|
|
TEMMUZ 2015
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Bir Yangını Kalabalıkta Konuşmak – Betül Dünder |
Sayfa:4 |
Bu dosya, yangın yerinden geçenin,
yangında yitenden olanın,
ölüm kültürünün açık hedefi haline
gelen inanca sahip olanların
bir araya gelişinden söz alarak, ateşe
en yakın olanların bir kısmında
demlenen sözlerle tamamlandı. Bu
sadece geçmişin yeniden harman
edilmesi gibi okunsun istemeyiz;
kolektif hafızanın öne çıkması, geleceği
koyultan geçmişin izlerinin
yeniden hatırlanması ve bir görev
gibi değil insan olmamızın gereği
gibi anlaşılsın isteriz. Çünkü herkes
öngöremez ölümü/nü…
|
|
|
Bu Dava Divan’a Kalmaz – Ali Balkız |
Sayfa:7 |
Yine de ölümü, hele de yakılarak
ölmeyi kendimize yakıştıramıyoruz.
Asaf koridorlarda mızıka
çalıyor, kızlar birbirlerinin saçını
örüyor, Aziz Nesin, Asım Bezirci,
Lütfi Kaleli ve ben 109 nolu odada
toplanıyoruz, buradaki durumu anlatan
ve hükümeti protesto eden bir
yazı kaleme alıp hükümete fakslayacağız.
Asım Abi yazıyor. Oteli anlatıyor,
kimler var otelde, onları sıralarken
“bilim adamları” diyor, Aziz
Nesin itiraz ediyor, “Bilimciler diye
yaz Asım,” diyor. Türkçe tartışıyoruz.
Ne bu yazı bitiyor, ne de Ankara’ya
fakslanabiliyor.
|
|
|
“Kim Çoğaltıyor Ölümü?” – Mahmut Temizyürek |
Sayfa:9 |
Sivas’ta 2 Temmuz 1993’te
olan bitenler hakkında bugüne
kadar bilmediğimiz ne kaldı?
Benim bilemediğim, anlayamadığım
yalnızca şu var: O katliamı
bugün bile savunabilenlerin
olması yüzünden tüm Ortadoğu
hatta dünyanın birçok yeri şimdi
tıpkı Madımak Oteli gibi. Yalnızca
Ortadoğu mu? Paris’te Charlie
Hebdo kıyımı daha dün oldu. Sivas’ta
Aziz Nesin’in olayları tahrik
ettiği bahane edilmişti. Tahrik,
cinayeti bağışlayabiliyorsa,
kuzu daima suyu bulandırır oluyor,
kurt için. “Tahrik”, bütün kadın
cinayetlerinde olduğu gibi bu
tür katliamlarda hukuksal geçerli
kavram olarak kullanılabiliyorsa,
dünya hangi uygarlığın hangi
aşamasında yaşıyor olur?
|
|
|
2 Temmuz 1993-13 Mart 2012 – Eren Aysan |
Sayfa:12 |
Babam öldükten sonra bu kadar
büyük yürek sızısına nasıl dayanacağım
demiştim kendi kendime.
Oysa yıllar yılı öldürümlerin
kederini yanı başımızda yaşayanlar
zaten vardı… Biraz mahremiyetimizi
zorlayarak söyleyeyim: Kimse
anlamak istemez, Sabahattin
Ali öldürüldükten sonra uyuyamayan
eşinin kızı Filiz’i de akşamdan
sabaha ayakta durmaya zorladığını…
Kimse bilmez, Ümit Kaftancıoğlu’nun
çocuklarına bağlanması
gereken maaşı devletin esirgediğini
ve bu paraya kavuşmak için ailesinin
ne çileler çektiğini…Çünkü
paradan konuşmak zaten onurlu
insanlar için utanılacak bir şeydir.
Kimse görmez, eşi öldürüldükten,
İlhan Erdost öldürüldükten sonra
iki yavrusuyla baş başa kalan Gül
Erdost’un her hafta sonu kızlarından
gizli İlhan Erdost’un sevdiği
türküleri dinleyip ağladığını.
|
|
|
Ya Ali... – Mahir Karayazı |
Sayfa:15 |
2 Temmuz Sivas Katliamı sadece
o gün yapılmış bir şeymiş,
senede bir anılması gereken bir
şeymiş gibi bir algı da çok yanlış.
Anadolu tarihinin büyük bir bölümü
boyunca defalarca egemen
güçler tarafından uygulanmış, uygulanagelen
bir politikanın 90’ların
karanlık Türkiye’sinin doğal
ve hedeflenen sonuçlarından biri
olduğu aşikârdır. Sonrasında Gezi
Direnişi sırasında da yitirdiğimiz
canların katilleri saklanmaya, Sivas
Davası’nda oluğu gibi suçlular
aklanmaya uğraşılmıyor mu? Berkin
ve Ali’nin davalarında görmüyor
muyuz?
|
|
|
“Karûn Gibi Zengin Kara Câhillerimiz Var”: Âsaf Dîvânı’ndan – Mehmet Rifat |
Sayfa:18 |
Devlet adamı ve şair Mahmud Celâleddin Paşa (İstanbul,
1853 - Brüksel, 1903), Âsaf mahlasıyla kaleme aldığı
şiirlerini Mısır’da bastırmıştı (Hicri 1316). Bu kitap
Âsaf Dîvânı olarak bilinir.Mehmet Rifat bu sayımızda “Bakış Açısı” okurlarına bu divandan örnekler aktarıyor.
|
|
|
Sıradanlaştırdıklarımızdan mısınız? – Cihan Oğuz |
Sayfa:20 |
Şiirin anonimleşmesine karşı
çıkmanın “elitizm” olarak nitelendirilmesi
kolaylığı bir yana, bunca
yıldır kafa yorarım, elitist şiirin nasıl
olduğu konusunda bir vargıya
ulaşmış değilim. Basit, kolay, manzume
türü dizelerle popülist olana
göz kırpmayan; ama imgeyi, metaforu,
alegoriyi, kaliteyi barındıran
şiirler mi elitist yön taşıyor?
Tabii bu belirleme, #şiirsokakta
akımının hakir görülmesine vesile
olabilecek bir çıkarsama değil.
Kaldı ki, anonimleşmeyi bir değer
kaybı veya ideolojiye eklemlenmesi
zorunlu bir değer gibi iki ayrı kutup
olarak görmek de pek doğru ve isabetli
gelmiyor bana.
|
|
|
“İçimizdeki Şeytan”a Feminist Eleştirel Bir Bakış-2 – Hande Öğüt |
Sayfa:22 |
İçimizdeki Şeytan’da ve Kürk
Mantolu Madonna’da, erkek kahramanlar
kadın kahramanlara ilk
görüşte âşık olur, arzulu bakışın
nesnesidir kadınlar. Ancak erkeğin
arzularını ve istemlerini harekete
geçiren dışsal, aktif bir neden
değil, aksine erkeğin arzularının
ve istemlerinin bir sonucu, maddeleşmesidirler.
İdealize, estetize
ve mistifiye edilen kadın imgelerinin
pastişinden oluşan; toplumsal
ve kültürel hafızadan süzülüp erkeğin
belleğinde tortulaşmış soyut
bir kadındır bu.
|
|
|
“İçimizdeki Şeytan”, İçimizdeki Aşk – Atilla Birkiye |
Sayfa:27 |
Romanın bence tek bir konusu vardır:
aşk! Bunun altında, bu konuyu
oluşturan izlekler vardır; izleğin,
yani temanın “sıkıştırılmış konu”
tanımında buluşuyorsak. Nedir
bu izlekler? İlk görüşte aşk, tutkulu
aşk, kişilikleri çok farklı insanların
aşkı, parasızlık, İstanbul sahneleriyle
orta sınıfın sosyal durumu,
Batılı, alafranga olma, sınıf atlama,
aydınlar, yarı aydınlar, dünyada da
gelişen faşizm etkisindeki siyasi
akımlar, Makyevelizm! Ayrıntılı ve
etkileyici betimlemelerle toplumsal
ve siyasi izleklerin sert eleştirisi
vardır.
|
|
|
Medya Notları: Seçimlerin Ardından |
Sayfa:34 |
|
|
|
Seçim Kampanyası: Paralar Boşa mı Gitti? – Korkmaz Alemdar |
Sayfa:34 |
Korkmaz Alemdar “Seçim Kampanyası: Paralar Boşa mı Gitti?” başlıklı yazısında partilerin seçim kampanyalarını seçim sonuçlarının ışığında değerlendiriyor. Siyasal seçim kampanyası yönetiminin iletişimsel bir öngörü yeteneği gerektirdiğini; bu öngörünün de sadece teknik bir ikna stratejisi bilgisinden daha ziyade, seçime giren ülkenin kurumsal, siyasi ve kültürel tarihini iyi bilmekle mümkün olabileceğini vurguluyor. Ayrıca Serge Tchakotine’in Nazi Almanyası’ndaki propaganda faaliyetlerine ilişkin yazdıklarını okura anımsatıyor. |
|
|
Evine Dönmeyen Ağaç (Şiir) – Cenk Gündoğdu |
Sayfa:36 |
|
|
|
Seçimlerin Yüce Nesnesi: Altın Kaplı Klozet Kapağı – Nilgün Tutal |
Sayfa:38 |
Nilgün Tutal “Seçimlerin Yüce Nesnesi: Altın Kaplı Klozet Kapağı” başlıklı yazısında 2015 seçim kampanyasında ortaya çıkan altın kaplı klozet kapağı tartışmasından hareket ediyor. Klozet kapağı gibi sıradan bir günlük yaşam nesnesinin siyasetin yüce nesnesine dönüşme serüvenini Fransız Psikanalist Jacques Lacan’ın Edgar Allan Poe’nun “Çalınan Mektup” öyküsüne getirdiği yorumun ışığında ele almayı deniyor. Gösteren değeri kazanan yüce/atık ikiliğiyle damgalanmış bir nesnenin siyasi mantığının ne olacağını çözümlüyor. Slovaj Zizek’in Lacan okumalarına dayanarak yaptığı saptamalarla bu yüce/atık nesnenin siyasi mantığının AKP yanlısı medyanın “sandıktan iktidarsızlık çıktı” sanısının kavramamıza nasıl yardımcı olduğunu açıklıyor. |
|
|
Neşe ve Öfke Arasında – Aydın Çam |
Sayfa:44 |
Aydın Çam, “Neşe ile Öfke Arasında” başlıklı yazısında 16. yüzyılın Flaman toplumunu ve gündelik hayatını tablolarına çarpıcı bir şekilde aktarmış olan Pieter Brueghel’in Karnaval ve Perhiz Arasındaki Savaş adlı çalışmasından yola çıkarak iktidarın öfkesini ve bu öfkeye karşı halkın neşesini irdeliyor. Taksim Gezi Parkı Direnişi’nden bu yana iyiden iyiye görünür hale gelen bir çatışma bu: Bir yanda yaşama sevinci veren bir neşe, diğer yanda onu sıkıdüzene sokmaya çalışan bir öfke… |
|
|
2015 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri |
Sayfa:47 |
Dergimizin yayına başladığı 1933 yılından bugüne kadar özenle sürdürdüğü ‘edebiyatımıza yeni değerler kazandırma’ çabası, 82. yılımızda da edebiyatseverleri yeni imzalarla buluşturuyor. Bu yıl şiir dalında Mehmet Karaca, öykü dalında ise Arzu Uçar ödüle değer görüldü.Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne katılım her yıl olduğu gibi yine yoğundu.
Şiir dalında ön elemeden geçirilerek seçici kurula sunulan dosyalar Deniz Özturan, Fatih Kök, Umut Göksal, Merve Yılmaz, Mehmet Karaca, Eşref Yener, Onur Şahin, Özkan Satılmış, Çağla Meknuze Kırant, Seyfi Önder, Tamer Sağır, Sevim Varlıklar imzalarını taşıyordu.
Gülseli İnal, Sinâ Akyol, Abdülkadir Budak, Metin Cengiz ve Enver Ercan’dan oluşan şiir seçici kurulu yaptığı değerlendirme sonucu ödülü oybirliğiyle Mehmet Karaca’nın “Tuz Açlığı” adlı dosyasına verirken; Fatih Kök, Özkan Satılmış, Eşref Yener, Çağla Meknuze’nin dosyalarını ‘dikkate değer’ buldu.
Öykü dalında ön elemeyi geçenler Okan Çil, Mehmet Oktay Onbaşı, Arzu Uçar, Emrah Mete, Mevsim Yenice, Gül İnce Beqo, Emirhan Burak Aydın, Emrah Tunç, Jale Nur Turgut, Atiye Gülfer Gündoğdu, Defne Sarıöz, Harun Kapan, Osman Tünç, Nevzer Eylül Açıkkol, Mert Yılmaz Güler’in dosyalarıydı.
Nursel Duruel, Feyza Hepçilingirler, Hatice Meryem, Mehmet Zaman Saçlıoğlu ve Feridun Andaç’tan oluşan öykü seçici kurulu, ödülü Arzu Uçar’ın “Dış Kapının Mandalı” adlı dosyasına verirken; Mevsim Yenice, Emrah Tunç ve Defne Sarıöz’ün dosyalarını ‘dikkate değer’ buldu.
|
|
|
Terlik Dublörü (Şiir) – Mehmet Karaca |
Sayfa:48 |
|
|
|
Mehmet Karaca ile Söyleşi |
Sayfa:49 |
|
|
|
Oysa Tarih Yazmadı Hiçbir Kadın Kâşifi – Çağla Meknuze |
Sayfa:52 |
|
|
|
Arzu Uçar ile Söyleşi |
Sayfa:54 |
|
|
|
Yarayla Dolu Bir Şarjör (Şiir) – Özkan Satılmış |
Sayfa:57 |
|
|
|
O (Öykü) – Arzu Uçar |
Sayfa:58 |
|
|
|
Pencereden Kuş Uçtu (Öykü) – Mevsim Yenice |
Sayfa:62 |
|
|
|
Ellerimizin Yeri Çiçekler Mezeler Hep Tamam (Şiir) – Eşref Yener |
Sayfa:63 |
|
|
|
Tuvalette (Öykü) – Defne Sarıöz |
Sayfa:64 |
|
|
|
/Dan (Şiir) – Fatih Kök |
Sayfa:65 |
|
|
|
Yani Bu Gidiş Nereye Kadardır Bilir misiniz? (Öykü) – Emrah Tunç |
Sayfa:66 |
|
|
|
Enver Ercan’ın Şiirleri: Rutini Kırmak – Yaşar Güneş |
Sayfa:68 |
Ercan’ın şiirlerinde
öznenin konuşmasıyla açığa çıkan
jestlerin, gündelik hayatın rutinini
kırmaya yönelik olduğu görülmektedir.
Ercan’ın şiirleri, gündelik hayatın
rutini ile rutini kırma arasında
yaratılan karşıtlık üzerinden
harekete geçmektedir. Söz ettiğim
mesele konuşmanın sözel içeriği
değil, bu içeriğin varlıksal karşılığının
ne olduğu, neye işaret ettiğidir.
Özne konuşmasının varlıksal içeriğinde,
rutin ile rutini kırıp tazelenme
durumlarında düğümlenmiştir.
|
|
|
Türkçenin Dudaklarısın Sen, Enver Ercan – Mine Ömer |
Sayfa:72 |
Şairlerin ölümsüzlüğünü,
geride bıraktıkları şiirler belirler.
Enver Ercan’ın rüyalarında sohbet
ettiği şairler de unutulmayacak şiirlerin
şairleri. Rüya gerçek bir rüya
mı yoksa anıların yerine mi kullanıldı
bilinmez ama rüya burada
simge de olabilir. Şair dostlarına
özlemdir büyük bir ihtimalle, rüya...
Onların akrabası Enver Ercan’ın
anılarıdır rüyalar...
|
|
|
Parlak Bulut (Şiir) – Tuğrul Keskin |
Sayfa:74 |
|
|
|
Zaman Çoktan Öldü, Robotları Kurtarın! – Şebnem Şenyener |
Sayfa:75 |
İlk mekanik şövalyeyi Leonarda
Da Vinci düşündü. İlk konuşan
otomatonu Kont Kempelen. Robot
yazar ilk kez geçen Mart ayında
Los Angeles Times gazetesinde algoritma
yoluyla depremin ne zaman
gerçekleşeceğini hesaplayıp ilk otomatik
haberi yazdı. Yazar Margaret
Atwood’un düşündüğü program
sayesinde robotlar kitap imzalıyor
bugün. Robot fahişeler ise kendilerini
temizleyip mikroptan arındırabiliyorlar.
|
|
|
Ritsos’la Karşılaşma (Şiir) – Ogün Kaymak |
Sayfa:77 |
|
|
|
Şiirden Daha İyi: Salih Ecer – Haydar Ergülen |
Sayfa:78 |
Salih Ecer bana kalırsa ne için
şiir yazdığını bilmeden yazardı.
Yazdığının şiir olduğunu da muhtemelen
birileri ona söylemiş olmalı.
Şiirin duygusuna ve düşüncesine
hepimiz gibi ihtiyaç duyduğu
muhakkak, ama onu tüm diğer
uğraşları içinde birinci sırada görmek
ya da en üste oturtmak gibi bir
kaygı görünmez onun şiirinde. Bu
bakımdan da onun yaşamı ve şiiri
için, “kaygının kaygısızlığı” ya da
“kaygılı kaygısızlık” gibi ve bunlara
benzer bir şey söylenebilir. ‘Yaşamı
ve şiiri’ deyişim de, ikisini ayırmak
için değil, hemen hemen aynı şeyler
olduğunun altını çizmek, bunu
bir kez daha vurgulamak için.
|
|
|
Salih’in Çakısı (Şiir) – Haydar Ergülen |
Sayfa:79 |
|
|
|
Telef (Uyku Kaçıran Masallar-1: Ülmen) (Öykü) – Atilla Şenkon |
Sayfa:80 |
|
|
|
Mutsuzluğumuzun Kışı – Feridun Andaç |
Sayfa:82 |
Kime, neye, nereye baksak bir
sorgudur süregider.
Arayış içinde olduğumuz kesin.
Ama bir yer’e varamadığımız da…
Bizi tanımlayan ne, ortak paydamız
neyi içeriyor?
Din mi, dil mi, üzerinde yaşadığımız
yer mi?
“Hepsi” diyeceksiniz, eminim!
Oysa bizi tanımlayan asıl benliğimizdir.
Onun nerede/nasıl biçimlendiğine
bakmak gerek.
|
|
|
Samanlık (Şiir) – Gülümser Çankaya |
Sayfa:85 |
|
|
|
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:86 |
Biri öykü, ikisi şiir dalındaki
dosyalarla ve başvurularla ilgili kimi
gözlemlerimi Varlık okurlarına
aktarmak istiyorum. Gözden geçirdiğim
600’ün üstündeki ve satır
satır okuduğum 100’den fazla
dosyanın bende bıraktığı bu izlenimleri,
ödüllere başvuruda bulunanların
en az 500’ünün okumayacağından
eminim. Bunun için de,
bu notlar, biraz da “nafile” olacak.
Oysa asıl okuması gerekenler onlar,
yani “okumadan yazan” kalabalığı
oluşturanlar.
Sözünü ettiğim okumalar, İzmir/
Karşıyaka Belediyesi Attilâ İlhan
Şiir Ödülü, İzmir/Buca Belediyesi
Ali Rıza Ertan Ödülü, İzmir/
Bornova Belediyesi Homeros Öykü
Ödülü ile ilgilidir.
|
|
|
Dip Köşe Şiir Notları – Ahmet Özer |
Sayfa:90 |
Hilal Karahan Dip Köşe Şiir
Notları’nı, şiir kitaplarını okurken
kenarlarına tuttuğu notlardan
oluşturduğunu belirtse de, ele aldığı
şairi, şairin şiirle donanan yaşamını,
şiirin varlık ölçütüne vurarak
derinden irdeliyor.
|
|
|
Yavuz Özdem ile Söyleşi – A. Ufuk Elmas |
Sayfa:93 |
Demem o ki benim tabirimle ‘bildiğimiz kitap’; onların söyleyişiyle
‘kâğıttan kitap’ da –maatteessüf– yaşlandı. Hem
sadece kitap mı yaşlandı? Yediklerimiz, içtiklerimiz, onlarla
ilişkili kaplar, araçlar, gereçler yaşlanmadı mı? Oturduğumuz
sandalyeler, koltuklar, yataklarımız, yorganlarımız,
yani ‘bildiğimiz dünya’ yaşlanmadı mı? En azından kırk
yaş ve üstündekilerin ‘bildiği dünya’ yaşlandı, bu anlamda
ben de tanığım. Söylemeye dilim varmıyor; ama ölmüş de
sayılır ‘o dünya’.
|
|
|
“Tibet Şeftali Turtası” / Tom Robbins – Barış Özdemir |
Sayfa:96 |
Tom Robbins okurlarını heyecanlandıran bir kitap Tibet
Şeftali Turtası. Yüreğini okurunun ellerine özenle bırakıyor
Robbins, hiçbir kaygı duymadan, eksik gedik yanlarıyla
ve tüm çıplaklığıyla… Tanrısal bir güçle yazıldığı sanrısıyla
okumakta olduğunuz o muhteşem kitapların insan yanıdır
bu kitap!
|
|
|
Bâki Ayhan T. ile Söyleşi – Sezin Seda Altun |
Sayfa:97 |
Son yıllarda yazarken daha özgür davranmak gibi bir el
alışkanlığım var. Kopuk’ta başlamıştı bu ama son yıllarda
daha da serbestleşip şiir dilime bir çeşit müdahalede
bulundum, müdahale demeyeyim aslında, çünkü doğal
olarak böyle bir tarz oluştu yazdıklarımda. Fütürizme yöneldim.
Geçmişten kopup içinde yaşanan an’a, yaşanan
dünyaya, güncele baktım. Büyük kentin günlük hayatını
yansıtan şiirler kaleme aldım. Bazen ironi bazen şikâyet
devreye girdi. İlle de fütürizm tanımlamasına yaslanmalı
mıydım? Demesem olmaz mıydı? Olurdu elbette ama sanırım
böylesi daha iyi oldu.
|
|
|
Karin Karakaşlı ile Söyleşi – Beyza Becerikli |
Sayfa:100 |
Edebiyat özü itibariyle muhaliftir. Düzenle derdin olmasa
niye bir hayatı durdurup yanı başında başka bir
dünya yaratasın.
|
|
|
“Başka Diyarların Felsefeleri” / Roger-Pol Droit – Yaşar Öztürk |
Sayfa:102 |
Felsefenin küresel bir kimliği ve kişiliği olduğunu ortaya
koymak için çalışmalarını sürdüren Roger-Pol Droit Başka
Diyarların Felsefesi adlı antolojinin 2. kitabında yolculuğun
yönünü bu kez İbrani, Arap ve İran, Mısır düşünce iklimlerine
çeviriyor.
|
|
|
“Mor Cepkenliler” / Ahmet Zeki Muslu – Şeref Bilsel |
Sayfa:103 |
Ahmet Zeki Muslu, romanı tamamlayan olayların geçtiği
dönemin sosyolojisini, dil özelliklerini efelerle kızanlar
ve köylüler arasındaki ilişkinin dile yansıyış biçimini bütün
canlılığıyla aktarıyor. Bölgeye ait sözcük kadrosunun zenginliği
dikkat çekiyor. Efelerin kendilerine mahsus, yer yer
argo konuşmaları doğa koşullarına uygun biçimde gelişiyor
ve hiç sırıtmıyor. Gerektiğinde dipnotlara, açıklamalara
yer veren yazar bu eserle aynı zamanda tarihsel bir aralığı
da bir kaynak olarak kayıt altına almış oluyor. Mor Cepkenliler,
Kurtuluş Savaşı roman külliyatının ön saflarında
anılacak niteliklere sahip bir eser.
|
|
|
Nermin Yıldırım ile Söyleşi – Deniz Durukan |
Sayfa:104 |
Unutma Dersleri’ni yazmaya
başladığımda ilk niyetim toplumsal bir panorama çıkarmaktı.
Farklı kesimlerden insanları, farklı dertlerle, aynı
derslikte buluşturarak kolektif bir unutma süreci oluşturmak
istedim. Böyle de yapabilirdim ama bende yazdığım
romanları bilimsel, gerçekçi bir temele oturtmak gibi bir
takıntı var. Yani romanın kendi gerçekliğine sadık kalmanın
dışında bir zeminden söz ediyorum.
|
|
|
“Son Dağ” / Bejan Matur – Soner Demirbaş |
Sayfa:106 |
Bejan Matur şiirinde “Her taş bir kelime”dir (s.106).
Taşlardan oluşan dağ ise büyük bir cümle. Buna inanarak
başlıyor Son Dağ’ın “İnanmak” adlı son bölümüne. Matur,
her şeyin bir zamanı olduğunu hatırlatıyor bizlere bu bölümde;
“Bir zamanı var/ sessizliğin/ ve sesin bir zamanı.”
|
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:108 |
Acem Özler, sekiz yıl önce Yaş Kırk, Artık demişti.
Şimdi de, onca yılı geride bırakmanın olgunluğuyla Gökyüzü
Çok Uzak, diyor. (Neziher Yayınları 2015). Maviliklere
dayadığı aynadan merdiveniyle, upuzun şiirlerine tutuna
tutuna, gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor Acem Özler: “Gecenin
Balkonları”nda düşlere dalıp dünyayı, hayatı, kendini,
şiirini, imgelerini, gençliğini... dinliyor; duyumsadıklarını
ipek imgelere nakışlıyor: “gecenin balkonlarında/
hüznün geri dönüşünü bekledik/ kimimizin elinde çiçekler/
kimimizin kadehler// ...// şarkıları başa aldık/ gitmeyi değil,
kalmayı/ acılarımızı başa aldık/ hayatı başa alamadık/
azını yaşadık, çoğu kaldı/ yaşanan hafızaya/ kalan yüreğe
yazıldı”.
|
|
|
Şimdi Haberler... – Gülce Başer |
Sayfa:110 |
|
|
|
|
|
|
|
|