|
|
KASIM 2015
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Güven Turan’a Dair – Doğan Hızlan |
Sayfa:4 |
Edebiyatçıların aynı zamanda
birer kuramcı olduğu fikri, Güven
Turan’ın kaleme aldığı şiir, öykü ve
romanlara yaklaşımınızı yeniden
değerlendirmenizi gerekli kılacak
bir fikir olabilir… Açıkça ne diyor:
“Her başarılı yaratı, kendi alanında,
o türün kuramıdır aynı zamanda.”
|
|
|
Güven Turan’ın Şiir Kültürü – Ali Galip Yener |
Sayfa:7 |
Turan, şiirin hayatın içinden
uzaklaşmasının ve şiirin “kendi
içinde var olması”nın Türk şiirinde
1950’lerde İkinci Yeni diye adlandırılan
dönemde oluşmaya başladığına
dikkat çeker. O, İkinci Yeni’yi
hem modernist Türk şiirinin
başlangıcı, hem de şiirin özgürleşmesi
olarak sayar. Kendi şiirini
ve şiir görüşünü, İkinci Yeni diye
adlandırılan şairlerden geçerek
ve özellikle İngiliz/Amerikan modernistleri
ile beslenerek geliştirdiğini
belirtir. Yönetiminde olduğu
1964’te çıkmaya başlamış Devinim
60 adlı dergide şiirin “kendi için
var olması”nı baştan itibaren, dergi
kapanana kadar savunduğunu
özellikle vurgular.
|
|
|
Birler Meclisi X (Şiir) – Orhan Alkaya |
Sayfa:10 |
|
|
|
Güven Turan’ın Şiiri: “Kapitalist Moderniteye Romantik Muhalefet” ya da “Nerval Işığı ile Aydınlanmış Melankoli”nin Şiiri – Z. Betül Yazıcı |
Sayfa:11 |
Turan’ın şiirleri okunduğunda poetikasının
belirleyicileri olarak ilk
dikkati çeken özellik, şiirsel gösterenlerin
alışık olmadığımız gösterilenlerle
ilintilendirilmiş olduğudur.
İşitsel/görsel imgelerin
şimdiye dek bilmediğimiz anlamlarla
buluşması nedeniyle olabildiğince
kapalı ya da örtük, zor ele
geçirilen bir şiir olduğu söylenebilir.
Bu, şairin kendisine ait olan sözün
ya da soyut olanın dile ya da
somut-toplumsal olana dönüşmesi
ve şiirin okurlara ulaşırken ortak
dil alanının ve anlamın dışında
kalması durumudur.
|
|
|
Güven Turan’ın Şiirleri: İzlenime Ait Olmayanı Filtrelemek – Yaşar Güneş |
Sayfa:16 |
Güven Turan’ın şiirleri doğrudanlığa bağlı olmayan bir şiirdir. Güven
Turan’ın şiirleri doğrudanlığa bağlı olsa idi, izlenimci şiirin bir örneği
sayılabilirdi. Fakat bu şiirlerin izlenimlerin filtrelemesi yoluyla bir kurgu
içeriyor oluşu, başka bir yere bakmayı gerektirmektedir. Eksiltiler ve ucu açık
imgelerle sağlanan saflaştırma veya filtreleme işleminin Güven Turan’ın
şiirlerindeki yoğunluğuna bakıp, ben bunu metonomik izlenim şiiri olarak
adlandırmak istiyorum.
|
|
|
Osman Çetin Deniztekin – Filiz Nayır Deniztekin |
Sayfa:21 |
Öylesine yaşam dolu, hareketli,
etkili ve güçlü bir görünümü vardı
ki, bu kadar erken ve hızlı bir
biçimde aramızdan ayrılacağı aklımın
kenarından bile geçmezdi.
Mizah anlayışı, doğallığı ve içtenliğiyle
çok kişinin sevgisini kazanmış
“unutulmaz” insanlardan biriydi
Osman. Onu bir kez daha
sevgiyle ve özlemle anıyorum.
|
|
|
“Roland’cılık ya da Barbarlık” – Mehmet Rifat |
Sayfa:23 |
Roland Barthes 12 Kasım 1915’te doğmuş, 26 Mart 1980’de ölmüştü. Yapıtlarının yayımlandığı ülkelerde yüzüncü
doğum yılı etkinlikleri dikkati çekiyor. Fransa’da yazılı, sözlü ve görsel basın Barthes’ın yapıtlarını yeniden değerlendirdi,
yayınevleri biyografiler, denemeler, incelemeler ve anı yazılarıyla Barthes’ı selamladı. Türkiye’de yapıtlarının büyük
bir bölümünü yayımlamış Yapı Kredi Yayınları da kendi bünyesindeki üç dergide (Kitap-lık, Sanat Dünyamız, Cogito)
Barthes dosyaları ya da Barthes üstüne yazılarla çıktı. Biz de daha önce Varlık dergisinin “Eleştiri Tarihinden” ve
“Bakış Açısı” sütunlarında metinlerine yer vermiş ya da hakkında yazılar yayımlamış olduğumuz Barthes’ın yüzüncü
doğum yılı için yine “Bakış Açısı” sütunlarında bu kez bir Roland Barthes biyografisinden (Paris, Flammarion, 1990,
yeni baskı 2014, 339 s.) parçalar sunmak istiyoruz. 2016 yılı içinde YKY tarafından yayımlanacak Roland Barthes biyografisinin
yazarı göstergebilimci ve toplum dilbilimi uzmanı Louis-Jean Calvet. Kitabı dilimize Sema Rifat çeviriyor.
Biyografiden seçtiğimiz parçalar (s. 72-151 arası), Barthes’ı, Türkiye’de üzerinde pek durulmamış üç ayrı açıdan
değerlendiren metinler: Tüberküloz (verem) nedeniyle sanatoryumda geçen yıllar; Marksizmle tanışma; ve tiyatro eleştirmenliği.
|
|
|
Unutsaydın Arardın (Şiir) – Enver Ercan |
Sayfa:28 |
|
|
|
Yazmak/Okumak Özgürlük Alanım – Feridun Andaç |
Sayfa:29 |
Fellini düşçül bir yönetmen.
Onun esinle/çizgiyle ilişkisi sinemaya
yöneliminde en az yazı kadar
etkileyici/yönlendirici olmuştur.
|
|
|
Gözyaşı Damlası Burnunu Çekiyor (Şiir) – Akgün Akova |
Sayfa:32 |
|
|
|
René Char’ı Okumak – Serge Velay |
Sayfa:34 |
Char kendi ülkesinde az okunan
ünlü bir Fransız şairi. İyi ki
René Char, “Şair, kitapları neredeyse
oradadır,” diye yazmıştı. Bu özlü
sözdeki gerçekliğe inanmasaydım,
ölü bir yıldızın ışıklarından söz etmekte
olduğumuzu düşünürdüm.
René Char bendeki gözde kişiler
topluluğuna katıldığında yalnız
değildi. Baudelaire ve Rimbaud’yu
saymazsak, yanında özellikle Blaise
Cendrars, Pierre Reverdy, Léon-
Paul Fargue, André Breton, Francis
Ponge vardı. Gel gör ki, “gelecek
salvoları”yla, şiddeti ve şevkatiyle,
güneşi ve karanlığıyla o gidiyordu
yürüyüş kolunun önünde.
|
|
|
Nobel Ödüllü Çok Sesli Bir Yazar: Svetlana Aleksiyeviç – Gülce Başer |
Sayfa:38 |
Aleksiyeviç ödülü aldığını öğrendiğinde
hislerini “karışık” olarak
tanımlamış. Aklına hemen
Boris Pasternak, Ivan Bunin gibi
“büyük isimlerin” bu ödülü almış
olduğu gelmiş. Masalsı bir hazza
kapılmış ama bir miktar rahatsız
edici de olmuş bu olağanüstü
haber... O sırada ütü yapıyormuş.
8 milyon İsveç kronu tutarındaki
ödülle “özgürlüğünü satın almayı”
planlıyormuş. Çünkü bir kitabını
yazması beş ila on yıl sürüyormuş.
Bu ödül sayesinde artık metinleriyle
özgürce uğraşabilecekmiş.
|
|
|
Metin Cengiz İçin 5 Parça Daha... – Haydar Ergülen |
Sayfa:42 |
Eylemci olmak, eylem insanı olmak,
bunlar bizim gibi demokrasinin
esamesinin pek okunmadığı
memleketlerde korkutucu terimlerdir.
Türkiye’de de demokrasi
adını verdiğimiz ortaoyunu bile
askerî ve sivil darbelerle sık sık
durdurulduğu ve böylece bir türlü
yerleşemediği için de, ne yazık ki
henüz ‘bugün var, yarın yok’ statüsünde
ağırlanan geçici bir Avrupa
kavramıdır. ‘Biz hancı, o yolcu’
olan bu ‘şey’, hepimizin bildiği bir
‘şey’ olmakla birlikte, yine de sık
sık değinmekte, hatırlatmakta yarar
var. “40 kere söylersen olurmuş”
dedikleri kimbilir bir gün belki de
gerçek olur. Belki tam olmasa da
yarım olur.
|
|
|
Ben Giderim Batum’a – Çiğdem Ülker |
Sayfa:46 |
İki üç yıllık binalara İtalyan rönesans mimarisini uygulamış, Batum’a
bir ortaçağ Avrupa kenti ruhunu aşılamaya çalışmışlar. Kaf dağının
ardındaki sihirli doğu ülkesini, Simurg’ların gidip kendi yüzlerini görüp geri
döndükleri mitolojik kentlerini koruyamamışlar. Ne yazık...
|
|
|
Yahudi Kimliğine Yönelik Ötekileştirmenin Boyutları: “İğneli Fıçı” Örneği – Naim Atabağsoy |
Sayfa:50 |
Yahudilerin ticaretteki
etkinliği belki diğer gayri
Müslim topluluklar için de bir tehdit
olarak algılanmaktadır; ancak
Yahudi kimliğine yönelik olumsuz
tutum ekonomi sahasının da ötesine
taşınmaktadır. Hıristiyanlıkta
kökeni yüzyıllar öncesine uzanan
bir mit olan “iğneli fıçı”, Hıristiyanlığın
Musevîliğe ilişkin bir
ötekileştirmeye yöneldiğine işaret
eden önemli bir örnektir. Kısaca,
Yahudi kimliğinin ötekileştirilmesinde
çok çeşitli unsurlara rastlanabilmektedir.
|
|
|
Fesleğen Treni (Şiir) – Halim Yazıcı |
Sayfa:56 |
|
|
|
Edebiyat Gündemi: Türk Şiirinin Gür Sesli Ablası – Sennur Sezer |
Sayfa:58 |
|
|
|
Sennur Sezer’in Ardından: Türk Şiirinin Gür Sesli Ablası – Betül Dünder |
Sayfa:58 |
Sennur Sezer, gerek yazılı gerekse
sözlü geniş bir külliyat bıraktı
ardında. Geride bıraktığı farklı türlerdeki
onlarca eserin ortak noktası,
küçük-büyük ayırmadan insanı;
özellikle kıstırılmış, ezilmiş, zulümle
test edilmiş insanı odağına
almasıydı. Edebiyat serüveni onda,
sonradan eklenmiş bir şey gibi
durmadı hiçbir zaman; hayatıyla,
değerleriyle edebiyatın içindeydi.
Kendine şiirden yeni bir hayat kurmadı,
hayatını edebiyatın içine taşıdı.
Böylece dışarıdan bakılınca
asla ayırt edilemeyecek ‘yazı/şiir
ile hayatın’ kol kola girdiği bütünlüklü
bir yolculuk edindi kendine.
|
|
|
Sennur Sezer’in Dergilerde Kalan Şiirleri Üzerine – Mustafa Çavuşoğlu-İsmail Afacan |
Sayfa:62 |
Sennur Sezer, Gecekondu’dan
iki sene sonra 1966’da “Yasak”
isimli şiir kitabını yayımlar. Şairimiz,
1966’dan 1977’ye kadar geçen
süreçte 11 yıl şiir kitabı çıkarmaz.
Bu dönemde, birçok dergide şiirleri
yayımlanır. Varlık ve yeni a gibi
çeşitli edebiyat dergilerinde şiirleri
boy gösterir. 1977 yılında çıkan Direnç
isimli şiir kitabında dergilerde
yayımlanan birçok şiirine yer vermez.
|
|
|
Sirenlerin Yalancısı / 13 – Ahmet Önel |
Sayfa:67 |
Kadınlar! Evet, çoğunlukla onlar
yazıyor. Çoğunlukla onların iyi
okur olması hali gibi. Dünyayla
meselesi daha bir karmaşık olanlar
onlar öncelikle. Çocuk yetiştiriyorlar
ve bu çocuklar için iyi, yaşanabilir
bir dünya talep ediyorlar. Yeni
bir dünya kurmak için yoğun çaba
gösterenler de onlar; geleceği kurma
savaşımı içerisinde, aşkla, barışla ve
sabırla direnecek olanlar da. Yazdıklarında
bu temalar sıklıkla karşımıza
çıkmıyor değil. Ötesinde, yaşanmamış
aşklarını, ideallerini ama en
çok da içsel fırtınalarını kaleme almaktan
yanalar.
|
|
|
Okurken – Sabit Kemal Bayıldıran |
Sayfa:70 |
Antolojiye düşkün bir toplumuz;
o kadar çok antoloji yayımlıyoruz
ki… Kayıtlarıma baktım, 26’sı çeviri
olmak üzre 148 antoloji var
kitaplığımda. Bunlardan tematik
olanlar, öğretmenlik mesleğinin
gerektirdiği antolojiler. Elimin
altında daha çok ‘genel’ antolojiler
yer alır. Bunlara “Hangi şairin
hangi şiirini almışlar?” diye bakarım
genellikle. Şairlerin en önemli
şiirleri konusunda antolojistlerin
ittifakı henüz yok; ama belli bir süre
geçince elene elene en iyi şairlerin
en iyi şiirleri kalacak elimizin
altında.
|
|
|
Erken Olan Kiraz (Şiir) – Tahir Abacı |
Sayfa:74 |
|
|
|
Arış İtingi (Şiir) – Ültekin Mre |
Sayfa:76 |
|
|
|
Flaş Royal ya da Rest (Şiir) – Betül Tarıman |
Sayfa:78 |
|
|
|
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:79 |
Sahi, sanat neye yarıyordu ki?
İnsanlar öldürülürken, ortalık kana
boğulurken, zalimin zulüm makineleri
çalışırken, katiller –yalnızca
bugünküler değil, öteden beri elini
kana bulamış olan tüm katiller– ortalıkta
salına salına gezinirken; has
insanın çaresizliği karşısında sanat
bir şeye yarayabilir miydi? “Sözün
bittiği yer” burası değilse, neresiydi?
Eğer söz bittiyse, sanatın sözel
olanı edebiyatın (şiirin, öykünün,
romanın, denemenin, makalenin,
incelemenin, araştırmanın…) işi,
işlevi ne olabilirdi?
|
|
|
Çeviri Notları – Tozan Alkan |
Sayfa:82 |
Okuduğum kitaplardan çeviriyle
ilgili aforizmaları, güzel sözleri,
tanımları topluyordum yıllardır.
Çevirmenin Notu dergisinin ilk sayısından
beri parça parça yayımladım.
Okurun ilgisini göz önüne
alarak akademik, bilimsel tanımlardan
kaçındım. Aforizma ağırlıklı
bu derleme geçtiğimiz günlerde
Mu Yayınları’ndan Çeviri
Dedikleri adıyla kitaplaştı. Kitabın
önsözünde de kısmen değinmiştim.
Bu tür çalışmalar hiçbir
zaman “tamamlanmaz”, “eksik”
kalırlar. Varlık’ın Ekim sayısında
Mehmet Rifat’ın “Onlar Çeviriyi
ve Çevirmeni Böyle Gördüler”
başlıklı yazısını okuyunca kitaba
dönüp bakma gereksinimi duydum.
Kırk yazardan çeviriyle ilgili
kırk görüş derlemiş Mehmet Rifat.
Neredeyse yarısıyla yeni karşılaştığım
için yazıyı keyifle okudum.
Dediğim gibi bu çalışmaların sonu
yoktur.
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:84 |
Şiir hanedanlığı düşünün peşinden
giden çok garip tanıdım;
erkek evlat sahibi olmak isteyen,
ataerkilliğini poetik bir miras gören,
ancak bırakacağı mirası yalnızca
ganimetlerinden oluşturan
bir zihniyete teslim olmuş, temsili
‘kötü cin’dir bunlar. İyi şeylere musallat
olur ve kendi kendilerini lanetledikleri
halde bu lanetin öcünü
sığındıkları dost meclislerinden
almaya çalışırlar. Kimseyi sevmezler.
Daha doğrusu yaşayan kimseyi
sevmezler. Ölmüş olan, hakkında
konuşamayacak kimseleri severler.
Bu ölüseviciliklerinin altında
tamamlanmamışlığın yarattığı burukluk
gizlidir çünkü.
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Hatice Meryem |
Sayfa:86 |
Doğrusu bana şu da şaşırtıcı
geliyor. Parmak izlerimiz kadar
farklıyken birbirimizden –en basitinden
kimimiz bilim kurguyla, kimimiz
mistisizmle ilgilenir; kimimiz
mangolu, kimimiz limonlu çay
tiryakisi olabiliyor iken– nasıl oluyor
da, kabaca ifade etmem gerekirse
‘komünist’i de, ‘Müslüman’ı
da, ‘taşralı’sı da, ‘metropol hipster’ı
da benzer öyküler yazabiliyor.
|
|
|
Cahit Sıtkı’ya (Şiir) – Erdi Tokgöz |
Sayfa:87 |
|
|
|
Muse (Öykü) – Muazzez Eser |
Sayfa:88 |
|
|
|
Kaybolan Bir Günün Yankısı (Şiir) –Uğur Demirkol |
Sayfa:90 |
|
|
|
To Yasemi (Şiir) – Hafize Çıvkın |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:95 |
|
|
|
Fergun Özelli ile Söyleşi – Merve Tellioğlu |
Sayfa:95 |
“Sarhoş Kapı’daki öykülerim, biraz
da şiirden gelen dil alışkanlıklarımla
düşlerim ve düşüncemden geldiği
gibi yazıldı; içtenlikle.”
|
|
|
“Buraları Rüzgâr” / Selçuk Altun – Yankı Enki |
Sayfa:97 |
Buraları Rüzgâr, Buraları Yağmur’da kitabın büyük bir
kısmı anlatıcı/kahraman Suner Aykan’ın, bir bölümü de
sürpriz bir anlatıcının ağzından anlatılırken, final perdesi
üçüncü tekil şahısla kapatılıyor. Ne var ki romanın belli bir
bölümünde Selçuk Altun’dan beklenecek ölçüde bir ters
köşeyle yüzleşiyor ve mektuplarla ilerleyen yeni bir bölümle
karşılaşıyoruz.
|
|
|
“Dış Kapının Mandalı” / Arzu Uçar – Adalet Çavdar |
Sayfa:98 |
Arzu Uçar kitaptaki sekiz öyküyü, “Dış Kapının Mandalı”
adlı son öyküde geçen o tozlu, ışıksız, havasız evden çıkarıyor
sanki. Hangi kapıyı açsanız arkasında köşelerine çekilip duran
insanlar görüyorsunuz. Size bakmaya bile mecali olmayan,
içleri ağrıyan insanlar. Kederleniyorsunuz. Yeryüzünde
bazı insanların aslında genç yaşta öldüklerini, ama ruhlarının
hâlâ kalabalıklar arasında dolaştığını düşündüm kitabı bitirirken.
Olay akışından ve aksiyondan ziyade durumu, anı,
karakterin aklının içini, psikolojisini resmediyor Arzu Uçar.
O yüzden kendinizi yanlışlıkla kahramanın zihnine ya da
herkesin aklını okuyabilme talihsizliğine düşmüş biri olarak
görüyorsunuz.
|
|
|
“Tuz Açlığı” / Mehmet Karaca – Hüseyin Peker |
Sayfa:99 |
Kendine dönük çalışıyor. Daha doğrusu şehir içinde
dolaşan; ev içinde, bahçede, terasta, metroda çöreklenen
tedirgin bir adam tipini büyütüyor. Yarattığı insan; fantezi
kurmaya meraklı, içe dönük yapısını bu fantezilerle
aşmaya ya da onlar içinde çuvalladığında başını kurtarmaya
çalışan biri. Hayal kurma eğilimi fazla, dünya üzerinde
çalışan, dolaşan her türlü nesneyle hesaplaşıp ya da
oynaşan ‘şizoid bir yapı’ yı göstermeye çalışıyor bize.
|
|
|
“Merleau-Ponty” / Emre Şan – Yaşar Öztürk |
Sayfa:100 |
Say Yayınları fikir mimarları dizisi içinde yayımlanan
Merleau-Ponty kitabını Emre Şan hazırlamış. “Fikir Mimarları”
kitaplarını Türkiye’den o mimarı seven, bilen birilerinin
hazırlamasının başka bir tadı var. Ömrünü fikir
mimarlarına harcayan dünya çapındaki kişilerin hazırladığı
çevrilen çevrilmeyen yapıtları küçümsemek gibi yargı
oluşmasın ama bizim anlayabileceğimiz dilde, anlatımda,
damak tadımıza uygun yapıtlar farklı kokuyor.
|
|
|
Seyit Göktepe ile Söyleşi – Hüseyin Köylü |
Sayfa:101 |
“Hiçliğin Grameri, tabiatın
en saf haline, insan yaradılışının, en başta da kendi varlığımın
ve varoluşuma kaynak oluşturan ana ve tali unsurların
özüne inmeye çalıştığım bir kitap oldu.”
|
|
|
“Mekândan Taşan Edebiyat” / Turgay Anar – Fatma Yeşil |
Sayfa:103 |
İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak
görev yapan Turgay Anar’ın “Yeni Türk Edebiyatında
Edebiyat Mahfilleri” başlıklı doktora çalışması Mekândan
Taşan Edebiyat adıyla yayımlandı.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden itibaren edebiyatın
nabzının attığı seçkin mekânlar oluşmaya başladı.
Anar, eserinde 19. yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar
olan edebiyat mahfillerini ve edebiyatçı mekânlarını
anlatıyor. Kitabı okurken bazen bir şairin evinde bazense
bir pastanede; bazen bir yayınevinde bazen ise bir kıraathanede
buluyor insan kendini...
|
|
|
“Tanrım Beni Görünür Kıl” / Nilüfer Önder – Gözde Aktürk |
Sayfa:104 |
Roman, kuru bir bilimkurgu romanı olmaktan çok öteye
geçiyor. Kahramanların üzerinden okura hayatındaki seçimleri
sorgulatıyor. Fırsat olarak görüp kaçırdığımız her şey
acaba gerçekten öyle mi? İdeal olan yaşam, bize hep cazip
gelen, sahip olamayıp gözümüzde büyüttüğümüz yaşam mı
acaba?
|
|
|
“Kemik İnadı” / Asuman Susam – Okan Yılmaz |
Sayfa:105 |
Eleştiri yazılarından da tanıdığımız Asuman Susam, kitabın
ön kapağında mermere tırnaklarını geçirmiş bir el
heykelinden yararlanmakta. Öncelikle elin iskelet halinde
olması ve kemikleri, ismiyle kapağı örtüşür kılmakta; ancak
dikkati çeken bir başka nokta daha var: Kitaptaki şiirler,
son dönemin şiirlerine ve poetik anlayışlarına tırnak
geçiren, kafa tutan yapıda. Aslında ön kapakta bulunan ve
Cemal Tahsin Susam’a ait olan “Zorluk” isimli heykel bir
tür fragman gibi.
|
|
|
“Küçük Amerika - 2: Kumpas” / Çetin Yiğenoğlu – Öner Yağcı |
Sayfa:106 |
Yiğenoğlu, Kumpas’ın ana fikrini vurguluyor: Emperyal
güçler açısından Rusya, Kafkasya, Ortadoğu, Afrika pazarlarına
ulaşım merkezi olan Çukurova’nın kaynakları, pazarı,
enerjisi, tarımı, orada yaşayan toplum sürü güdercesine
yönetilmelidir. Bu, dünyayı denetlemenin, ele geçirmenin
abecesidir.
|
|
|
Mehmet Batur ile Söyleşi – Gülce Başer |
Sayfa:108 |
“Romanı kurarken de, yazarken de kafamdaki önemli bir
kavramdı çoğulluk. Hem bireysel yalnızlık durumuna bir alternatif
ya da bir itiraz gibi görüyordum, hem de Madunköylüleri
anlamanın bir yolu olarak. Bu da doğal olarak, öne
çıkan kahramanın olmadığı bir kurguyu gerekli kıldı.”
|
|
|
“İnsan Kendine de İyi Gelir” / Ahmet Büke – Rahmi Gür |
Sayfa:110 |
Öykülerin tümünde yüzleşeceğimiz, seveceğimiz, öfkemizi
sevdiğimizden yüzüne vuramadığımız, en sıkıntılı
anımızda yanımızda yöremizde oluveren, olmazlarsa yaşayamayacağımızı
duyumsadığımız, gülüşün özünü içinde
saklayan insanlar yumağı vardır. Onların acımasızlıklarını,
arada bir insanlık gösterdiklerinde bağışlamaya hazır olduğumuzu
sezinleriz.
|
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:111 |
Ressam şair Bedri Karayağmurlar Gün Dökülmesi’nde
(Afrodisyas Sanat Yayınları 2015), “Aşktan Anlamaz
Devlet” diyor. Renkleri kalemine dolamış “imbat”a
bandırıp bandırıp sözcüklerini, şiirler yazmış. “aşktan anlamaz
devlet/ için yansa vız gelir yasalara/ karanlık ormanlardan
geçer yolların/ izin kalmaz tuzlu/ kuru kırlarında
atlasın”. Kilimini dokuyor “kalıntılar” ve “arınmalar” arasında
“söylenmeleri”nin. “her gün yeniden başlıyor” boyamaya
“kanatıp yüreği”nin “en güzel kırmızısını/ beyaza”.
Yaptığı resimlere şiirler yazan Hermann Hesse’nin “Ressamın
Dizeleri”ni anımsadım birden. Devlet neden anlıyor ki?
|
|
|
|
|
|
|
|