|
|
NİSAN 2018
|
|
|
|
Sayfa: |
Bu ayki dosyamızı İstanbul sokaklarının simgeye dönüşmüş müzisyeni Bizon Murat’a geniş yer veren bir yazıyla açıyoruz. Siya Siyabend grubunun kurucusu “Bizon Murat” lakabıyla bilinen Murat Serhasi Toktaş sokak müzisyeni denince akla gelen ilk isim. Sokak müziğinin sembol ismi Bizon Murat bu dosya hazırlanırken tüberküloz teşhisiyle hastanede tedavi görüyordu. Dergimiz yayımlanmadan önce yoğun bakıma kaldırıldı. Dileriz sokağına ve müziğine bir an önce kavuşur. Bizon Murat’a hastalığı nedeniyle ulaşamayınca 3 Mart 2018’de kendisi için düzenlenen gecede sahneye çıkan gruplardan Luxus, Peyk ve Teneke Trompet gruplarının üyeleriyle hem Bizon Murat hem de kendi müzikleri ve sokakları hakkında söyleştik. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Profesör Nilgün Tutal ve aynı fakültede üçüncü sınıf öğrencisi yetenekli piyanist Ege Ülgen, ortak yazılarına Bizon Murat’ın grubunun adından esinlenerek “Siya Siya Direniş” başlığını uygun gördüler.
Eskişehir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İletişim Anabilim dalında doktorasını yapan sokak sanatçısı Kazım Tolga Gürel “Müzikle Teğet Geçebilmek” başlıklı yazısında arkadaşları ve sevgilisiyle Eskişehir sokaklarında müzik yaparken yaşadığı, unutmadığı ve unutamayacağını söylediği hikâyelerini anlatıyor. Yazıyı okurken Gürel’in okurla söyleşen yazım tarzının zevkine varmanın yanı sıra, sokak sanatı icra edenlere akvaryum balığı hediye eden bir dinleyicinin olabileceğini öğrenip, daha nice sıra dışı insanın sokak müzisyenleriyle kurduğu ilginç duygudaşlıklara katılacağız.
Müzisyenlerin ardından sokak sanatının daha underground türlerine odaklanıyoruz. 20 Ocak’ta İstanbul’da ikincisi düzenlenen Açıkppqqmm etkinliğini “Yeraltındaki Sokak Sanatı: Açıkppqqmm” başlıklı yazıda okuyoruz. Etkinlik İstanbul’da alternatifin alternatifi sayılabilecek sokak sanatının en somut örneği olduğu için ilgimizi çekti. Yazıda Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi son sınıf öğrencileri Berkay Şatır, Sevan Bedan ve Kaan Işık; Açık Alan, A.I.D, ppqqmm ve Pixie Underground kolektiflerinin işbirliğiyle gerçekleşen Açıkppqqmm gecesinde sokak sanatıyla gece kulübü kültürünün nasıl buluştuğunu anlamak ve anlatmak amacıyla geceye katılıp video çekerken yaşadıkları deneyimi anlatıyorlar.
Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Medya ve İletişim Çalışmaları’nda doktora tezini yazan Ayşenur Ölmezses, Kadıköy sokaklarını “evi” haline getiren İskender Giray’ın sokak heykellerinin anlamına bakıyor. Yazısında kent sokaklarına günlük yaşamı ve sıradan insanın hikâyelerini taşıyan sanat eserlerini, sanatın yerelliği inşasındaki rolü bağlamında tartışıyor. Tartışma fizik mühendisi İskender Giray’ın ücretli işini bırakıp sokak heykelleri yapmayı tercih edişi üzerinden somutlaşıyor.
Hacette Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde doçent olan Pelin Aytemiz “Benden Sonra Bu resim Faruğunnn: Samanpazarı Antikacıları ve Kentin Hafıza Muhafızları” başlığını attığı yazısında Ankara’nın tarihî semti Samanpazarı antikacılarındaki çöp objelerin serüvenine tanıklık ediyor. Yazı ilkin çöp nesnelerin ve bitpazarlarının anlamına dair bilgiler üstünde durup, ardından Ankara’da zamanın değişimi ve dönüşümüne maruz kalanların evlerinden değersiz ve rahatsız edici diye düşünerek attıkları anı çöpü objelerin alternatif kent belleği açısından oluşturduğu arşivin önemini tartışıyor. Geçmişin fotoğraflarının hikâyesi Ankara antikacılarında yeniden doğuyor.
Sokak muhalif olduğu kadar kimileri için de yasaktır. Kadınların bu yasakla imtihanını Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde profesör olarak çalışan İncilay Cangöz anlatıyor. Biliriz, kent sokakları kadın için tekinsizdir. Kadınlar bu mekânda gecenin karanlığına güvenemez, sadece evin sınırlarında güven bulur, ya da sadece evde güvende olduğuna inandırılır. Yüceltilerek ya da korunarak eve kapanan ya da kapatılan kadınlar eğer kendi başlarınaysalar kent eğlencesinin tadını pek de bilmezler. Kent sokakları neden kadınsız kalır? İncilay Cangöz yazısında sokaktan dışlanan kadının tedirginliğini anlatıyor. 8 Mart’ta sokağa çıkan kadınların “geceleri de sokakları istiyoruz” diyen seslerini bize ulaştırıyor.
Dosyamızda sokağın tekinsiz seslerine kulak kesilerek iktidarla, genel kanaatlerle ilişkimizi bir kez daha gözden geçiriyoruz.
|
|
|
|
Sayfa: |
Sanatı sokağa taşıyan sanatçılar, önlerinden müziğin sesine kulak vermeden
geçip gidenleri, geçerken utangaçça bozukluk bırakanları, oralara yolu
düşmesi muhtemel olanları flanörleştirmek/göçebeleştirmek için sokağa ve
müziğe güvenirler. Sokaktan maddi ve manevi beslenir, sokağı beslerler
|
|
|
|
Sayfa: |
Sokak bizleri değiştirir
ve evriltir ve bizler de sokağı. İşte
bundan dolayı sokak müziği özgürleştirici
ve devrimcidir. Ayrıca
kontrol edilemezdir. Tıpkı sokak
gibi, sokak müziği de kontrol edilmeye
çalışılır, ama ne kadar uğraşılırsa
uğraşılsın sokağın üzerinde
hiç kimse tahakküm kuramaz.
|
|
|
|
Sayfa: |
Sokak sanatı, günümüzde internette viral dediğimiz sınırlandırılamayan
bilgi akışının sokakta, fiziki kamusal alanda gerçekleşen halidir. Sizin sanata
gitmenize gerek yoktur, sanat endüstriye dahil olmadan size ulaşır. Sanatçı
ne kadar çok üretirse o kadar görünür olur ve “algıda seçiciliğin” kıstasına
girmeye o kadar uygundur.
|
|
|
|
Sayfa: |
Çağımızda gündelik hayatın içine sızan “sıradan” insanın da kendine
yer bulabildiği ve sanatçı ile izleyici arasında demokratik ilişki kurmayı
hedefleyen sanat eserleri kamusal alanda görünürlüklerini artırmaktadır.
Bu bağlamda Kadıköy semtinin sokaklarında sergilenen ve kendi yerini
kazanmış olduğu semt tarafından sahiplenilişi ile ispatlanmış İskender
Giray’ın heykelleri dikkat çekici örneklerdir.
|
|
|
|
Sayfa: |
İstemsiz hatırlamayı kışkırtan unsurlarla dolu olma potansiyeline sahip
Samanpazarı’nı, ‘Proust fenomeni’ olarak da bilinen bu yaklaşımın bir oyun
alanı olarak görebiliriz. Bu bağlamda hatırlamayı körükleyen öğeler, kokular,
sesler, izlenimler, imgeler ile dolu bitpazarları sizi hiç beklemediğiniz bir
anda geçmişiniz ile karşı karşıya bırakabilir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Bir 8 Mart Dünya Kadınlar
Günü daha geride kalırken
her yaştan, her meslekten, her etnik
kökenden, her inançtan ve her ideolojiden
kadınlar, kentlerin sembolik
anlamlara sahip cadde ve meydanlarında
toplanıp artık gelenekselleşen
yürüyüşlerini yaptılar. Nicedir
haykırdıkları “geceleri de sokakları
da istiyoruz” sloganlarını yinelediler.
Kadınların eşit bir yaşam ülküleri
bitmedi ve bitmeyecek.
|
|
|
|
Sayfa: |
Ülkedeki siyasi, toplumsal ve
ekonomik kötü gidişatın etkilemediği
alan pek yok. Ancak genelde
sanat, özelde de güncel sanat
dünyasının son beş yıldır bu
durumdan en çok etkilenen alanlardan
biri olduğunu da rahatlıkla
söyleyebiliriz. Türkiye’nin Avrupa
Birliği’ne giriş hülyasının ardından
peşi sıra koşturduğu, toplumun
farklı kesimlerinin geçmişe
kıyasla çok daha rahat bir şekilde
farklılıklarına dair konuşabildiği ve
ekonominin hiç de fena gitmediği
yıllarda kurumlarıyla, çalışanlarıyla,
sanatçısıyla, koleksiyoneriyle ve
takipçisiyle beklenmedik bir büyüme
gösteren güncel sanat dünyası,
şimdilerde iyice kabuğuna çekilmiş
durumda.
|
|
|
|
Sayfa: |
Kore’de yıldız yaratım modeli, Japonya’daki
ajans modelini örnek
alarak gelişmiş, ancak endüstriyel
olarak geldiği nokta itibarıyla hiç
şüphesiz Japonya’daki durumu
aşmıştır. Çoğu Seul’un Gangnam
bölgesinde kurulu K-pop firmaları,
kadın ve erkek grupların oluşturulmasına
uzun yıllar süren ve maliyeti
oldukça fazla olan bir yatırım
yapmaktadır. Bu yatırım, yıldız
adayların seçmelerle belirlenmesini,
çeşitli konularda (şarkıcılıktan
dans etmeye, dil eğitiminden genel
kültüre değin) yetiştirilmesini, yüz
ve bedensel oluşlarının endüstride
kurulan “ideal erkeklik” ve “ideal
kadınlık” ölçülerinde ve yaratılan
“ideal güzellik miti” temelinde
yeniden kurgulanmasını dahi içermektedir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Yazdığı bütün düzyazılarda
şiiri düşünen, şiirde ise
düzyazıyı dışarıda tutan bir şair
Aksal.
|
|
|
|
Sayfa: |
O yıllarda Sabahattin Kudret’le
ilgili unutamadığım bir karşılaşma
daha var. Okulda yapılacak bir edebiyat
matinesine çağırmak için birkaç
arkadaşla Orhan Hançerlioğlu’nun
çalıştığı yere gitmiştik. Biz
Hançerlioğlu ile konuşurken içeri
Sabahattin Kudret girmişti. Tanışma
faslından sonra Sabahattin
Kudret ile Hançerlioğlu kendi aralarında
konuşmaya başladılar. Biz
dinliyoruz. Konu Varlık dergisinin
o ay yayımlanan sayısıyla ilgiliydi.
Anlaşıldığı kadarıyla her ikisinin
de imzası vardı o sayıda. Öylesine
bir coşkuyla konuşuyorlardı ki sanırsınız
adları ilk kez Varlık dergisinde
gözüküyordu.
|
|
|
|
Sayfa: |
Sabahattin
Kudret’ten “Şiir, “büyülü
bir matematiktir” diye bir tanım
da kaldı. Bu özlü tanımı irdelemeye
bilmem gerek var mı?
|
|
|
|
Sayfa: |
Daha sonra 1980 başlarında Sabahattin
Kudret, İş Bankası’ndan
toplu şiirlerini çıkardı, yüzlerce şiirini
kitap dışı bıraktı, hatta hiç sevmediği,
pişman olduğu Duru Gök
kitabından hiç şiir almadı. Sabahattin
Ağabey “Osman ben şair
olarak doğmadım ama şair oldum;
öldükten on, on beş yıl sonraya dek
unutulacağım, daha sonra hiç unutulmamak
üzere hatırlanacağım”
derdi.
|
|
|
|
Sayfa: |
Siz oradan her şeyi anımsarsınız,
biz unutsak da. Ölüler üzerine
yüklediğimiz bir görevdir bu anımsama
işi. Oysa sizinle birlikte neler
neler unutuldu aslında.
|
|
|
|
Sayfa: |
Nursel Duruel, oldukça az ama dolu dolu yazıyor; çok üreterek gündemde
kalmaktansa, az sayıda nitelikli öyküyle var olmayı ve böyle anılmayı
yeğliyor. Bu durum, bence, onun edebiyat sanatına duyduğu derin saygıdan,
öykü estetiğine dair hassasiyetinden kaynaklanıyor.
|
|
|
|
Sayfa: |
Senaryo filmin iskeletidir. İskelet ne kadar sağlam olursa, film
de o kadar güçlüdür. Ancak o zaman, istediğiniz gibi ete kemiğe
büründürebilirsiniz onu. Bir yönetmen ya da senarist hikâyenin çarpıcılığına,
entrikasına, karmaşıklığına esir olmayıp, mevzuunun içindeki duyguyu
keşfederse ancak hikâyedeki sinemayı fark edebilir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Tanpınar’ın “Yaz Yağmuru” isimli hikâyesi “Yeni İstanbul”da tefrika
edilmesini müteakip aynı yıl Varlık tarafından kitaplaştırılır. Hikâye ile aynı
adı taşıyan bu kitapta Tanpınar’ın birkaç hikâyesine daha yer verilmiştir.
Tanpınar’ın genç kadını “Yaz Yağmuru”nun daha hemen başında arz-ı
endam eder.
|
|
|
|
Sayfa: |
Şiiri okumak onu yeniden üretmekse, her okurun, modern bir şiiri farklı
okuyacağı da gerçek. Eleştiri yazmak, edebiyat tarihi yazmak şiir okuma
girişimidir her şeyden önce. Şiiri okuyanın yaş, cinsiyet, eğitim, sınıfsal
konum, aidiyet… yanında ‘altyapı’sı, okumada en belirleyici öğedir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Uruguaylı şair Delmira Agustini
24 Ekim 1886 yılında
Montevideo şehrinde doğdu ve 6
Temmuz 1914 tarihinde, 27 yaşında,
trajik bir şekilde hayata gözlerini
yumdu.
|
|
|
|
Sayfa: |
Aşinaya malûmdur; modern Türk
edebiyatının tarihi, doğrudan konuşabilmenin,
kişinin derdi ile yazdığının
bir olabilmesinin mücadelesi
ile kayıtlıdır. Şinasi, Namık Kemal,
Ziya Paşa, Ali Suavi gibi muhalefet
figürlerinin dili dert etmeleri, dertlerini
arz edememelerinden değil,
süregelen arz etme alışkanlıklarının
çağın hakikatini temsil edememesindendir.
|
|
|
|
Sayfa: |
İşte bizleri ta oralara taşıyan, Montaigne
ile buluşturan bir bakışın,
uğraşın, aydınlanmacı çabanın insanlarından
biridir Vedat Günyol
2. Vedat Günyol Deneme Ödülü’ne Üstümüzdeki Gül Yaprağı adlı kitabıyla değer görülen yazarın 4 Mart 2018’de gerçekleştirilen ödül töreninde yaptığı konuşma.
|
|
|
|
Sayfa: |
Edebiyatımızın, şiir kaynaklı
olduğu bilinir; hatta roman, tiyatro,
öykü bahsinde ortaya konan
ilk ürünler de şiirin yetiştirdiği insanlarca
yazıldı. Şiir bize dışarıdan
gelmedi; içerideydi.
|
|
|
|
Sayfa: |
Bu ay siz öykü yazan, öyküye
emek veren dostlara pek
çok katkı sunacak öykü önerileriyle
merhaba diyelim ilkyaza.
|
|
|
|
Sayfa: |
Toplumun geneline yönelttiğim
eleştirilerin görülmemesi, sadece bazı
cümlelerin altının çizilmesi garip bir
durum.
|
|
|
|
Sayfa: |
Kitaplarının adını sıralamak bile
İsmet Zeki Eyuboğlu’nun bereketli toprakların her dalında
birbirinden lezzetli ve doyurucu meyveler veren ulu bir ağaç
olduğunu gösteriyor.
|
|
|
|
Sayfa: |
Gerek kendi kurmaca metinlerimde gerekse kuramsal
gayretlerimde beni öncelikli olarak ilgilendiren meselelerden
bir tanesi deneyim ile yazma edimi/refleksi arasındaki
ilişki.
|
|
|
|
Sayfa: |
“Uyanan Güzel”de hikâye ettiğim
hemen her şeyle birlikte bir yolculuğa
çıktım. Kadın, aşk, şehir, yıkım, baskı
ve direniş başlıca duraklar oldu.
|
|
|
|
Sayfa: |
Kırklar Kitabı’ndan sonra (2002) romanlarıyla bir
başka yola evrilen Hasan Öztoprak’ın on altı yıl aradan
sonra Kusursuz Gece’yle (Tekin Yayınevi, Kasım 2017)
yeniden şiir dünyasında.
|
|
|
|
Sayfa: |
Politik baskı bizim hiç şahit olmadığımız şekilde
arttı, aslında daha başka bir ifade kullanmak gerekirse,
baskının da ötesinde bir yerlerdeyiz sanki: artık
sadece yukarıdan aşağıya doğru (baskı) değil aynı
zamanda toplumsal yüzeyde üretildiği oranda yaygın
bir üstünü örtmeyle, kaplamayla karşı karşıyayız. Neredeyse
üstüne basmaya, zorlamaya gerek kalmaksızın
kendiliğinden yayılan bir zorla, bir politik şiddetle,
yaygın bir kapatıcılıkla, etrafını çevirme ile yüz
yüzeyiz. Ama üstünü örtmenin ya da baskılamanın
karşısında her zaman başka kuvvetleri ve olanakları
bulduğunu tarihsel deneyim söylüyor bize.
Monokl olarak biz işin düşünsel ve felsefi yönünde o
kuvvetlere ve olanaklara işaret etmek, başka bir şekilde
düşünmek ve başka bir şekilde yaşamak için uğraşıyoruz.
O başka hayatın ve dünyanın peşinde, özgür
insanlardan kurulu bir toplumun hayaliyle gerçeklerimize
şekil vermeye çabalıyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
|