|
|
ŞUBAT 2018
|
|
|
|
Sayfa: |
UNESCO 2007 yılında ‘Çocuklar
İçin Felsefe’ eğitiminin
amaçlarını şu şekilde sıralamıştı:
bağımsız düşünebilme, özenli vatandaş
olabilme, kişisel gelişimi
destekleme, dil, konuşma ve tartışma
becerilerini geliştirme, felsefeyi
kavramsallaştırma… Aynı yıl yine
Unesco tarafından hazırlanan rapora
göre, dünyanın pek çok ülkesinde
çocuklar için felsefe uygulamaları
yapılmaktadır. Türkiye’deki
çalışmalar ise henüz yeni yeni oluşan
bir farkındalık taşımakla birlikte,
öğretmenlerin ve bazı okulların
gönüllü çabalarıyla sınırlıdır.2
1970’li yıllarda Amerika’da Matthew
Lipman’ın öncülüğünde başlayan
“Çocuklar İçin Felsefe” çalışmalarının
‘kendine özgü amaçları,
içeriği, yöntem ve değerlendirme
süreci vardır.’
Nuran Direk, Türkiye’de “Çocuklar
İçin Felsefe” üzerine sistemli
olarak düşünen ve uygulama
biçimleri hakkında eğitimci olarak
yol gösterici isimlerin başında
gelmektedir. Onun cümleleriyle
‘Çocuklar İçin Felsefe’, “uygun
bir metinden, bir öyküden, bir gazete
haberinden ya da günlük yaşam
deneyimlerinden hareket ederek
çocukların diyalog kurmaları
ve tartışma yoluyla kavramları inşa
etmesi, okuduklarıyla kendi deneyimlerini
birleştirerek değerlendirmeler
yapmasıdır.”3
‘Türkiye Felsefe Kurumu Çocuklar
İçin Felsefe Birimi’ başkanı
olarak çalışmalarını sürdürmekte
olan Nuran Direk, “Çocuklarla
Neden Felsefe Yapmalıyız?/Nasıl
Yapmalıyız?” sorularını kendi çalışmaları
ve deneyimlerini paylaşarak
yanıtlıyor bu dosyada.
Onur Bakır “Çocuklar İçin
Felsefe” atölye eğitmeni olarak,
aynı zamanda eğitmen eğitimleri
düzenleyerek bu alanda çocuklarla
çalışması muhtemel eğitimcilere/
gönüllülere yönelik uyguladığı
programı yazısında ayrıntılandırarak
Çocuklar İçin Felsefe pedagojisinin
yöntemini detaylandırıyor.
Özlem Yarkın “Çocuklar İçin
Felsefe” kitapları kaleme alan bir
felsefeci/yazar olarak; çocuklara
yönelik felsefe kitaplarının nasıl
kurgulanması gerektiğini yine
kendi deneyimini gözeterek yazdı.
Son olarak bir oluşum olarak
gayet önemsediğim “İstanbul Liseleri
Felsefe Kulüpleri Platformu”
(İLFKP)’nın içinde yer alan, bir alternatif
eğitimden ziyade “felsefe
yapma hakkına” odaklanan ve buradan
hareketle bir araya gelen felsefecilerin/
öğretmenlerin ve öğrencilerin
felsefe yaparken dayanışma
göstermesinin, düşünsel süreçleri
paylaşmasının nadide örneklerinden
biri olan bu platformda yıllardır
bilfiil çalışmalarda yer alan Çiğdem
Şimşek ve Sevil Kuvan, amaçlarını,
ilkelerini ve Türkiye Felsefe Olimpiyatı/
Dünya Felsefe Olimpiyatı
süreçlerini yazdılar.
Sonuçta, çocukların düşündüklerini
duyacak, onlara sadece kendi
fikirlerini empoze etmeden, geleceği
inşa ederken kendileri olmalarını,
özgün düşünmelerini ve yaratıcılıklarını
kaybetmemelerini sağlayacak
bir pedagojiye ihtiyacımız olduğu
konusunda hemfikiriz. Öyleyse şu
soruyu sormak dünyanın hızla karardığı
bir zamanda bizi de bir şeyleri
farkına varmaya davet edecek ve
harekete geçirecektir inancındayım:
Çocuklar için felsefe mi, felsefe için
çocuk mu?
|
|
|
|
Sayfa: |
Çocuklarla felsefe yapabilmek için
felsefe bilmek gereklidir ama sadece
felsefe bilmek yeterli değildir.
Felsefe bilmenin yanı sıra sınıf diyaloglarını
iyi yönetebilmek, çocukların
anlamlı sorular sormasını
sağlayabilmek, diyaloglarda ortaya
çıkan fırsatları kaçırmayıp değerlendirebilmek,
kısaca öyküler aracılığıyla
çocukların yaşam dünyası
hakkında düşünmesini sağlayabilmek
gerekir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Çocuklar İçin Felsefe, Türkiye’de cemaatler olarak kapalı yaşamımızdan
çıkıp sağlıklı çatışmaları olan bir topluma dönüşmemize yardımcı olabilir,
inovasyona dayalı bir ekonomiye geçilmesini sağlayacak insan kaynağının
gelişmesine katkı sunabilir, akla uygunluğun toplumsal bir norm olmasını
sağlayabilir, daha özgür, mutlu ve demokratik bir ülkeyi kurmamıza
yardımcı olabilir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Felsefe, ancak soru sorma cesareti olarak çocuk, cevap arama cesareti ve
çabası olarak yetişkin olmayı kabul eder. Aristoteles “felsefe merakla başlar”
derken de felsefenin o çocuksu yanına vurgu yapar. Çünkü hem soru sorma
cesareti hem cevap arama çabası genel kabullerin, dogmaların ötesine
geçmeyi, belirlenmiş olandan uzaklaşmayı gerektirir. İnsanı ve onu çevreleyen
her şeyi inançların, dogmaların, bir dönem öğrenilenlerin, kalıpların,
ezberlerin dışına çıkarak sorgulamak konusunda korku ve tedirginlik yaşayan
yetişkinlerin felsefe ile kurdukları mesafeli ilişki çocuklarda bütünüyle aşılır.
|
|
|
|
Sayfa: |
Ortada bir biz var gibi. Malum, bu biz Zamyatin’in korkulu rüyası homojen
bir biz değil… Felsefe hakkının işletilmesi için hayatın tüm alanlarında
bir yarık açmaya ve oradan bir başka zemin inşa etmeye niyetli olanlar,
Platformu herkese açmak ve onda tüm farklılıkların eşit düzeyde ifade
edilmesi ve temas etmesi için uğraş veriyorlar.
|
|
|
|
Sayfa: |
‘Psikanalitik duyarlıklı bakış’, ‘estetik/ poetik’ olanın ardında –kaçınılmaz–
‘yaratıcı’ bir özne (fail) arar: Örneği ne olursa olsun, yaratının arkasındaki
özneyi ve onun ‘yaratıcı edimselliği’ni. Ancak, –nihayetinde/ esasta– baktığı
yer, fiilin ifadesi olan ‘eser’in kendisidir.
|
|
|
|
Sayfa: |
“Uğultulu Tepeler” metinde hikâye edilenlerle değil, satır aralarında
anlatılanlarla büyük bir eserdir; belki yazarının bilincinde dahi açık seçik
olmayan, sezgiyle vakıf olunmuş o örtük insanlık halleriyle. Kanımca
romanı lanetleyenler de sezgi aracılığıyla, yüceltenler de gene aynı kanaldan
varmışlardır, roman üstüne yargılarına, satır aralarını sezerek.
|
|
|
|
Sayfa: |
Almanca bilmiyorum, ama
Türkçeden okuduklarım da çok
analitik gelir bana. Kurudur. Örneğin;
Thomas Mann’ı okursunuz,
bir düşünce yapıtı gibidir
romanları. Tutkunun/estetiğin romanı
Venedik’te Ölüm’de tutkunun
dilini bulmanız mümkün değildir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Sanat, hayatımızda hakikatin bıraktığı boşlukları doldurma çabasıdır bir
bakıma. Boşluklar ki sanki doldurulsun diye bırakılmış. Umutlu ya da
umutsuz, isabetli ya da isabetsiz, sahici ya da sahte, akıllıca ya da budalaca
bir çabadır sanatınki.
|
|
|
|
Sayfa: |
Arthur Rimbaud’nun Paul Verlaine öncesindeki bütün şiirleri heteroseksüel
içeriklidir. “Âşık Kızcağızlarım”ı (1871) ise, Paul Verlaine’den sonra yazar.
Ama “Âşık Kızcağızlarım”, eşcinsel ilişkinin Arthur Rimbaud’nun bedeninin
arzusu olduğu anlamına gelmez. Eşcinsel ilişkiye erotik bir ilgi duyduğunun
kanıtı da yoktur. Aksine bu ilişkinin Paul Verlaine’de cisimleşen “aktif ”
(Graham Robb) veya “pasif ” (Edmund White) hallerini “iğrenç” ve “pis”
bulduğunun tanıkları fazladır.
|
|
|
|
Sayfa: |
Sürekli olarak kültürü ele geçirmek,
orada da iktidar olmak isteğini
dile getiriyorlar. Bir ülkenin,
kendi yazarlarının, şairlerinin, sanatçılarının
yapıtlarını ötekileştirerek
yapıyorlar bunu. Bizim kültürümüz
diyorlar sürekli? Sahiden
bu ne ola ki, yani sizin kültürünüz
nedir allasen? Bu düşmanlık niye?
|
|
|
|
Sayfa: |
İmge, anlamın
görsel tasarımıdır. Bu yüzden
bir şey anlatmak, İlhan Berk için
de görsel tasarımlar yaratmak demektir.
Bu nedenle İlhan Berk’in
imge yaratma sürecinde, doğanın,
şeylerin büyük katkısı vardır. Şiir
için doğa, nesneler, insan dışı şeyler
büyük olanaktır.
|
|
|
|
Sayfa: |
Fahri Celâl’in dili, dönemin genel dil anlayışı çerçevesinde düşünülebilir.
Fakat o, kurgu kişilerini yer yer ait olduğu çevreye uygun şekilde
konuşturmayı da göz ardı etmediği için söz konusu sade dil, ara sıra ağdalı
ve klasik kitabet usulü bir dile doğru evrilir. Bu açıdan dönemindeki dil
anlayışından ayrı düşer.
|
|
|
|
Sayfa: |
Aslı Erdoğan’ın yazınsal verimi, benliğini bulmaya çalışmanın dinmeyen
acısını merkezine alır. Yazar, ben’in oluşum aşamasında geçirdiği anneden
kop(a)ma(ma), Ötekinin alanında, yani ailenin, toplumun, kurumların ve
tarihin simgesel alanında var olmaya çalışmanın bitmez tükenmez sancısını,
karakterlerinin dolaştığı mekânlarla eklemleyerek çıkışı olmayan bir
sarmalın içine yerleştirir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Atasözleri, deyimler, deyişler, özdeyişler, deneme, nazire... Modern şiire uzak
olan bu folklorik söz sanatlarının Haydar Ergülen şiirinde nasıl mecaz,
teşbih/benzetme, istiare/eğretileme, kinaye, mecaz-ı mürsel/ad aktarması,
teşhis/kişileştirme, intak/konuşturma, tariz/iğneleme-dokundurma haline
geldiğini görseydi Cemal Süreya “folklor şiire düşmandır” sözünü kesinlikle
söylemezdi, diye düşünüyorum.
|
|
|
|
Sayfa: |
Gündelik hayatımızı işgal eden
bunca eşya ve olay içinde şiirin ihtiyaç
duydukları sözcükler üzerinden
bize gelir. Daha önce de söylemiştim:
Şiir, duymayı gereksinir;
gözle, ağızla, elle duymayı…Tüm
bedenle baştan ayağa bir kulak olabilmeyi.
Olmak, yoksulluğun, yapaylığın,
edilgenliğin karşısında
çaresizliği dilin evinden kovmakla
başlar.
|
|
|
|
Sayfa: |
Yaratıcı doğulmaz, ne var ki
olunur, gerçekleştirilir denilir. Bu
durumda kişinin ona alan açması,
elinden tutup yürümesine yardım
etmesi, yürümesini öğrendikten
sonra ise koşmasına izin vermesi
gerekmektedir.
|
|
|
|
Sayfa: |
Altay Öktem’in Penguen’deki köşesinde yıllarca yer
verdiği Thomas Dumas’ını bu romanda –yazar da dahil olmak
üzere– birçok kişiyi yansıtan başkahraman kimliği ile
görüyoruz. Metnin üstkurmaca düzlemi Thomas Dumas,
Anders Bauman ve Maria Saura ekseninde savaş, yıkım,
şüphe, şiddet, akıl, inanç, estetik değerler ve kutsalların
sorgulandığı bir alan görünümünde. Okur, üç kahramanın
hayatlarındaki kırılma noktalarını izlerken gerçeklik
ve kurgu arasındaki tekinsiz sınırlarda dolaşıyor.
|
|
|
|
Sayfa: |
Soner Demirbaş, on seneyi aşkındır tanıdığım, İç Anadolu’nun
orta yerinde Ahi’lerin, Neşet Ertaş’ların adıyla
anılmış Kırşehir’de yetişmiş, oradan kopamamış bir bozkır
çiçeği. Bir ucuyla Kayseri’ye, Hacıbektaş’a, Kapadokya’ya
göz kırpan bir düzlemde yetişmiş, orada kalıvermeye söz
vermiş bir yerleşik. Şiire son derece bağlı, edebiyata da bir
onun kadar.
|
|
|
|
Sayfa: |
İt Yangını, neresinden tutarsak tutalım yanık bir öykü
kitabı, ötekinin öyküsü. Hayatın tam orta yerini yakıp
gelmiş. Ne yana gidersek gidelim hayat aynı hayat, yeni
bir hayat yok. Bir fasit daire içinde dönen insan topluluğu.
Bir köpeğe dönüşse bile insan olmaktan kopamayan hırs
yumağı.
|
|
|
|
Sayfa: |
Çiğdem Ülker’in metinleri okura bilgi veren değil okurda
düşünme eylemini teşvik eden bir okuma biçimidir. Onun
sahip olduğu nesnel üslup, gerek denemelerine gerekse
eleştirilerine yansıyor. Ele aldığı konuları tek taraflı bakmıyor,
bu konunun psikolojik, felsefi, sosyolojik temellerini
irdeliyor.
|
|
|
|
Sayfa: |
Şu sıralar (Aralık 2017) Kudüs’ün ABD tarafından
İsrail’in başkenti olarak tanınmasının ardından Filistin
halkının konumu daha çok konuşulur oldu. Müslüman
ülkelerde gösterilerin ardı arkası kesilmiyor. Başkent, kimlik
ve bağımsızlık konusunda süren siyasal bunalımın boyutlarının
nereye kadar uzanacağı henüz belli değil ama kolay
kolay durulacak, dinecek gibi görünmüyor. İşte bu çalkantılı
dönemde okudum Mahmut Derviş’in Atı Neden Yalnız Bıraktın
(Ayrıntı 2017) kitabını.
|
|
|
|
|
|
|
|