|
|
EKİM 2015
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Tarık Dursun K. İçin Küçük Bir Menuet – Ahmet Önel |
Sayfa:4 |
Tarık Dursun K. bir öykü ve
roman yazarı olmasının yanında
iflah olmaz bir şiir okuruydu
da. Metinlerindeki çekici şiirsellik
belki de onun içindeki gizli şairin
bir dışavurumudur. Kendisiyle
yapılan söyleşilerde yazınsal
türlerle akrabalık kurmaya şiirle
başladığını belirten yazarımız, bu
tarzın hakkını veremeyeceğini anlayınca
edepli davranarak(!) şiirin
kapısını zorlamayı bıraktığını da
belirtir.
|
|
|
Son Yıllarında Tarık Dursun K. ile – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:7 |
Nermin Yengemiz onun aşkıydı.
Hayatındaki ilk ve en büyük yıkım
onun ölümüyle oldu. Hayatla,
bir anlamda bir daha yüz yüze o
ölümle geldi. Ev işlerinde ne denli
beceriksiz olduğunu kız kardeşi
Esin (Üçer) Hanım’dan dinlemiştim.
O güne kadar evdeki işleri
yenge kotaragelmiş, o günden sonra
Tarik Abi, eli ayağı dolaşık bir
halde kalakalmıştı.
İçindeki yıkım yüzüne yansıyordu.
Kalabalıklar içindeki yalnızlığının
temelini, evde beliren o
boşluğun belirlediği pek belliydi. |
|
|
Acayip Bir Ağabey: Tarık Dursun K. – Semih Poroy |
Sayfa:12 |
1979’du, yaz başıydı. O dönemde
Tepebaşı’nda bulunan Karikatür
Müzesi’ndeki bir serginin açılışına
Ferruh Doğan kadîm dostu
Tarık Dursun’u da getirmişti; yanlarında
oyuncu Suzan Uztan vardı.
Bu sert hatlı, koyu renk gözlüklü
adam esprili hazırcevaplılığıyla o
gün karikatürcülerin arasına epey
yakışmıştı.
|
|
|
Oktay Akbal ile Söyleşi – Feridun Andaç |
Sayfa:14 |
Ben kent insanıyım. Hep İstanbul’da yaşadım. Kimi yoksul mahallelerde,
evlerde, kimilerde de Erenköy, Göztepe gibi oldukça değişik yerlerde.
Babamın evi Şehzadebaşı’ndaydı. Koca bir konak yavrusu. Şehzadebaşı,
sinemalar, kahveler bir başka canlılık. Sonra okul. Bir Fransız okulu.
Gözümü açtığım yer. Yabancılaşma, toplum ürküsü, yalnızlık. Sonra
babamın ölümü. Yoksulluk, acı. Yalnızlık.
|
|
|
“İçimizde Birbiriyle Konuşan Yaprak Bolluğu” – İbrahim Yıldırım |
Sayfa:18 |
Oktay Akbal, öykülerinde
anlattığı adamlara tıpatıp benziyordu,
onlar gibi tedirgin, sıkıntılı,
hüzünlüydü; sanki öykülerinde
çokça geçen yalnız ve yalnızlık
sözcüklerini bütün çağrışımlarını
yüklenmişti… ve sanırım böyle
olmaktan hazlar devşiriyordu. Kısacası
o, hem öykü anlatıcısı, hem
de öykü kahramanıydı, yazdıklarının
aynısıydı… Delikanlı aklımla
böyle düşündüğümden, onu ilk
ve son kez gördüğüm o yağmurlu
ekim gününden sonra ne zaman
bir Akbal öyküsü, güncesi ya da
denemesi okusam, gözümün önüne
daima trençkotlu o sonbahar
adamı geldi. Şimdi de öyle…
|
|
|
Edebiyatımızın Serin ve Koyu Gölgesi: Oktay Akbal – Haluk Öner |
Sayfa:23 |
Ziya Osman Saba, Behçet
Necatigil, Sabahattin Kudret Aksal
gibi sanatçılar vardır mesela. Bu sanatçıların
metinlerinde modernizmi
yaşayan yeni bir ‘insan’, doğrusu
‘birey’ tipiyle karşılaşırsınız. Sanatçıların
metinleri üzerine modernizm,
küçük insan, seçkincilik gibi
pek çok kavramın ışığında çözümleme
yapılabilir. Cumhuriyet’in yürüttüğü
mühendislik metodolojisinin
toplumsal alanda yarattığı yeni
dünya düzeninin –bazen çelişkilerle
dolu olsa da– uzantısı olan bir
metin yapısından yola çıkıp sosyolojik
okuma da yapılabilir. Ancak
bu tür yazarların, metin incelemesi
yapmak yerine metnin dünyasına
girmeyi yeğleyen, nasıl ve hangi
niyetlerle yazıldığından çok, ne
yazdığı üzerinde duran okuma biçimleri
dolayısıyla okur tipleri için
farklı bir bakışla değerlendirilebileceğini
göz ardı etmemek gerekir.
Oktay Akbal da edebiyatımızın serin
ve koyu gölgelerinden biridir.
Akbal, her kesimi –okur, vatandaş,
insan vb. kimlikleriyle– metinlerinde
buluşturur.
|
|
|
Tezer İçin – Sezer Duru |
Sayfa:26 |
Sıkışıp kalınmış bir masada
oturuyor. Çok az konuşuyor. Sorulduğunda
kısa cevaplar veriyor.
Uzun süredir hep aynı resmi çiziyor.
Uçsuz bucaksız bir doğa, üzerinde
bir kadın, hep aynı kadın.
|
|
|
“Faust”tan “Üstat ile Margarita”ya Şeytan ve Kadınlar – Nilüfer Altunkaya |
Sayfa:27 |
Faust mitinde şeytan için uydurulan
Mephistopheles ifadesinin,
16. yy’dan günümüze kadar modern
teoloji için gittikçe önem kazanarak
sorunsallaşmış olması ya
da batıl inanışlar yoluyla kovulmaya
çalışılan bir lanetin figürleşmiş
haline dönüşmesi neyi değiştirir
ki? Sanatta insanın yüreğindeki
iyi-kötü kavgasının (iyi-kötü kahramanlarla
simgeleştirilerek kutuplaştırılsa
da, tek bir insanın seçimlerinde
edimselleştirilse de)
Şeytan ve Tanrı’nın dünya üzerindeki
yaşam öncesi, belki de sonrası
çatışmasının bir eğretilemesi olduğu
çok açıktır.
|
|
|
Şiirler – Emel Koşar |
Sayfa:31 |
|
|
|
Ahmet Miskioğlu’nu Anlamak – Hasan Akarsu |
Sayfa:32 |
TYS ve Dil Derneği üyesi olan
Miskioğlu, 12 Temmuz 1988’de Dil
Derneği’nin ilk kurultayında alınan
kararları destekler. Atatürk’ün
kalıtının ortadan kaldırılmasını kınar.
Türk Dil Kurumu’nun gerçek
sahiplerine verilmesini ister.
Üniversitelerde Çağdaş Türkçe
Fakülteleri açılmasını önerirken,
yetersiz çok sayıda üniversite açılmasına
karşı çıkar. Yaşamı boyunca
yurtseverleri uyanık olmaya çağırır.
“Türkçe, aydınlık Türkiye’nin
güvencesidir. Türkçe yozlaştıkça
Türkiye yozlaşır, Türkçe yok oldukça
Türkiye yok olur” der.
|
|
|
Onlar Çeviriyi ve Çevirmeni Böyle Gördüler – Mehmet Rifat |
Sayfa:34 |
Cicero’dan günümüze kırk yabancı yazarın çeviri ve çevirmen üstüne daha çok aforizmaya kaçan, eğretilemeli
sözlerine yer veriyoruz bu sayıdaki Bakış Açısı’nda. Yazarların sıralaması doğum tarihleri dikkate alınarak
yapılmıştır.
|
|
|
Algı Şiiri (Şiir) – Mete Özel |
Sayfa:36 |
|
|
|
‘Hayır!’ Dememenin İmkânsızlığını Tatmak ya da ‘Antigone’ – Halûk Sunat |
Sayfa:38 |
Eğer, ‘sivil itaatsizlik’, ‘çoğunluğun yönelimi’ karşısında ‘vicdan’ı, ‘uyrukluk’
yerine ‘insan’ olmayı, ‘yasa’dan öte ‘adalet’i/ ‘meşruiyet’i esas alıyorsa;
‘geleneksel açılımların elvermediği’ noktada ya da, ‘otoriter legalizm’e karşı,
‘aleni’, –sandıkçı/rızacı olanın ötesinde– ‘kendiliğindenlikçi’, ‘ademi
merkeziyetçi’ ve ‘şiddet kullanmayan’ bir eylemlilikse; bugünün Türkiye siyasal
coğrafyasında Sophokles’in Antigone’sine sımsıkı kulak verilmesi elzemdir. |
|
|
Hüseyin Avni Cinozoğlu’nun Ardından Safranbolu’da Tek Deniz Feneri Söndü – Betül Tarıman |
Sayfa:42 |
Ve ben ne zaman
Hüseyin Avni Cinozoğlu ile Safranbolu’da
tanışmışım?.. Sanırım
önceleri mektuplaşıyorduk. Onun
adresini de bana ilk kitabım çıktığında,
sevgili Ahmet Özer vermiş
olmalıydı. Sıcak, ilgili mektuplardı
bunlar. Safranbolu’da yaşıyordu.
Uzun bir süre görüşemedik. Kastamonu-
Safranbolu hattı arasında
mektuplar geldi gitti. |
|
|
Knut Ødegård İskandinavya Edebiyatının Ragnar Lodbrok’u mudur? – Fatih Balcıoğlu |
Sayfa:46 |
Batı edebiyatının İskandinavya’ya
bakışının Knut Ødegård ile
başka kriterlere bağlandığını söylemiştim.
Bence bunun en sağlam
nedeni, Ødegård’daki güçlü bir gelenek
algısından kaynaklanıyor.
Voznesensky’nin meşhur “Gelenek
bence şairler için, ninelerinin
nineleriyle sevişmeye benzer” sözünü
altüst etmiştir. Ødegård’daki
gelenek öteki İskandinavya edebiyatının
usta kalemlerinden Ibsen,
Hamsun ve Tranströmer’dekinden
çok farklı, kısmen Lagerlöf ’e
yakındır. Din olgusu ve gelenek,
Batı’nın istediği gibi bir manzara
değildir, şiirin ana merkezidir. Kitaplarının
14 dile çevrilmesi, öteki
anlamıyla bir ulusun ve bir coğrafyanın
kendi öz değerleriyle –olduğu
gibi– kabul edilmesi anlamını
taşımaktadır. |
|
|
Facia 1890: Ertuğrul – İskender Pala |
Sayfa:50 |
Ertuğrul’un seferi pek ihtişamlı
geçiyordu. Her limana varıldığında
harp okulu mezunu asteğmenler
savaş talim gösterileri sunuyor,
altmış kişilik zengin bando konserler
veriyor, gemide daima ziyaretçi
izdihamı yaşanıyordu. Ve
geminin uğradığı limanlar şöyleydi:
İstanbul’dan sonra Çanakkale;
Süveyş’te Port Said; Kızıldeniz’de
Cidde ve İngiliz egemenliğindeki
Aden; Hindistan’da Bombay;
Seylan ve Serendip’te Colombo,
Kalküta, Malakka, Singapur;
Çin’de Saygon, Hong Kong; Tayvan’da
Formoza. Sefer tam on bir
ay sürmüştü.
|
|
|
Limon Dilimli Çay (Öykü) – Ümran Ersin |
Sayfa:54 |
|
|
|
Bazen (Şiir) – Oya Uysal |
Sayfa:56 |
|
|
|
Martı Gölgesi (Şiir) – Gültekin Emre |
Sayfa:58 |
|
|
|
Bir Fusion Kent: Minsk – Çiğdem Ülker |
Sayfa:59 |
Minsk büyük değişimlerin yansıdığı
bir kent. Bir fusion kent.
XIX. yüzyılın bir özeti gibi. Seksen
küsur yıl, bu koca coğrafyanın kaderini
çizen komünizmin ikonları
da hâlâ ayakta; kapitalizmin sembolleri
de yukarılarda.
|
|
|
Medya Notları: Sürüden misin, Değil misin? |
Sayfa:64 |
|
|
|
Sürüden Ayrılmak – Korkmaz Alemdar |
Sayfa:64 |
Herkes dünyayı hemen aynı ya da
benzer kaynaklardan izlediğine göre
farklı düşünmek mümkün müdür?
Değişik toplumsal katmanlara
ait olmanın yarattığı bir farklılık
olamaz mı? Örneğin üretim yapan,
çalışan insanların kültürüyle
birikmiş serveti tüketmekle meşgul
olanların kültürü arasında fark
yok mudur? |
|
|
Görünmeye Dair Bir Paradoks (Şiir) – Şakir Özüdoğru |
Sayfa:67 |
|
|
|
Zaman İçin Caz Cinayetleri (Şiir) – Mutlucan Güvendir |
Sayfa:68 |
|
|
|
Soyguncu Bir Aşk Bu – Nilgün Tutal |
Sayfa:70 |
Kitle kültürünün en nadide aygıtı
televizyon daha icat edilmeden,
akıl ve duygu arasındaki ayrım demek
ki zaten varlığını kabul ettirmişti.
Televizyon sadece düzayak
duygu üreten ve yayan çılgın makine
olma işlevini yerine getiriyor.
Kitlesel fikri ve duyguyu öğüten televizyondan
önce mitolojik ve efsanevi
anlatılardan esinlenen edebiyat
ve sinema, öznel duygusallığın
mutlak simgesi aşkı hep konu aldı,
almaya da devam ediyor. Popüler
edebiyat endüstriyel çağın üretimini
ve dağıtımını kolaylaştırdığı, tüketilmesi
ve hazmedilmesi çok çaba
gerektirmeyen aşkları heyecanla
var ediyor.
|
|
|
Hazır Giyim: Farklılaşmaya Çalışırken Aynılaşmak – Aydın Çam |
Sayfa:79 |
Konumumuzla ilgili asla risk almayan
bir toplumsal alana çekilmeye
çalışıyoruz; Medya Notları’nda
yayımlanan her yazıda bu kişisel
güvenlik arayışının nedenleri de irdeleniyor
aslında. Ekonomik, politik,
kültürel ve toplumsal alanlarda
yaşadığımız çöküş ve güvensizlik
sahih olanın perdelenmesine yol
açıyor. Büyük ölçekte de öznel alanlarda
bu böyle. İnsanı insan yapan,
tüm bu alanlardan kaynaklanan dönüşüm
talebine karşılık verebilme
yeteneği. Hemen hepimiz, düzene
uyum sağlayarak varlığımızı devam
ettiriyor ve bir hazır giyim seçiyoruz.
Bunu yapamayanlarımızsa son bir
parıldamayla yok oluşa gidiyor; ardında
sitem dolu bir teşekkür bırakarak…
|
|
|
Savaşlar Biraz (Şiir) – Cuma Duymaz |
Sayfa:80 |
|
|
|
Edebiyat Gündemi: Abdülkadir Budak ve “Kapalı Bir Açılım” |
Sayfa:81 |
|
|
|
Abdülkadir Budak ile Söyleşi – Yasin Erol |
Sayfa:81 |
Ah, işte bu kitabın yapılış sebepleri… “Anahtar hep
çingene/ Sabittir kilit” diyen Maria Luiza Spaziani’ye
kulak verip bu kitap yoluyla anahtardan yana olmak,
sabit kilidi orada bırakıp başka kapılar açmaya yönelmek,
kendi şiir serüvenimde biraz daha farklı gibi duracak
bir kitap çıkararabilmiş olmak... İşte bu amaç,
bu çaba… |
|
|
İlkyaz Bize Küs... (Şiir) – Hüseyin Atabaş |
Sayfa:85 |
|
|
|
Psikodinamik Açıdan Abdülkadir Budak Şiiri ve “Kapalı Bir Açılım” – Yusuf Alper |
Sayfa:86 |
Kapalı Bir Açılım’da da psikodinamik açıdan ilginç
şeyler görmek olası. Çok sevdiği,
önemsediği dünya şairlerine
göndermeler yapan, ilk iki dizesine
uygun dizelerini şiir içinde alıntılayan
Budak onlarla bir araya gelişlerinin
gönencini yaşıyor gibi.
Özellikle bazı şairlerden alıntıların
olduğu şiirler oldukça hüzünlü ve
psikodinamik çağrışımlar içeriyor.
Bunlardan biri ve bence en çok sevdiği
alıntının sahibi Mayakovski ile
ilgili şiir: “Kâğıda mıhla beni sözcük
çivileriyle” (s. 35). Bir sanatçı olarak
temel amacı kâğıda mıhlanmaktır;
sonsuza kalmaktır.
|
|
|
Hadi... (Şiir) – İbrahim Oluklu |
Sayfa:92 |
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:93 |
Birçok yerde şiir atölyeleri düzenleniyor;
etik olanları şiir yazma
becerisinden çok şiir okumanın
teknikleri üzerinde yoğunlaşıyor.
Şiir yazmak, yani şiir yazmaya başlamak
öğretilecek bir eylem değil.
Yazılanın üzerinden okunanın iyiye
yakın anlaşılması, bu sayede de
kişilerin kendi yazdıklarını yeniden
değerlendirmeleri fırsatı açısından
önemli buluyorum bu çalışma
‘grupları’nı. |
|
|
Ölü Çanlar Ağacı (Şiir) – Alican, Ali, Figen, Hüseyin, Oğuzhan,Şebnem, Sida, Tayyip / Gümüşlük Akademisi |
Sayfa:94 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Hatice Meryem |
Sayfa:95 |
Eğer romanda dahi adına “anlatısal
tasarruf ” diyebileceğimiz bir
tasarrufa gitmemiz gerekiyorsa, varın
bir de öyküyü düşünün! Öykülerimizde
tasarruflu olabilmek için
nerelerde ifrat ve tefrite kaçtığımızı
görmek gerekir. ‘Yeni öykü’nün
çıraklık sancılarından olacak, hikâyelerimizde
duygu ve olay dengesini
bir türlü tutturamıyoruz. Ya
sadece duygulardan bahsediyoruz
–ve anlatıcı da duyguları paylaşmaktan
öteye gidemiyor– ya da sadece
hareket görüyoruz. Duygu ve
hareket dengesi de yetmiyor tabii:
Diyaloglar, göndermeler, tasvirler
de muvazenesiz kalınca ne öykü,
ne deneme, ne fıkra ne de makale
denebilecek metinler çıkıyor ortaya.
|
|
|
Solitarius (Şiir) – M. Onur Kocabıyık |
Sayfa:96 |
|
|
|
Bir Dünyalar Denemesi (Şiir) – Cihad Özsöz |
Sayfa:97 |
|
|
|
Doktor Sabiha’nın Gelmediği Trenler (Öykü) – Behiç Ata |
Sayfa:98 |
|
|
|
Nedim Gürsel ile Söyleşi – Funda Önkol |
Sayfa:99 |
Aşk tehlikelidir, eğer tutku içeriyorsa.
Çünkü tutkunun temelinde yıkım
vardır. Kitapta bu yeterince öne
çıkıyor. Yıkım ve özyıkım biçiminde.
|
|
|
“Bir Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları” / küçük İskender – Özkan Ali Bozdemir |
Sayfa:101 |
küçük İskender’in ilk baskısı Armoni Yayıncılık’tan
(Mayıs 1992) ve tekrar basımları Parantez Yayınları’ndan
çıkan Dedem Beni Korkuttu Hikâyeleri adlı kitabı, on üç
yıllık aradan sonra çeşitli eklemeler ve düzeltmeler neticesinde
Bir Yaratığın Akıl Akmaz Ahlaksız Maceraları’na
dönüşerek Sel Yayıncılık etiketiyle satışa sunuldu. Dedem
Beni Korkuttu Hikâyeleri’nde yer alan otuz şiir/metin, Bir
Yaratığın Akıl Almaz Ahlaksız Maceraları’nda çoğalarak elliye
ulaşıyor.
|
|
|
“Şair ve Hakikat!” / Hayati Baki – İlyas Tunç |
Sayfa:103 |
Şair ve Hakikat, önemli bir kitap! İyi ki çıktı!
Önemli; çünkü şiir heveslilerine hayat hakkında kendi
hakikatlerini edinmedikleri sürece şair olamayacakları
uyarısında bulunuyor. Öyleyse, kendi hakikatlerini edinmiş
şairlerin tecrübelerinden yararlanarak işe başlamalı. İşe
başlamışlar; yani şairler de Şair ve Hakikat’i okuyarak şairliklerini
bizzat öz eleştirel bir tezgâhtan geçirmeli.
|
|
|
“Elde Var Hikâye” / Tarık Dursun K. – İpek Baysan |
Sayfa:105 |
Öykü yazmak isteyen gençlerin
okuma listesinde olması gereken yazarlardan biri
olmalı Tarık Dursun. Onun diyalog yaratmadaki yeteneği,
pürüzsüz, sade dili, deyim yerindeyse “su gibi” öyküleri
insanda hemen kâğıt kaleme sarılıp yazma isteği uyandırıyor.
Bu sadeliği yakalayabilmek çok kolaymış hissine
kapılıyor okur.
|
|
|
“Modern Türkçe Şiir Antolojisi” / Haz.: Orhan Kahyaoğlu – Serap Çakır |
Sayfa:107 |
Modern Türkçe Şiir Antolojisi’nin yüzyılın modern Türkçe
şiirine yeni bir gözle bakma olanağı sunuyor.
Çok farklı titizlikler, araştırmalar, poetik kaygıları da
içinde taşıyan bir antoloji bu. Ayrıntı Yayınları şiirin dışlanmaya
çalışıldığı günümüzde, Modern Türkçe Şiir Antolojisi
ile bu sanata sahip çıkmayı üstlenmiş.
|
|
|
“Kırmızı Dokuzlu” / Mehmet Sarsmaz – Belgin Turgutlu |
Sayfa:108 |
Şimdiye değin daha çok şiir kitaplarıyla tanıdığımız
Mehmet Sarsmaz’ın ilk baskısı 1999’da Teos Yayınları’ndan
çıkan romanı Kırmızı Dokuzlu’yu yaklaşık on beş yıl aradan
sonra Ve Yayınevi imzasıyla okumak edebiyat okuru için
farklı bir sürpriz özelliği taşıyor. Şairin özgeçmişi okunduğunda
her zaman karşımıza çıkan bu Kırmızı Dokuzlu’nun
ne menem bir şey olduğunu merak edenler için güzel bir
sürpriz bu.
|
|
|
Elif Türker ile Söyleşi – Melek Aydoğan |
Sayfa:109 |
Yazmak, körlerin dokunarak
tarif ettikleri fil gibidir. Herkes
dokunduğu tarafı anlatır.
|
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:111 |
Albert Camus, René Char şiirini şöyle değerlendiriyor:
“Çünkü sözcükleriniz bir yandan zincirinden
boşanırken, bir yandan da yaman bir ateşle dağlıyor, canlandırıyor
insanı. Kırık bir gönülle yazılmış, her noktasında
duygusallığı uyandırması ondan, ama aynı zamanda hiç
sakınmadan gelişigüzel ilerliyor. Ne güzel bir rüzgâr almış
ardına, ne acı, ne soylu bir esenlik böyle!” (Yazışmalar
1946-1959, YKY 2015). R. Char’dan şu cümle: “Issız mı
ısszı bir sabah, tertemiz bir bardak su gibi özlemini duyduğum
varlığınız için teşekkür ederim.” İyi bir romancıyla
iyi bir şairin mektuplara yansıyan saygılı, seviyeli, alçakÖzdemir
İnce gönüllü dostlukları... |
|
|
|
|
|
|
|