Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

TEMMUZ 2018

Sayfa:
Sayfa:
“Edebiyat ve Coğrafyalar” sempozyumundan Varlık dergisi için seçtiğimiz üç metin var. Nüket Esen’den “Avrupa’da Bir Ahmet Mithat”, Gül Mete Yuva’dan “Théophile Gautier’ye Göre Barbarlık ve Uygarlık”, Erkan Irmak’tan “Uzaktaki, Gidilmeyen Ama Bizim Olan Köyü Bulma Denemesi: Köy Romanları Hangi Köyde Geçer”. Edebiyatın daha çok tartışıldığı bir coğrafyada yaşamak dileğiyle…
Sayfa:
Paris, Ahmet Mithat’ın gidip görmeden bildiğini iddia ettiği şehirdir. Daha önce romanlarında Paris’i zemin olarak kullanmış, özellikle Paris’te Bir Türk’te (1876) anlattığı Paris’in gerçeğe uygunluğu ile iftihar edegelmiştir. Marsilya’dan trenle Paris’e doğru giderken yol arkadaşlarına Paris’i ilk defa göreceğini söyledikten sonra şehirle ilgili birçok bilgi vermeye başlayınca yolcular çok şaşırırlar.
Sayfa:
Gautier’de yolculuk, başka yerlerde yaşama arzusu, yazılarında da defalarca belittiği gibi, karşı konulamaz, adeta irade dışı bir durumdur. Bunu, bazen hastalık haline dönüşmüş kaşıntıya benzetir, bazense bir dürtüye: “Hepimiz haritada bir noktanın bizi anlaşılmaz bir şekilde kendine çektiğini hissederiz.” İster tende, ister ruhta duyumsansın, yolculuk Gautier’de engellenemez bir arzudur.
Sayfa:
Köy romanları söz konusu olduğunda hemen akla gelmesi beklenen, ancak eleştirmenlerce üzerinde en az düşünülmüş soru, bu yüzden aslında hiçbir zaman tam anlamıyla yanıtlanmadan ortada durmaya devam eder: Köy romanı nedir? Bu soruyu kolay cevaplardan sakınarak sormayı sürdürmek, öncelikle bize neyle uğraştığımız konusunda genel de olsa bir fikir sahibi olma imkânı sağlar.
Sayfa:
Sayfa:
“Varlık”, yayın hayatı boyunca sofrasını farklı lezzetlere açık tutar hep… İlk sayılarında Yedi Meşaleciler taşır bayrağı… Sonra Garipçiler… Bir ara toplumcu gerçekçiler… 1980 sonrasında “gerçeklik” kavramı ve kültürel hayatta etkili olmuş “yapısalcılık” üzerinde önemle durulur.
Sayfa:
Postmodernizm merakı ve gene 1990’larda gelişen anarşizm ilgisi birleşerek bir beş yıl kadar sonra olgunlaşıp “Varlık”ta dosyalar yapmaya evrilecek. İlk işareti de 1998’de, daha küreselleşme karşıtı hareket görünürde yokken fitili ateşleyen “21. Yüzyılda Anarşizm” yazısının kapakta yer alması, Enver Ercan’ın buna sıcak bakması; bu sayede pek çok “ilerici” yayının hiç hoşlanmayacağı iki şeyin, postmodernizm ve anarşizmin biraraya geldiği, aynı zamanda siyasi –suya sabuna bulaşmak istemeyen konformist, konsensüs içi yayınların da yer vermek istemeyeceği– tartışmaları böylece özgürce “Varlık”a taşıyabilmişim.
Sayfa:
Bir edebiyat ve kültür dergisi olarak “Varlık” Türkiye’deki dergilerin ömrüne bakıldığında bereketli ve uzun sayılabilecek yaşam süresinde edebiyat ve kültürün içinde üretildiği yer ve zamanın karakterine özen göstermiş ve dikkatini esirgememiş bir dergi kimliğine sahiptir.
Sayfa:
Altay Öktem, Bâki Ayhan T., Behçet Çelik, Birgül Oğuz, Deniz Durukan, Erendiz Atasü, Feyza Hepçilingirler, Gamze Arslan, Gülce Başer, Hüseyin Ferhad, İnci Aral, Mehmet Can Doğan, Metin Cengiz, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nazlı Karabıyıkoğlu, Nilgün Tutal, Pelin Buzluk, Salih Bolat, Selçuk Altun, Seray Şahiner ve Tuna Kiremitçi Varlık’ın edebiyat-kültür dünyamızdaki rolü, bir şair/yazar olarak kendi yazınsal serüvenlerindeki yeri, gençlerle ilişkisi, Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nin anlamı, Türkiye’deki güncel toplumsal/siyasi sorunlar karşısındaki tavrı konularında görüşlerini bildiriyorlar.
Sayfa:
Sayfa:
“Şiir yazma süreci kesin bir süreç değil. Çoğunlukla onlarca kere, belki daha fazla, geri dönülüyor. Bu süreç bir estetik odağın etrafında neredeyse hayatınızla ilgili her konuya değinerek gezinen kapsamlı bir yaratım süreci ve bir sona karar kılmadıkça, siz bıkmadıkça, o süreçte edindiklerinizi yapıtınıza istediğiniz şekilde eklemek için sürekli bir çaba içinde oluyorsunuz. Bu süreci eskisine göre daha uzun tuttuğumu söyleyebilirim. Bir duyguyu vermek ağır bassa da yazdığım süreçte tek motivasyonum değil, o duyguyu pekiştiren aklımdaki biçimsel ve düşünsel öğeleri de hamuruna katmak için çabalıyorum. Bu süreç yoğun oluyor. Vurgulamayı istediğim gibi yapmak için bir şiirde birbirini tamamlayan farklı biçimleri de birbirlerine aşılamaya çalıştığım oluyor.”
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
“Karakterlerin iç dünyasında kalan boşlukların öyküleri okuyan insanlar tarafından doldurulmasını hayal ederek yazmaya çalışıyorum. Yine buna bağlı olarak hiçbir öykümde şehir, köy ya da bölge adı kullanmıyorum. Onları okuyan insanların gözünde neresi canlanıyorsa öykü de orada geçsin istiyorum. Kendi mahallesi, köyü, evi ya da sokağı... Öykülere başlarken kurmaya çalıştığım denge biraz da bu düşüncemden kaynaklanıyor aslında. Eksik kalan her duygu başka bir hayalde tamamlanabilir. Bu yüzden noktayı koyduktan sonra çekip gitmeyi içime sindiremiyorum. Çünkü bende yaşamaya devam ediyor her şey.”
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Türkiye’nin toplumsal tarihine “Sivas Cankırımı” olarak geçen şeriatçı kalkışma, Cumhuriyet’in tohumlarının atıldığı bir kentte gerçekleşti. Köktendinci saldırganlar, laik Cumhuriyet’e karşı düşmanlıklarını, yürüyüş sırasında sık sık yineledikleri “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!” sloganıyla açığa vurdular.
Sayfa:
Şimdiye kadar absürt mizah yapıyorum demedim. Bir şeyi anlatırken çok gerçek olması sıkıcı oluyor, bu yüzden müdahale edip değiştirmek istiyorum. Mesela Aksakallı Dede beceriksiz olsa nasıl olur diye merak ediyordum, sonra oturup notlar almaya başlayınca işin çok tuhaf yerlere gittiğini görüyordum ve bu beni mutlu ediyordu. Çünkü sıradanlıktan sıyrılıyor, farklı oluyordu.
Sayfa:
Şairin kentin kültürel ve toplumsal yapısına pek uymayan kişilik özelliklerinin o dönemde sindirilemediği gibi, günümüzde yapılan kimi çalışmalara bakıldığında, bugün de hâlâ sindirilememiş olduğunu görüyoruz.
Sayfa:
Kültür sanat alanının genelini bir kenara koyup, özelde görsel sanatlara baktığımızda, geleneksel ve güncel/çağdaş sanat alanlarındaki sanatçıların ve profesyonellerin birbirine çok da değmeden yaşadığını, farklı öncelik ve hassasiyetlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu alanların eğitim kurumlarına baktığımızda da, bu yan yana gelemeyişi rahatça görebiliriz.
Sayfa:
Verdiği örneklerden Tahir Abacı’nın sıradan bir meta ile sanatsal ürün arasındaki farkı yok saydığı anlaşılıyor. Yoksa neden yoğurt, reçel, salça örnekleriyle başlayıp yazısını konuyla hiç ilgisi olmayan bir alana çekerek, yapısalcılık ve göstergebilime saldırarak bitirsin ki? Abacı üstelik bu son iki kavrama ideolojik bir yük yükleyerek bunları düşünsel gericilik olarak niteliyor. Bilimsel yöntemlerin inanç sitemleri ile bu noktada neden ve nasıl ilişkilendirildiğini ben pek anlayamadım.
Sayfa:
Doğrusunu belirtmem gerekirse, yazımla ilgili olarak “sol”dan bir saldırı bekliyordum. Bu geldi ama tuhaf bir bakış açısından geldi. Tahir Abacı, Varlık dergisinin “Haziran, 2018” sayısında yer alan yazısında, aynı dergide benim Mayıs’ta yayınlanan yazımla ilgili olarak şunları söylüyor: “Salih Bolat, Hasan Hüseyin için övgü dolu satırlar döşenmiş ve onu ‘toplumcu ozan’ olarak lanse etmiş (...). Daha 1973’te, yirmili yaşlarımda iken Yeni Adımlar dergisinde onun bir kitabını ve şişinmelerini eleştirmiş, sosyalist edebiyatın temel ilkelerinden bihaber olduğunu, aslında ilkel bir popülizm yaptığını belirtmiştim ...” Söz konusu yazıma bırakın onu dikkatle okumayı, şöyle bir göz atılsa bile, kimseyi “lanse” etmediğim görülür. Benden çok daha önceden beri bilinen bir şairin, benim lanse etmeme ihtiyacı olmadığı açık. Hasan Hüseyin’in “toplumcu” olduğunu da ilk kez ben söylemiyorum. Benden önce de bir yığın makalede, araştırmada, ders kitaplarında, sınav sorularında, antolojilerde böyle niteleniyor.
Sayfa:
12 Mayıs 1902’de Juticalpa’nın Olancho bölgesinde, orta halli bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Suarez, 1923 yılında babası ölünce kendi kaderini yaşamak üzere baba ocağından ayrıldı. Trujillo, La Ceiba, San Pedro, Tela, ve Tegucigulpa’da çeşitli işlerde çalıştıktan sonra kendisi gibi yazar olan Antonia Rosa ile birlikte yaşamaya başladı ve çiftin iki kız çocuğu oldu. Suarez, ikinci kızının doğumunda kısa bir süre sonra Antonio Rosa’yı terk edip şair Guillermo Bustillo Reina ile evlendi. Evlilik bir yıldan kısa bir zamanda sona erdi. 27 yaşında iki çocuğuyla kalan Suarez, geçinmek için garsonluk dahil pek çok işte çalıştı.
Sayfa:
Sayfa:
Sayfa:
Zafer Toprak’ın değerli araştırması, okuru hüzünlü bir düşünceyle esinler: Kişisel özgürlük aşamasına tarihsel süreç içinde sindire sindire ulaşamamış toplumlar, kısır döngüyü kırmakta çok zorlanmaktadır; bugün gene 100 yıl önceki çelişkiler belirmekte: Gücünü sayısal üstünlükten alan, zayıflığı büyük hayatın yönüne ters duruşunda yatan kitlelerle, gücünü büyük hayatın gidişatından alan ve zayıflığı sayılarının azlığında yatan bireylerden oluşmuş kitlelerin çelişkisidir bu. Erken Cumhuriyet döneminde, yayınlar konusunda büyük bir serbesti olduğu Zafer Toprak’ın araştırmasından anlaşılmaktadır. Toplum bu serbestiden yararlanmasını bilememiştir. Elbette bu bilemeyişte, yayımcılar açısından kâr güdüsü de yol oynamıştır. Toplumun toparlanışı ancak rejimin otoriterleşmesiyle mümkün olabilmiştir.
Sayfa:
Edebiyat eleştirisinin, yıllar evvel sonlanıp şimdilerde nostaljik bir kavram ve eylem halini aldığı Türkiye’de eski dergilerde, kitaplarda ve hatta gazete sayfalarında kalan metinleri okudukça enikonu bu gerçekle yüzleşiyoruz. “-mış gibi” yapma çağında, eleştiri yazdığını düşünenlerden oluşan topluluk kendisini özensizlik, taklit ve birörneklik furyasına kaptırmış durumda. Dolayısıyla yazılanlar eleştiriden başka her şey, çünkü içinde zerre eleştiri yok! Ayşegül Tözeren’in kaleme aldığı Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi, bunları bir kez daha hatırlatırken görüntü devrinin gereklerini yerine getirenlere eleştirinin var olduğu günleri anımsatmaya çalışıyor.
Sayfa:
Mutlu, ihtiyaçları doyurulmuş bireyler olmanın yolunun yasaklarla, ayıplarla üstünü örtmekle değil, aksine üstünü açmakla gerçekleşebileceğinin farkında Aslı Tohumcu. Mutlu bir kadın, mutlu bir toplum demektir. O yüzden Tohumcu, radikal bir çıkış yapıyor Durmadan Leyla’da.
Sayfa:
“Baba” teması edebiyatta en çok işlenen temalardan biri oldu hep. Dostoyevski’den Kafka’ya, Oğuz Atay’dan Yusuf Atılgan’a, yazarlar çoğu zaman bu meseleyle ilgilendi. Haliyle benim de meselelerimden biri oldu.
Sayfa:
Kalk Gidelim Edirne kitabında öncelikle Edirneli çocukların ve herkesin öğreneceği çok şey var.
Sayfa:
Yüzyıllardan beri dünyayı askerÎ ve siyasal olarak etkileyen güç olarak anılsa da İran dünyayı masalarındaki uçan halılarla, tezgâhlarda dokunan renklerin dans ettiği halılarla sarıp sarmalıyor. Dünyadaki en ihtişamlı İslam mimarisinin yanında, demir ve halı işçiliği ile karmaşık bir kent kültürü olan pazar ticaretine ev sahipliği yapıyor. Ancak başkent Tahran zaman içinde sıkışık trafiğe ve çevre kirliliğine yenik düşmüştür. İranlılar, edebÎ miraslarıyla, özellikle de şiirleriyle, belki Rusya dışında pek az ülkede görebileceğimiz bir şekilde gurur duyarlar.
Sayfa:
Jules Renard ne diyor Yazma Üzerine Notlar’da (Sel Gecayarısı Kitapları, 2. bas. 2016) “Sözcükler düşüncenin tam üstüne oturan giysi olmalıdır yalnız.” Bir de şunu diyor: “Yazarın kendi dilini yaratması gerekir, benzerlerinkini kullanması değil.” “Yazarın” yerine “şairin” de demek gerekir.
Sayfa:
TEMMUZ 2018 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI