Çizgiyorum - G. Öykü Doğan / s.2 Post-hümanizm ve Yeni Sorunlar - Varlık / s.4 İnsanlık tarihinde dönüm noktası yaratan bir değişimle karşı karşıyayız. Bilim ve tekniğin yeni varlıklar yaratacağı beklentisinin damgasını vurduğu bu değişim anına genellikle post-hümanizm (hümanizm-sonrası) adı veriliyor. Hümanizm sonrası çağ ile dünyanın yeni bir temsili inşa ediliyor. Michel Foucault Kelimeler ve Şeyler başlıklı yapıtında, bir gün insan silinip gidecek, deniz kıyısında kumdan bir surete dönüşecek, demişti. İnsanın silinip gitmesi, tensel kabuğun bir tür tiksinilen şey gibi zorunlu olarak aşılması gerektiği yönündeki insan-sonrası anlayışla birlikte ortaya çıkıyor. Bedenini terk etme ya da bedenden kurtulma hayali ruhun ölümsüzlüğe kavuşma arayışına tekabül ediyor. Çağımız kapitalizminin mantığı teknolojik, sayısal ve algoritmik bir kültür üretiyor. Bu kültür trans-hümanizm denilen bir ideolojiye hizmet ediyor, ideolojinin amacı ise insan sonrası ya da hümanizm sonrası bir ütopyaya hayat vermek. Trans-hümanizm insanın bedensel ve zihinsel yeteneklerinin makinelerle geliştirilmesi anlayışına dayanırken, post-hümanizm yapay zekânın insanın doğal zekâsının yerini alabileceğine olumlu yaklaşıyor. Ocak 2019 sayımızın dosyasındaki "Post-hümanizmin Soykütüğü ve Gelecek Projeksiyonu" başlıklı yazısında Yalın Alpay tartışmayı tarihsel ve felsefi bir bağlama taşıyor. Post-hümanizmin felsefi soykütüğünün, modernist, varoluşçu ve postmodernist dönemleri simgeleyecek çeşitli sınır taşı felsefeciler aracılığıyla izini sürmeye ve ardından "gelecek" projeksiyonlarıyla henüz var olmayan bir felsefenin olasılıklarını çizmeye çalışıyor. Bu sırada hümanizm ve post-hümanizm çerçevesinde genel inanışların bir yapı-sökümünü yapmayı da deneyerek, yaygın bakış açılarının sorunlarını gösteriyor. "Yapay Zekânın Maharetleri ve Unutkan Toplumlar" başlıklı yazısında Nilgün Tutal insanın teknolojiden büyülenmesi ile teknoloji karşısında yaşadığı dehşetin insanlık tarihi kadar eski olmasına dayanarak, yapay zekâya dair bugün neleri düşünüp neleri düşünemediğimizi serimliyor. İnsanın sonu temasını bu büyüyü ve dehşeti yaşatan yapay zekânın nelere kadir olup nelere olamadığına dair örneklerle açıyor. Yapay zekânın kendi kendine öğrenme kapasitesi kazandıkça insana ait doğal zekâyı aşabilecek olmasının insanın kendi yaptığı makineden endişe duymasına yol açtığını gösterirken, algoritmik makineler konusunda sorulması gereken en mühim sorunun etik hakkında olduğunun altını çiziyor. Ve tekno-kapitalizmin insana neleri unutturduğunu tartışıyor. Yalın Alpay ile Nilgün Tutal'ın çerçevesini çizdiği post-hümanizm tartışmasına Sarphan Uzunoğlu başka bir perspektif ekliyor. "Post-hümanizmde Üretim İlişkileri ve Rıza" başlıklı yazısında Sarphan Uzunoğlu önemli sorular soruyor: Post-human dünyasında emek neye benzeyecek? Sömürü, yabancılaşma benzeri kavramları nasıl ele almak gerekecek? Tarih içerisinde post-human evresini nereye yerleştirebiliriz? Uzunoğlu bilgi teknolojilerindeki gelişmelerin, radikal şekilde gelişen yapay zekâ ve benzeri faktörlerin insanın, emeğin ve üretimin geleceğine etkisini ele alıyor. Bunu yaparken konunun eleştirel boyutuna bilhassa dikkat çekerek, post-hümanizmin insanın kendisini diğer canlı ve cansız varlıkların üstünde bir yere yerleştirdiği dönemin bittiğinin de habercisi olduğuna dair argümanları sunuyor. Ve insan merkezci şiddete dayalı tahakküm biçimlerinin robotlara karşı insan davranışının etik olmayan boyutlarla nasıl dönüştüğüne örnekler veriyor. İnsan o kadar tuhaf bir varlık ki, robotların çalıştığı genelevler açmayı düşünebiliyor... Ergin Bulut teknolojik gelişmenin geldiği düzey ile insanın toplumsal yaşam koşullarının maruz kaldığı ideolojik ve söylemsel aldatmacayı "Çalışmanın Geleceği: Platform Kapitalizmi ve Robotlar" başlıklı yazısında inceliyor. Yazısıda gig ekonomisi ve otomasyon tartışmalarını ele alıyor. Bulut, her iki meseleye yönelik tartışmaların genel olarak bir kıyamet beklentisi ve teknolojik determinizmle bezeli olduğunu dile getiriyor. Bulut'a göre ekonomi politik ve sosyalist feminist perspektifleri hatırlamak, gerek "gig ekonomisi" gerekse otomasyon tartışmalarının arka planındaki sınıf projesini görmek açısından şart. Bulut artık makinelerin ne yaptığımızı ve neyi nasıl yaptığımızı belirlediği "automacene" çağında yaşadığımızı ve belki de bunun çok sayıda mesleğin gereksiz sayılmasına yol açacağını, böylece insanların daha yaratıcı bir yaşam sürme imkânı bulacağına dair söylemlere karşı bizleri temkinli yaklaşmaya çağırıyor, politik sorunun bir teknoloji sorunu gibi tartışılmasına karşı sınıfsal hareketlerin tarihsel mücadelesinin yeniden anımsanmasıyla mücadele edilebileceğini söylüyor. Varlık dosyalarında gerçek/hakikat sonrasını, sanatın sonunun gelip gelmediğini tartışmıştık; trans-hümanizm ya da post-hümanizm geçmiş sayılarımızda izlediğimiz temaların içine oturduğu çok daha gelişmiş bir bağlamı ele almamıza imkân tanıdı. Dileriz Varlık okuru da son zamanların en çok tartışılan post-hümanizm meselesini ilginç bulur. Post-hümanizmin Soykütüğü ve Gelecek Projeksiyonu - Yalın Alpay / s.6 Gelecekte meydana geleceği düşünülen teknolojik gelişmelerin üreteceği yeni bir paradigma olarak tasavvur edilen post-hümanizm, kavram olmanın ürettiği muğlaklıklara, kendi spekülatif koşullarının belirsizliğini ekleyerek, tanımlanabilir olmayı ardına dek tartışmaya açar. Yapay Zekânın Maharetleri ve Unutkan Toplumlar - Nilgün Tutal / s.13 İnsan kanıtlar, öngörür, icat eder, düşünür, anlar ve yorumlar; böylece insanı makineden ayıran özelliği bir hesap makinesi olmamasıdır. Makinelerin potansiyeline dair bu yaygın kanıyı yapay zekâ ile uğraşanlar naif buluyor. "Bilen bir makine icat etmek belki de mümkün" meselesi yapay zekâ ile uğraşanları insana ait doğal zekânın kendine has özelliklerinin yitip yitmeyeceği sorusundan daha fazla meşgul ediyor. Post-hümanizmde Üretim İlişkileri ve Rıza - Sarphan Uzunoğlu / s.17 Savaşmaya hazır ve insan kapasitesindeki robotlar veya yerimize buzdolabına bakıp evdeki eksikleri sipariş eden algoritmalar neo-liberal kurumlar tarafından gelecek olarak bize sunulurken, insanın sonraki evrelerdeki kaderine ilişkin distopik bazı tahminler öne çıkıyor. Örneğin hologramdan sese farklı türlerde insanların avatarlaşmaları, ikame edilmeleri gibi süreçlerle karşılaşıyoruz. Çalışmanın Geleceği: Platform Kapitalizmi ve Robotlar - Ergin Bulut / s.20 Elektrik süpürgeleri, ütü, mikrodalga ve daha nice beyaz eşya, kadınların yaptığı hangi işin miktarını azalttı? Azaltmak bir yana, teknolojiyle kolaylıkla özdeşleştirildiği ve siyasetten bağımsız düşünüldüğü için, ev içi emekten beklentileri artırdı ve onu daha da görünmez kıldı. Dolayısıyla, Astra Taylor'ın katıldığı bir toplantıda Silvia Federici'den duyduğu şu sözler, robot istilasına karşı hatırlanmalı: "Size, kendinizi değersiz hissetmelerine izin vermeyin. Kadınların ücretsiz ev içi/yeniden üretim emeği olmaksızın koca bir sistem çökecektir." Şair Enver Ercan - Sinan Bakır / s.24 Enver Ercan şiirinde gerilime açılan her kapı ilk önce dilde yankısını bulur. Onda dil, kendini anlamaya dönük geliştirilen tavırdır, dünyaya açılan evrendir. Bu yüzden, şiirin öznesinin etkileşime girdiği her şeyde belirleyici olan dildir. Gündelik hayat, ondaki dil duyarlığının kaynağıdır, denebilir. Uzun Karanlık Bir Yolu (Şiir) - Metin Cengiz 29 Tiyatronun Köşetaşları: Haldun Dormen ile Söyleşi - Burak Süme / s.30 Edebiyat tiyatronun anası babası gibidir. Doğru düzgün yazılmış bir oyun olmazsa, tiyatroda hiçbir şey yapmaya imkân yok. Onun için yeni kurulan alternatif tiyatrolar beni çok mutlu ediyor. Pınar Kür ve "Asılacak Kadın" - Erendiz Atasü / s.34 Asılacak Kadın'a geçmeden önce roman türünün kehanet özelliği üzerinde biraz duralım. Romanın kahinliğindense belki, yazarın (sanatçının) sezgi gücünü vurgulamak daha doğru olacak. Sanatçının hassas asap sistemi, uç veren değişimleri hissedecek, keskin duyuları yaklaşan fırtınanın henüz uzak gökgürültülerini işitebilecektir. Tabii sanatçı coşkulu mizacına teslim olup tekil örneklerden aceleyle genellemelere sıçrayabilir ve yanılabilir; böyle bir tehlike var; ama tam isabet de kaydedebilir. İşte Asılacak Kadın böyle tam on ikiden vuran örneklerden. Beni Taciz Eden Kadın Romancıyı Yıllar Sonra Açıklıyorum - Alper Çeker / s.40 İstanbul'un fethi 1990'larda bu kez muhafazakâr iktidar tarafından ateşli bir biçimde kutlandı ve Cumhuriyet gazetesi İlhan Selçuk'un 23 Mayıs 1997 tarihli yazısıyla "Fetih mi yoksa işgal mi?" tartışmasını başlattı. 2000 yılındaki kutlamalar sırasında gazete, Erdoğan Aydın imzasıyla yayımladığı yazı dizisinde fethin işgal olduğunu ve bu işgalin kutlanmasının, toplumun şeriatçı ve ırkçı bir kalıba dökülmesi anlamına geldiğini yazdı. Sanatta İcat ve Keşif - Tuğrul Tanyol / s.42 Doğada kuşkusuz, görüntüler, biçimler, sesler, renkler var. İnsanoğlunun daha mağara döneminde sanatı andırır işler yaptığını biliyoruz. Şiir belki henüz yok, mimari ve heykel de, ama resim var, müzik de. Resmi büyü amaçlı yaptığını da biliyoruz; bu nedenle tüm resimler av sahnelerini anlatıyor. Resimlerde insan yok gibi, bir mağarada esrarengiz bir el izi var yalnızca; büyücülükten ressamlığa sıçramaya çalışan biri mi? Bir iz mi bırakmak istemiş yarına? Sanmam. Vardır bir nedeni mutlaka. İki Lâl Arasında (Şiir) - Yusuf Alper / s.44 Göç Şiirleri (Şiir) - Salih Bolat / s.46 Dedemin Salıncakları (Öykü) - Hande Balkız / s.47 Tahir Abacı ve "Bir Gün Yeniden" - Şerif Mehmet Uğurlu / s.50 Eserin, belgesel roman kategorisine yaklaştığı yerlerde Abacı'nın, yarattığı karakterin olumlu ve olumsuz taraflarına ait vurguları sayesinde devrimcilik meselesinin neliği ve devrimci kişinin kimliği üzerinden insanı ve dönemi okumayı amaçlayan yoğun bir çaba kendini belli ediyor. Non Est Caritas (Şiir) - Altay Ömer Erdoğan / s.56 Edebiyat Gündemi: Kendi Kanıyla Şiirler Yazan Hattat: Hüseyin Ferhad Kendi Kanıyla Şiirler Yazan Hattat: Hüseyin Ferhad - Salih Bolat / s.58 Ferhad'ın şiirsel metinlerindeki tarihsel göndermeler, postmodern edebiyatın önemli göstergesi olan "metinlerarası" ilişkiye dayandırılamaz. Olsa olsa tarih okumalarının şair tarafından şiirsel bağlama indirgenmesidir. Hüseyin Ferhad: Şair, Şaman, Şövalye - Haydar Ergülen / s.64 Hüseyin Ferhad: "şiirlerinin kaderini yaşayan bir imla çırağı". Bir 'harf cini'. Kalbini Ortadoğu'ya, Asya'nın ön'üne fırlatmış bir barbar. Alp Er Tunga'dan İmr'ül Kays'a, Odysseus'tan Nâzım Hikmet'e, Spartaküs'ten Hikmet Kıvılcımlı'ya, hayal ülkesinin düşünde bir düşünürgezer, düşyazar, şiirsezer, "Ali'nin kılıç sandığı virgül"ü dilde sınayan bir 'yeni Şaman'dır ki, şiirin coğrafyasını gezdirmez yalnızca, şiirin göğünü düşlememize de yol açar. Üç Dakika (Öykü) - Abdullah Mollaoğlu / s.66 "Evrenin Titreşen Işıkları" Sergisi Üzerine Merve Ünsal ile Söyleşi - Rumeysa Kiger / s.68 Ben 2015'ten beri kendi yaşadığım ev ve evimin yaklaşık 50 metrelik çeperi dışında fotoğraf çekmeme gibi bir kural uyguluyorum. Fotoğraf üretiminin avlanmaktan çok beklemek ve aynı şeyi durmadan görmekle ilişkili olduğunu düşünüyorum, bu sıkıcılığın ve tekdüzeliğin potansiyeliyle ilgileniyorum. Bu yüzden de "Dışarıda Değil, Öncesinde" aslında temelinde benim bu pratiğimin şu anda vardığı nokta. Kuru Otları Yakarlar ki Yeşersin (Şiir) - Devrim Horlu / s.73 Kafa Derler Buna (Öykü) - İnci Aydın Çolak / s.74 Şiirler (Şiir) - Müesser Yeniay / s.75 "Korkut'a Masal"da Gülmece ve Felsefe - Halil Şahan / s.76 Yusuf Atılgan'ın, bu masalında 'çocuğa görelik'e özen gösterdiği söylenebilir mi? Diyesim bu konuda bilinçli bir çabası söz konusu mudur? Tartışmaya açıktır bu. Anlatımdaki çocuksuluk, şakalı söyleyiş, giderek yoğunlaşan gülmece bilerek isteyerek yapılmış gibidir. Ama bu, masala özellikle "çocuğa görelik" kazandırmak için yapılmış değildir. Adı geçen masala kişi kılınan arkadaş çocukları Korkut ile Ongun'a masalı sevdirmek içindir. Yeni Şiirler Arasında - Şeref Bilsel / s.80 Şiir dilimiz genellikle seslerin mayaladığı, sesten anlama yürüyen bir dildir. Şair seçer, ayıklar, sıraya koyar. Bütün bunları yaparken dünyaya karşı tutumunu da ortaya koymuş olur. Bazıları bu işi masa başında yapar, bazıları ise içten gelen ve doğal yatağında akan bir seslenişle. Şiir üzerine işçilik mesaisi şairden şaire değişir. Kimileri uzun zaman bir şiire dışarıdan bakar, söylediklerini başkalarının söylemiş olduğu sözler içinde tartar; kimi şair de kendi sesine kulak verir sadece, kendi sesinin peşinde gider. Her iki tavır bir arada şiirde konaklayabilir. Anatomi (Şiir) - Anıl Can Uğuz / s.82 Yeni Öyküler Arasında - Jale Sancak / s.83 Kurmaca yapıtlarda zaman anbean yer almaz, almasına gerek de yoktur, sadece ana meseleyi anlatmaya hizmet edecek en önemli, en gerekli olayların, durumların geçtiği günlere, dönemlere yer verilir. Art arda sıralansalar bile yirmi dört saatin her dakikası, yaşantının her ânı değil, mutlaka gösterilmesi gereken oluşlar seçilir. Adriaen Adriaenszın Bedeni (Şiir) - Muharrem Sönmez / s.84 Hastalık (Öykü) - Deniz Doğan / s.86 Bir Uçurum Dudakları (Şiir) - Hıdır Işık / s.88 Tuzak (Öykü) - Hazar Üstün / s.89 Aşk Meğer (Şiir) - Mehmet Can Kuyucu / s.90 Çay ve Bergamut (Şiir) - Nurgül Ulu / s.91 Varlık Kitaplığı Metin Celâl ile Söyleşi - Necati Tonga / s.93 Şiir tarihimizde "hemen her edebiyat topluluğu ya da hareketi 'yeni' olduğunu iddia ederek ortaya çıkmıştır" ama "yeni" olduğunuzu söylemeden, iddia etmeden nasıl ortaya çıkarsınız, bilemiyorum. Ben eski değerleri, mevcudu savunuyorum diye ortaya çıkılsa ne anlamı olabilir? "İntibah" / Namık Kemal - Onur Bütün / s.96 Yaşadığı dönemi kavramak ve bir önceki dönemin eleştirisini yapmak konusunda cesaretlidir Namık Kemal. Farklı türlerde yazarak yaptığı denemelerin asıl amacı da budur. Nermin Yıldırım ile Söyleşi - Feridun Andaç / s. 97 Dönüp baktığımda bambaşka hikâyelere sahip ama benzer temalar etrafında dönen romanlar yazdığımı görüyorum mesela. Bu yaşarken ve yazarken dert edindiğim şeylerle ilgili ipucu veriyor bana. Bazı yazarlar tek bir cümle kurabilmek için ciltlerce kitap yazarmış. Belki ben de o tek cümleyi arayanlardan biriyimdir diye düşünüyorum bazen. Belki bütün bu macera, kurmaya çalıştığım o tek cümle içindir. Kim bilir. "Perdeyi Aralamak" / Derl.: S. Ruken Öztürk, Hasan Akbulut - Bahar Altay / s.101 Ülkemizde sinema alanında üretilen pek çok nitelikli çalışmaya Perdeyi Aralamak'la bir yenisinin daha eklendiğini görmek mutluluk verici. Semih Erelvanlı ile Söyleşi - Fikret Derya Tunçeri / s.102 Distopyaların çapasını geleceğe veya olmayan bir ülkeye atması, aslında seslendiği toplumu uyarma arzusunu saklar içinde. "Görüyorsunuz, değil mi?" der. "Başka zamanlarda, mekânlarda yaşanıyor olsalar bile bu felaketler sizin hayatınızda da ortaya çıkabilir. Hatta bugünkü davranış kodlarınızı değiştirmezseniz, çıkacaktır da. Öyleyse işler iyice sarpa sarmadan önce ne yapacaksanız yapın, kıyametin gelişini durdurun." "Konumlandırmalar" / Ahmet Önel - Turgay Pasinligil / s.104 Önel, edebiyatın farklı alanlarında ürünler veren bir yazarımız. Öyküden romana, tiyatro oyunlarından şiire uzanan ürünler toplamının sahibi. Geçtiğimiz yıllarda, bir bölümünü zaman zaman Varlık dergisinde de yayınlamış olduğu Konumlandırmalar toplamıyla, okura edebiyatın türler bileşkesi diyebileceğimiz bir odasından yeni bir ses vermeyi deniyor. "Küçük General" / Turan Dağlı- Fatma Yeşil / s.105 Küçük General'e Küçük Prens'in bir parodisi demek mümkün. Günümüz çocukları aslında böyle yetiştirilmiyor mu? Ebeveynler sanki dünya üzerinde sadece kendi çocukları varmış gibi yaklaşıyor çocuklarına. O kadar önemli hissettiriyorlar ki onlara 'kendi'lerini diğer çocuklarla karşılaştıklarında narsistlikleri ortaya çıkıyor. Bencil bir neslin yetiştiğini düşünüyorum. "Ateş Sözcükleri" / Süreyya Aylin Antmen - Melih Levi / s.106 Paul Celan'ın şiirinde de sıklıkla karşılaştığımız yer-yön belirteçleri Antmen'in şiirinde önemli bir rol oynuyor. "Burası" ve "orası" gibi belirteçler okuyucuya bir çırpıda dilin egemenliğini hatırlatıyor. Özellikle şiirde yön göstermek için kullanıldıklarında bu belirteçler, dilin merhametine sığınmamıza neden oluyor. Nereyi işaret ediyor şair? Antmen bir yön ve mekân beklentisi yarattıktan sonra bu zarfları işlevselliklerinden arındırıyor. Öyle ki, okudukça, belirgin bir yön beklentisi kayboluyor. Bu kayboluş bir "dil lekesi" gibi şiire işleniyor. Şiir Günlüğü - Gültekin Emre / s.109 Üstlenmesi neden fırtınanın/ Acelesi neden// Son ağaç yıkılana kadar esecek rüzgâr öfkeyle/ Neyi var neyi yoksa söküp alacak parça parça/ Dağılıp mıntıkaya sabah, geri çekilirken intikam/ Doğanın enkazını kaldıracağız şehirden" (k. İskender, Ölen Sevgilimin Şiir Defteri, Can Yay. Ağustos 2018) Küresel Haberler... - Zeynep Şen / s.111 |