılavuzu da hazırlanmış oluyor. |
|
|
“Nohut Oda” / Melisa Kesmez − Hazal Bayat |
Sayfa:94 |
Her okurun kendi hayatından bir parça anlatılıyormuş gibi hissedebileceği kitaplardan Nohut Oda. Melisa Kesmez, her biri farklı beş kahramandan birbirine özdeş hisleri, çok farklı hikâyelerle bir araya getirmiş ve özgürlüğün ne olduğunu bilen okurun özgürleşme yolunda atması gereken adımlarına patika olabilecek bir kitap çıkmış ortaya. Bu uğurda feda edilmesi gereken ister aynı yere kök salınan tüm dostların toprağı olsun, isterse kaybedilen bir annenin hatırası, fark etmez, geriye hiçbir şey bırakmadan gidilmesi gereken uzun bir yolun sonundadır özgürlük. |
|
|
“Öyle ve Böyle” / Adam Phillips − Serhan Aytekin |
Sayfa:95 |
Phillips, diğer kitaplarında olduğu gibi Öyle ve Böyle’de de salt psikanaliz sınırları içinde kalmadan, bir klinisyenin alanına giren her şeyi edebiyatla harmanlıyor. Diğer bir ifadeyle gözlem gücünü kullanarak içinden geçtiği hayata dair hikâyeler anlatırken kendimizi tanıdığımızı sandığımız anlarda benliğimize ne kadar yabancı olduğumuzu, dünyaya ve kendimize yabancılık çektiğimiz anlarda ise ne kadar çok şey bildiğimizi gösteriyor bize. |
|
|
Zeynep Uzunbay ile Söyleşi − Zeynep Yalçın |
Sayfa:96 |
Çocukluğumdan beri kadınları dinliyorum. Otobüste, metroda, sokakta da dinlemeye başladığımı fark ettim. Bize kim olduğumuzu, nereye ait olduğumuzu çoğunlukla kadınlar anlatırlar. Bireysel tarihimin kurucusu ve kurgulayıcıları, başta annem olmak üzere, hep kadınlar oldu. Ve tabii “cinsiyet” okumaları… Kamçılanma Mesafesi’nin kadınlarını yazarken, “toplumsal cinsiyet rolü” meselesi de karşıma geçip oturuyordu. |
|
|
Kemal Ateş ile Söyleşi − Beyazıt Kahraman |
Sayfa:98 |
Sözlük, kılavuz yazmak kimsenin tekelinde olmamalı, bu TDK bile olsa… El elden üstündür, bir kurumun yapamadığını bir kişi yapabilir, neden olmasın? Son zamanlarda bireysel emeklerle çok kapsamlı, büyük sözlükler yazıldığını görüyorum. Sözlük çalışmaları derleme ve tarama çalışmalarına dayanır. Henüz edebiyatımız bu amaçla yeterince taranmamıştır. |
|
|
“Romanyalıyı Yiyen Yamyam” / Dimitris Sotakis − Mehmet Atilla |
Sayfa:100 |
İlk anda saplantılı bir tutkunun anlatısı gibi başlayan roman, sayfalar ilerledikçe nitelik değiştiriyor ve modern insanın varoluşsal çelişkilerini irdeleyen simgesel bir yapıya bürünüyor. Olay örgüsü de bu anlayışa koşut olarak ilerliyor. Denize kıyısı olan kentlerden birinde yaşamakta olan, ekonomik gücü yüksek, ama “gerçekte tek bir arkadaşı bile” (s.21) olmayan Zerin’in Romanya’ya ve Romanyalılara saplantı derecesindeki tutkusu, metnin ivme kazanmasını sağlayan ilk etken. |
|
|
Mevsim Yenice ile Söyleşi − Münire Çalışkan Tuğ |
Sayfa:102 |
Yazmak hem kendim hem de hayat hakkında iz bulmaya çalışmak, kurcalamak, bozmak tekrar yapmaya uğraşmak çabası gibi geliyor bana biraz. Neden yazdığımı pek düşünmeden yazıyorum bu nedenle, bilinmeyen sulara salıveriyorum kendimi. |
|
|
Mine Özgüzel ile Söyleşi − Beyza Selen Çavuş |
Sayfa:105 |
Edebiyat Terapi’nin yani Bibliyoterapi, her ikisinin birlikteliğidir. Kişinin okuduğu kitap veya şiirin içeriği ile kurduğu ilişki, etkileşimi terapisinde kullanması, aynı anda okurun kişiliği ile edebiyat arasında dinamik bir iletişimin oluşmasıdır. |
|
|
Semih Çelenk ile Söyleşi − Duygu Kankaytsın |
Sayfa:106 |
Rüzgâr Bilgisi son 6-7 yıl içinde yazılmış ya da tamamlanmış şiirlerden oluşuyor. Bu da benim şehir hayatının dışına çıkıp bir köyde yaşamaya başladığım tarihlere denk gelmekte. Bu şiirlerin arka planını Karaburun yarımadasının taşı toprağı, doğası, tarihi belirliyor. Kentten kaçan bir insanın tekrar taşı toprağı, ağacı, denizi, sisi, tabiatı, börtü böceği, kuşları keşfetmesi belki de. Köke, arkaik olana inme, yalınlaşma isteği de var. Örneğin şimdilerde üçüncü sezonunu bitiren türkü müzikali Gelin Tanış Olalım da bu süreçte yazdığım bir oyun. |
|
|
“Hayal Divan” / Nisa Leyla − Selami Şimşek |
Sayfa:108 |
Gökyüzünün sonsuzluğa sürgün edilmesi, ne büyük hayal! Ya doğruysa bu olasılık, iyi ki şairin elinde böyle bir güç yok! Yine de; bir kez düşünmüş olması yeterli şimdilik. İç dünyamızın derinliğini yansıtır bu. Sen bunları özümsemeye çalışırken, karışıp giderken bir avuç ışığa; birdenbire: “kalbimizi çapalamak için gelmedik dünyaya/ sakin ol, dostuz/ ses çıkaran değil/ ses vermeyen toplumlar için varız’’ serzenişiyle çekidüzen verdiriyor
insana Nisa Leyla.
|
|
|
“Beyhude Kan” / Orhan Göksel − Ümit Yıldırım |
Sayfa:110 |
‘Dergâhı olmayan münzevi, hayattan müstafi’ bir öznenin kendine ve çevresine ‘hayret’le bakışının şiirini kurar Orhan Göksel. “İnsan birdir lâkin tek değil/ Sevgili, dost, ilahi bir kelime/ Toprağı kokla kendini sevindir/ Tektaştan başka ne geçecek eline” dizelerindeki “tektaş” sözcüğünün anlamı çatallanırken (yüzük ve mezar taşı), ‘bu dünyada insanın insan olmaktan başka sorumluluğu yoktur’ özlü sözü anımsatılır. |
|
|
Şiir Günlüğü Gültekin Emre |
Sayfa:111 |
Cemal Süreya, hastanedeki eşi Zuhal Hanım’a (Memo’nun annesi) mektuplar yazar. Yıl 1972. Onüç Günün Mektupları (1990) sevilen kadına yazılan farklı, içten, şiir yüklü mektuplar. Mektupların birinde Cemal Süreya “Onlar İçin Minibüs Şarkıları” şiirini hastanedeki eşi Zuhal Hanım’a götüreceğine değinir. Bu şiir için, “Değişik bir şiir,” dedikten sonra “Düzyazıdan korkmayan, düzyazıdan yazarlanan bir şiir” de der. Buradaki “yazarlanan” da bir dizgi yanlışı var gibi, “yararlanan” olacak sanki. Ama öyle değil, çünkü Cemal Süreya’nın elyazısı mektubunda da “yazarlanan” diye geçiyor. “Oteller Hanlar Hamamlar İçin Sürekli Şiir”de bir şey daha diyor “düzyazı”ya ilişkin: “-Ağır ol Bay Düzyazı,/ Sen ancak uçağa binebilirsin!” Düzyazının kalantorluğunu mu imliyor acaba burada? Bir başka mektubunda da “Benim o son şiir büyük yankılar uyandırmış,” diye yazar. “Günlerce üstünde tartışılmış. Kimileri çok önemserken, kimileri ‘hadi canım sende’ gibisinden lâflar etmişler.” Şiir öyledir, beğenenlerin yanında “hadi canım sen de” diyenler de olur! |
|
|
|
|
|
|
|