Çizgiyorum - Melike Kılıç / s. 2 Devrim Erbil'in Sanatı Üzerine - Burcu Pelvanoğlu / s. 4 Devrim Erbil'in 1952'lerden günümüze uzanan üretim sürecine baktığımızda, onun sanatında çizginin, ritmik kurgunun belirleyicisi olduğunu görürüz. Erbil, çizgiyi bağımsız bir plastik öğe olarak alıp resim kurgusunun en temeline koyarak başından beri geleneksel ya da akademik tavrın dışında olmuştur. Devrim Erbil'in sanatsal tavrını belki de geleneğin içinden geleneğe karşı durmak olarak özetlemek mümkündür. Zira Erbil'in yaptığı, Batı resim geleneğini, onun temel metodolojisini alarak onu İslam sanatının, minyatür sanatının, halk sanatının geleneğiyle birleştirmektir. Devrim Erbil ile Söyleşi - Yalın Alpay / s. 10 Resim benim için bir tutku. Neden resim, neden ben resim yapmaya başladım? Resimle olan ilişkim çocuklukta güzel resim yapmaya başlayan yetenekli bir ressamın alışıldık öyküsü ya da bilincin beni taşıdığı bir yer değil. Yaptıklarımın resim olduğunu ancak ortaokulda anladım. Ben bu yaşta bile bir kırtasiyeye girdiğimde orda böyle güzel boya kutuları gördüğümde, renkler gördüğümde heyecanlanıyorum. Eve gelip hemen resim yapmak istiyorum. Renkli kâğıtlar öyle. Şimdi elli yılı aşkın hocalık hayatım var. Ben her zaman çocuklara, öğrencilere, sanatçı adaylarına şunu söylerim; bir bakarsınız eğitimin bir yerde tıkandığını görürsünüz. Eğitim nerede tıkanır, artık sizin söyleyeceğinizi söylediğiniz, bunun karşılığını yeteri kadar görmediğinizde. O zaman başka bir şey yapmak gerekli. Fırsat bulunca kalkıp yurtdışına gidin, bir müze görün, sanat ortamı görün, galeri görün, o sizi çok daha canlandıracak, size heyecan verecek ya da işinize çok daha bağlayacak bir olaydır. Bu iş gerçekten böyle, yaşamın her evresinde yeni bir heyecan, yeni bir aşk, yeni bir tutku. Bu tutku bazen bir kâğıt olur, bazen bir renk, bazen bir tekniği yakalama, bazen de karşınızdaki bir görüntü. Devrim Erbil - Mehmet Ergüven / s. 18 Erbil'in baskı resimden halıya kadar geniş bir alana yayılan ilgi odağı, hiç şüphe yok ki, yaşamı ile bütünleşen bu tek resmin kendiliğinden farklı malzemelere geçmesi ile yakından bağlantılıdır - tuvalin ötesine taşan, yaratıcı gerilimi dizginleme mekanizması olarak garanti supabıdır burada. Gerçi yüzey etkisine ağırlık veren resim dilinin -resimde yüzeye tutunmak, yanılsamaya koşulsuz teslimiyetin reddidir- farklı malzemeler ile ilişkiye girmek konusunda kayda değer bir ayrıcalığa sahip olduğunu hiç çekinmeden söyleyebiliriz; ama Erbil'in doğurgan yaratıcılığını dikkate aldığımız zaman bunun belirleyici olmadığı açıkça ortadadır. Ritmin Erbil D/evrimi - Yalın Alpay / s. 22 Erbil sanat yaşamına şiirle adım atar. Balıkesir'deki çocukluk ve ilk gençlik yıllarında, dönemin iletişim ve ulaşım imkânları kente entelektüel anlamda ciddi bir veri girdisinin sağlanmasını güçleştirdiği için, Erbil bu yıllarda kendi içerisine dönük bir gelişim göstermek durumunda kalır. Bununla birlikte her ay ulaşma olanağı bulabildiği tek entelektüel veri olan Varlık dergisini takip eder ve bu dergi sayesinde şiirle derin bağlar kurar. Bu nedenle Erbil, resimden önce, şiirde kendisini geliştirir. Bu şiirsel ufuk, onun resimlerinin kutbu olur. 1920'li ve 1930'lu Yıllarda Bir Edebiyat Çevresi Olarak Edremit - İbrahim Oluklu / s. 30 Bu yılların Balıkesir'inde Hasan Basri Çantay, Esat Adil Müstecapluoğlu, Orhan Şaik Gökyay, Abdülbâki Gölpınarlı, Sıtkı Yırcalı, Arif Hikmet Par gibi edebiyatla uğraşan insanlar bulunmaktadır. Aynı yılların Edremit'indeyse Ruhi Naci Sağdıç (fotoğraf sanatçısı Ozan Sağdıç'ın babası), Mustafa Seyit Sutüven ve Sabahattin Ali yaşamaktadır. Bu adlardan Balıkesir'de yaşayanlar Edremit'le, Edremit'te yaşayanlar Balıkesir'le hep ilgilenmişler, gelip gitmişlerdir. Bu ilginin temelinde Kurtuluş Savaşı, yeni kurulan devlet ve edebiyat yatar. Örneğin Sabahattin Ali'nin ailesi Edremit'te oturmakta ve aile hem Mustafa Seyit Sutüven hem Ruhi Naci Sağdıç'la tanışmaktadır. Aynı zamanda Sabahattin Ali, Balıkesir Muallim Mektebi'nde okumuştur. Küreselleşme: Sınıflı Toplumdan Aptal Topluma - Tuğrul Tanyol / s. 34 20. yüzyıl siyaset sosyolojisi açısından kendi içinde üç adet yüzyıl barındırmıştır. Kimilerine göre 19. yüzyıl 1901'de değil 1918'de sona ermiştir. Dünya güçlerinin yer değiştirdiği düşüncesi vardır ardında. Bana göre asıl güç değişimi 1945'te olmuş ve 19. yüzyılın devlerinin yerini ABD ve SSCB gibi iki yeni dev almıştır. Aslında bu tarihte başlayan 20. yüzyıl yalnızca 45 yıl sürmüş ve 21. yüzyıl 2001'de değil 1990'da başlamış, Soğuk Savaş dönemi yerini Küresel Çağ'a bırakmıştır. Dört Öykü (Öykü) - Elif Erdoğan / s. 36 Varoluşun Zarfları: "Bulantı"dan "Bunaltı"ya - Hande Balkız / s. 38 Varoluşçulara göre birey ait olduğu toplumun değerlerinden sıyrılarak kendine özgü otantik bir yaşam kurmalıdır. Varoluşçular yığının kurallarından, davranış örüntülerinden kopmuş olan yaşamı sahici, otantik yaşam; yığının içinden çıkamayan yaşamı ise düşmüş, yapışkan ve bulantı verici bir yaşam olarak tanımlarlar. Milan Kundera 90 Yaşında: Filozof Bir Romancı - Mustafa Günay / s. 46 Kundera, romanın, yukarıda değinilen indirgeme sürecini yoğunlaştıran kitle iletişim araçlarının eline geçtiğini belirtir (Kundera 1987: 26). Çağın eğilimiyle romanın eğilimi arasında karşıtlık bulunduğunu vurgulayan Kundera, söz konusu karşıtlığın aşılabilmesi ve romanın sürekliliği konusunda belirli bir çözümün ve cevabın olmadığını söylemekle birlikte, romanın yaşayabilmesinin bir karşı çıkışa ve başkaldırıya bağlı olduğuna işaret eder. Şiirler (Şiir) - Hüseyin Yurttaş / s. 48 Geyikler, Şarkılar ve Kültürel Bellek... - Semiramis Yağcıoğlu / s. 50 Orpheus'un yeraltına inişi, insanın kendi içindeki karanlığa doğru yaptığı sancılı yolculuğun bir eğretilemesi olarak yorumlanmıştır genellikle. Yolculuk, insan ruhunun tekrar aydınlığa çıkabilmesi için önce karanlığın dibine inmesi gerektiğine işaret eder. İlhan Berk'in Kitaplarına Girmeyen İki Şiir / "Şairin Toprağı"nı Kazınca - Kaya Tanış 60 Berk'in yazmayı cehennem olarak görmesinin büyük nedenlerinden biri de yazısı üzerinde sürekli bir uğraş vermesinden, kendini sürekli dönüştürmesinden, bundan vazgeçemeyişinden kaynaklanıyor. Çağırış.. (Şiir) - İlhan Berk / s. 62 İhtirasların Ölümü (Şiir) - N. İlhan / s. 63 Şairin Ölümü (Öykü) - Erendiz Atasü / s. 64 Anlam (Şiir) - Tahir Abacı / s. 67 Baba Meselesi (Şiir) - Ergun Tavlan / s. 69 Hasanpaşa Hanı'nda Seyisler (Şiir) - Ali Taş / s. 71 Rahmi Aksungur ile Söyleşi - Rumeysa Kiger / s. 74 Kendine özgü üslubuyla yaptığı heykelleriyle tanıdığımız usta sanatçı Rahmi Aksungur, Ocak ve Şubat aylarında, İstanbul'un en köklü galerilerinden Evin Sanat Galeri'de en son kişisel sergisini sergiledi. Günlük hayattan çeşitli objeleri, artık kendisiyle özdeşleşmiş hale gelen, kafese benzer ızgara biçimindeki formları içerecek şekilde yontan heykeltıraşın işleri, yalnızca müze ve koleksiyonlarda değil, Türkiye'nin birçok kamusal mekânında da yer alıyor. Sanatçılığın yanı sıra, akademisyen bir şapkaya da sahip sanatçıyla ürettiği en son serisi hakkında konuştuk. "Benim için yapıtları isimlendirmek, hatırlatıcı sembollerden ibarettir. İsim koyarak izleyiciyi şartlandırmanın gereği olmadığını düşünüyorum. Yapıt görsel bir süreçte kendini ifade edebilmelidir; ayrıca izleyiciye yorum alanları bırakarak ona katılmasına da fırsat tanımalıdır. Diğer bir yönden; heykel sanatının temel meselelerine dair sanatçının önerdiklerini de içermelidir." Sait ile Sabahattin - Haydar Ergülen / s. 76 'Yazmasam deli olacaktım!' diyen Sait'tir ama, 'yazmasam nasıl ölecektim?' diye yazının karşısına ömrünü koyan da Sabahattin'dir. Ben ikisiyle de, çocukluğumdan beri, Türkçe'yi gezdim, Türkiye'yi gezdim, köyleri, kasabaları, kentleri, adaları, kırları, denizleri, eviçlerini gezdim, yolculuk ettim. Toplumun Güzellik Tanımının İçinde Sıkışmış Engelli Kadın - Rahime Sarıçelik / s. 78 Edebiyatçıların engelli insanlar noktasında yaklaşımı düşündürücüdür. Ancak dünya edebiyatında da durum neredeyse aynı sayılır. Fransız araştırmacıların çocuk edebiyatı üzerine yaptıkları bir çalışmada, çocuklar için yazılan öykülerde ciddi fizyolojik ya da psikolojik engelli karakterlerin çok az olduğu ve engellilerin en iyi öykülerin asla gerçek karakterleri olamadıkları belirtiliyor. Onlara göre ancak hafif engelli karakterler edebiyat eserlerinde yer alabilir ve bunlar daha çok gülünç karakterler olarak gösterilmiştir. Köy Enstitüleri'ne Yolu Düşenler - Sercan Ünsal / s. 80 Ülke eğitiminin ulusal ve uluslararası tüm değerlendirmelerde son derece yetersiz olduğunun açıklandığı günümüzde, doğru çözüm yollarını aramak yerine Köy Enstitüleri'ni karalamayı görev sayan kalemleri tarihin vicdanına havale ederek, yazımızda değinilen saldırı ve girişimlere suskun kalan, enstitüler ile eğitim bileşenlerini temsil etme iddiasında olan, STK'ların vebalini hatırlatmak da kalemimizin görevi olmuştur. Yeni Şiirler Arasında - Şeref Bilsel / s. 82 Sözcüklerle yeni bir şey yapmak her zaman kolay olmuyor. Nitekim gelen şiirlerin çoğunda, kolaya kaçılmış, var olan şiir dili içinde işleyip durmuş bir duyarlık karşılıyor bizleri. Yeni Öyküler Arasında - Jale Sancak / s. 86 Ana meseleyi anlatmak üzere yaratılan kahramanlar sıradan, tek boyutlu -sadece iyi veya kötü- değildirler, tıpkı gerçek insanlar gibi çelişkileri, zaafları, tutkuları, hırsları, kompleksleri, güçlü ve güçsüz yanları vardır. Böylece gerçekten var oldukları duygusu uyandırırlar okurda. Klişelerden -sözgelimi şefkatli, fedakâr anne, bohem, alkolik sanatçı, idealist gazeteci gibi- uzak, tam tersine kişilik özellikleriyle özgün, farklıdırlar. Ezber bozarlar. Tıpkı gerçek hayattaki gibi bir veya birden fazla sorunları vardır, bu durum nedeniyle çatışır, mücadele eder, sonunda olumlu ya da olumsuz olarak değişirler, aynı kalmazlar. Varoluşa Reddiye (Şiir) - Hafize Şener Bilgiç / s. 87 Aldanış (Şiir) - Önder Çolakoğlu / s. 88 Su Dedi (Öykü) - Hakan Sarıpolat / s. 89 Yerinde (Şiir) - Çağla Özkur / s. 91 Sisyphos'un Direnci (Öykü) - Münire Çalışkan Tuğ / s. 92 Kıyı (Şiir) - İsmail Çekirge / s. 93 ükenme Bir Saniye (Öykü) - Burak Çavuş / s. 94 Harap 2 (Şiir) - Taha Eraslan / s. 96 Varlık Kitaplığı Elif Sofya ile Söyleşi - Petek Sinem Dulun / s. 97 Şiirlerimde ilkele dönüşün özlemi ve arayışı alttan alta yürüyen bir ses olarak hep var. İnsanı merkeze alan bir dünya algısına sahip değilim, biyo-merkezli bir yaşam tasavvuru var bende ve doğal olarak şiirlerime de bu geçiyor. İnsan'ın, "insanlık" tan kurtulmasının dünyanın kurtuluş reçetesi olacağına inanıyorum. "İstanbul'a" / Ömer Erdem - Şeref Bilsel / s. 99 Ömer Erdem şiirinde baştan beri ölçüsünü taşırmayan ironi, güzel hinlik bu son kitapta da bize eşlik ediyor. Şiirlerdeki anlam akışı, bağı, bir tarihsel figürle, bir sosyolojik motifle birden başka bir anlam eşiğine fırlatıyor bizleri. Şiirsel Taş ile Çocuk Kitapları Üzerine Söyleşi - Neslihan Gürel / s. 100 Yazarla çizerin birlikte ama kendi sınırlarını bilerek çalışması çok önemli. Yazar-çizer-editör sacayağını iyi kurmak gerek. Kendi adıma çizer ve editörle birbirini besleyen, eleştirel ama yapıcı bir ilişki içinde olmayı seviyorum. Yusuf Alper ile Söyleşi - Kemal Yavuzer / s. 102 Bendeki geçmiş ilgisi nostaljik bir ilgi değildir. Bu ülkede yaşayan bir bireyin hangi toplum, geçmiş üzerinde durduğunu bilerek yaşaması, geçmişle gelecek arasında bağ kurması hayatın olmazsa olmazıdır. Yoksa ipsiz sapsız boşlukta, aidiyet duygusu olmayan bir birey olur ki o durum da sağlıksızdır. "Mühür" / Gökçer Tahincioğlu - Giray Kemer / s. 106 Sokağı, başkent kulislerini, ülke gerçeklerini, olanı-biteni en iyi bilenlerden biri Tahincioğlu. İlk romanı Mühür'de de sanki bizlere bildiklerini anlatmak üzere yola çıkıp aslında metin boyunca tek bir cümlenin etrafında dolanıyor: "O iş tam da öyle değil." "Tatlı Çikolata" / Merih Günay - Zerrin Oktay / s. 107 Merih Günay, daha önce çıkartmış olduğu Pabuçlarımın Yazarı (İstanbul Net Yayıncılık 2004), Martıların Düğünü1 (Havuz Yayınları 2007) ve Hiç (Havuz Yayınları 2008) adında üç kitaba imzasını atmıştır. Çok sayıda ödül almış olan bu üç kitabından sonra uzun bir süre geçti ve okurun karşısına bu kez Tatlı Çikolata adlı yeni kitabıyla çıktı. Bu kitap içerik olarak olaylar ve anlatım bakımından zaman sıçramalarının tam karşılığını bulmuştur çünkü zaten hemen tüm bölümleri yine farklı zaman ve mekânlarda kaleme alınmış ve özgün Merih Günay üslubuyla harmanlanarak romana dönüşmüştür. Şiir Günlüğü - Gültekin Emre / s. 108 Şiiratı, efsane dergi. Yaz Kitabı (2004), Bahar Kitabı (2005). Seyhan Erözçelik'in unutulmaz çabalarıyla. Mustafa Irgat, Haşim Çatış dosyaları hâlâ önemini koruyor. Baudelaire, Nabakov, Borges,Yeats, Rilke, Wiliam Empson, Paul Celan, Michael Donaghy, Gerald Manly Hopkins, Emily Dickinson, Robert Burns, Dağlarca, Ahmet Haşim, Necatigil'in birer şiiri üzerien kapsamlı yazılar... Seçki ama nasıl bir seçki! Hem dünya şiiri hem de ülkemizin şiirinde akıp duran derin ırmak; her zaman okunabilecek şiir, deneme, değerlendirme, çeviri toplamı. Nereden de aklıma geldi? Demek unutmamışım! Ah, o eski dergiler! Küresel Haberler: Claudia Kaiser ile Söyleşi - Zeynep Şen / s. 110 Bence Batı büyük bir baskı altında. Aslında duruma iyimserlikle yaklaşıyorum ama yeni çözümler üretmek zorunda olduğumuzun farkındayım. Çünkü dijital kitaplar ortadan kalkacak değil. Bir sonraki nesil, bizim çocuklarımız ve onların çocukları bizimkinden çok daha farklı bir dünyada yaşayacaklar. Altında olduğumuz baskı da dolayısıyla arttıkça artacak. Fakat bu hikâye anlatıcılığının daima hayatlarımızın bir parçası olacağı gerçeğini değiştirmiyor. Bu yüzden ekonomik gidişatın elimizdeki materyalleri değiştirmeyeceği ama bu materyalleri nasıl tüketip dağıttığımızı kesinlikle değiştireceği kanısındayım. |