|
|
ŞUBAT 2015
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Hilmi Yavuz ile Söyleşi – Müesser Yeniay |
Sayfa:4 |
Dünyanın ve yaşamın Kaos’una, ancak
şiirin getirdiği müziğin düzeniyle karşı
konulabilir.
|
|
|
“Yara Şiirleri” Bağlamında Hilmi Yavuz’un Poetik Anlayışları – Metin Cengiz |
Sayfa:6 |
“Yaz Şiirleri” ile girdiği poetik kulvar yeniye doğru evrilirken Hilmi Yavuz
ilk dönemdeki şiir inşa tarzını terk etmemiş, anlam elde etmeye sürekli özen
göstermiştir. Kelime tekrarları, eskil kelimeler kullanma ise Hilmi Yavuz’un
anlam elde etme, anlam güçlendirme ve geçmişi canlandırma poetikasının
sonucudur. Hatta (gül, hüzün, yara vb.) birçok sözcüğün birçok şiirde tekrarı
da söz konusudur.
|
|
|
Hilmi Yavuz’da Şiirin “Yara” Hali – Celâl Soycan |
Sayfa:9 |
Yara Şiirleri’ndeki lirizm, Hilmi
Yavuz şiirinde hiç alışkın olmadığımız
ölçüde sert, doğrudan söyleyişlerle
dışardan içeriye doğru bir
kanamaya yataklık ediyor.
|
|
|
“Yara Şiirleri” İçin Notlar – Ercan Yılmaz |
Sayfa:11 |
“Yara Şiirleri”ni okurken ‘organizmamızın en derinine müdahale eden’
bir şairle karşı karşıya olduğumuzu çok geçmeden anlarız. Acının dile
getirilişinin narkozudur bu. Ürperten bir esrime bütün vücudunuzu teslim
alır, ‘kanınız incelir’ ve ‘damarlarınızda gözyaşının aktığını işitir’siniz.
|
|
|
Hangi Baudelaire – Mehmet Rifat |
Sayfa:14 |
1860’ların Paris’i artık “Kötülük
Çiçekleri”ndeki ilk şiirlerin yazıldığı
yılların Paris’i değildir. Paris
kentinin planı ve binaların üslubu
değişmiş, birkaç yüzyıllık eski
mahalleler yıkılmış, eğlence yerleri
büyük bulvarlara yayılmış, kafeler
kaldırımlara taşan teraslarıyla
dolmaya başlamış, küçük esnafın
yerini büyük mağazalar almış, toplu
taşımacılık başlamış, havagazıyla
aydınlatmaya geçilmiş, gazeteler
tefrika romanlar yayımlayarak ve
küçük ilanlar alarak büyük tirajlara
ulaşmışlar, sergilerde resmin
yanında fotoğraf da yer almış, karikatür
yeni bir sanat biçimi olarak
kabul görmeye başlamıştır... Paris’teki
modern yaşamın bütün bu
yeniliklerine Baudelaire hem bir ilgi
hem de bir antipati duyacaktır.
|
|
|
Şiirler – Veysel Çolak |
Sayfa:20 |
|
|
|
Refik Halid Karay’ın Kitaplarına Girmeyen Üç Öyküsü Üzerine – Zeynep Zengin |
Sayfa:22 |
Karay, Servet-i Fünûn yazarlarını kullandıkları süslü ve ağır dil dolayısıyla
eleştirirken “Dua Gecesi”nde onların bu üslûbunu benimsemiş gibidir. Bu
dönemlerde realizme bağlı olan Karay’ın öyküsünde romantizm etkileri
de kendini hissettirir. Dolayısıyla içerik ve dil bakımından Karay’ın diğer
öykülerinden oldukça farklı bir yerde duran “Dua Gecesi”nin kitapta yer
almaması son derece doğru bir tercihtir.
|
|
|
“Kendi Gecesinde” Kaybolmak ya da Yeniden Doğmak – Tamer Kütükçü |
Sayfa:26 |
Bir açıdan bakıldığında,
her “kayboluş”, yeniden doğmanın
ön koşuludur ve bu yeni oluşuma
giden yolda, önemli bir nirengi
noktasıdır. Ancak, bana kalırsa asıl
sorulması (ve kaygı duyulması) gereken,
bir kayboluş evresinden sonra,
yeniden doğuşun ne kadar “kolay”,
hatta ne kadar “mümkün”
olduğudur.
İnci Aral’ın yeni romanı Kendi
Gecesinde, roman boyunca kendi
hikâyesini anlatacak olan anlatı
kişisinin bir Londra gecesinde (yarı
somut-yarı soyut) bir “kayboluşu”
ile başlar.
|
|
|
Mekândan Bireye, Bireyden Mekâna – Nalan Yılmaz |
Sayfa:30 |
Buzzati’nin Tatar Çölü (İletişim
Yay., çev. Hülya Tufan)
isimli kitabı, ilk olarak Fransa’da
basılmış daha sonra yirmi dile çevrilmiş
etkileyici bir durum romanı.
Ağırlıklı olarak psikolojik öğelerin
kullanıldığı kitapta karakterler
üzerinden topluma ve bireye yönelik
verilen mesajlar, genel olarak
yaşamı sorgulattığı gibi okura da
kendi yaşamını sorgulatmakta.
|
|
|
Hane Tuhaf (Şiir) – Bâki Ayhan T. |
Sayfa:32 |
|
|
|
Kulağakaçan (Öykü) – Gökçe Bezirgân Parlakyıldız |
Sayfa:34 |
|
|
|
Gezgin (Şiir) – Mustafa Köz |
Sayfa:35 |
|
|
|
Edebiyat Gündemi: “Kafamda Bir Tuhaflık” |
Sayfa:36 |
|
|
|
Orhan Pamuk ile Söyleşi – Yusuf Çopur |
Sayfa:36 |
Yaptığım röportajlarla, araştırmalarla, anlattığım
insanların günlük hayatlarına dair çok net kanaatlerim
oluştu. Ama “Yemeğin tuzu eksik, sen dur ben
bakayım”, “Üstüne bunu al, üşürsün” gibi günlük
hayattaki konuşmaları yazmakta zorlanıyordum. Tarihî
romanda da sorun budur. Evinde ne var, tereke
defterlerine bakarsınız, orada ne olduğu yazıyor. Bir
kahramanı konuşturunca onu epey ortaya çıkarmışsın
demektir. Kahramanlarım konuşmaya geç başladılar.
Roman biraz da ondan gecikti.
|
|
|
“Kafamda Bir Tuhaflık”ı Eleştirmek – Metin Cengiz |
Sayfa:39 |
Dil konusunda ülkemizde oldukça
yaygın ve ancak bazı romancılara
özgü olabilecek bir anlayış
üstünden eleştiri geliştirilir hep.
Süslü, abartılı bir anlatım, “edebiyat
yapma” beklenir romanda.
Bu tür dil “yazın dili” olarak bellenmiştir.
Eleştirmen bu alışkanlığı
sürdürerek bu yanılsamayı sürdürür.
Oysa Mevlut’un anlattıkları
üzerinden her okuyucu kolayca şu
son yarım yüzyıllık süreçte yaşananlar
hakkında çok daha fazla
şey okuyabilir ve anlatabilir. |
|
|
Zamanım Geldiğinde (Şiir) – Hüseyin Peker |
Sayfa:44 |
|
|
|
Orhan Pamuk’un Merceğinde Bir Kent ve İnsan Yolculuğu: “Kafamda Bir Tuhaflık” – Çiğdem Ülker |
Sayfa:45 |
“Kafamda Bir Tuhaflık” tuhaf
bir tat bırakır okurda. Namık Kemal’in
“İntibah”ı, Şinasi’nin “Şair
Evlenmesi”, Samipaşazade Sezai’nin
Sergüzeşt’i 150 yıl önce
istemsiz bir kısmet’in varacağı sonucu
olumsuz yönüyle irdelerken
Orhan Pamuk, günümüze çevirdiği
aynayla bu durumu “niyet değil
kısmet önemlidir” şeklinde yorumlamaktadır.
|
|
|
Gelir (Şiir) – Gültekin Emre |
Sayfa:47 |
|
|
|
Medya Notları: İdeolojik Aygıt Olarak Dil: Osmanlıca - Türkçe Tartışmaları |
Sayfa:48 |
|
|
|
Dil mi İnsan mı Düşünür? – Nilgün Tutal |
Sayfa:49 |
Nilgün Tutal “ Dil mi insan mı düşünür?” sorusuna yanıt aradığı yazısında hem Kemalist hem de siyasi
İslamcı kadrolar tarafından ideolojik özneler olarak inşa edilişimize yakından bakmayı deniyor. Alev
Alatlı gibi edebiyatçıların Türkiyeli bireyin ehlileştirilmesi için uygulanan toplumsal baskıyı olumlayarak, devlet
erkinin politik, ekonomik, kültürel ve dini baskıya dayalı ideolojik stratejilerini meşrulaştırdıklarına işaret ediyor.
Devletin baskı ve ideolojik aygıtlarını kullanma biçiminin, tebaası olarak gördüğü insan varlıkları fiziksel ve simgesel
şiddetle dönüştürme arzusunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Türkiye devletinin sahip olduğu baskı ve ideolojik
aygıtları tarihsel olarak tekil düşünen bireylerin oluşmasını engellemek için kullandığının altını çiziyor. Eski
ve Yeni rejim arasındaki dil, kültür, inanç ve geçmiş mirası üstünden görünürlük kazanan mücadelenin erkler
arasında vuku bulan sahte bir mücadele olduğunu ileri sürüyor. Türkçe ya da Osmanlıca eğitim tartışmalarının
bize Türkiyeli bireylerin niye tekil, özgür, özerk ve bağımsız bireyler haline gelemediği konusunda bir fikir veremeyeceğine
değinirken, şu soruyu yeniden soruyor: Hakikaten niye okur-yazar ve düşünen bireyler olmak yerine
kitleselleştirici hezeyanlara anında olumlu tepki veren, özgürlüğe karşı egemen düzene boyun eğmeyi yeğleyen
tebaalar olduk hep?
|
|
|
Osmanlıca (ve Külliye) “Yeni Toplum”a Yararlı Olabilir mi? – Korkmaz Alemdar |
Sayfa:52 |
Korkmaz Alemdar, “Osmanlıca (ve Külliye) ‘Yeni Toplum’a Yararlı Olabilir mi?” başlıklı yazısında Eski ve
Yeni Rejim arasındaki çekişmelere matbaanın ve kitabın Batı’daki tarihsel gelişim serüvenine dönerek açıklık getiriyor.
Avrupa’da matbaanın keşfiyle yaşanan siyasi, kültürel ve dini dönüşümlerin merkezine matbaanın baskı
sayısını artırarak kitabı çoğalan okur-yazarlara ulaştırılmasını koymaktadır. Bu saptamaya dayanarak Türklerin
göçerek geldikleri coğrafyalarda benimsedikleri dil, din ve kültür biçimlerine tarihsel olarak baktığında, Osmanlı’dan
günümüze yaşadığımız ülkenin kitap ve bilgi üreten bir ülke haline gelememiş olduğuna işaret ediyor.
|
|
|
Tuz Taşı (Şiir) – Mehmet Can Doğan |
Sayfa:54 |
|
|
|
Dil Tartışmalarına Popüler Kültür Penceresinden Bakmak – Aydın Çam |
Sayfa:55 |
Aydın Çam “Dil Tartışmalarına Popüler Kültür Penceresinden Bakmak” adlı yazısında Arap alfabesinin tamamen
bırakılıp Latin alfabesine geçilmesinin ulusal bir travmaya neden olduğu önermesini sıradan insanların
gündelik deneyimleriyle sınamaya çalışıyor. Gündelik hayata ve popüler kültüre dair deneyimlere, sadece Latin
alfabesine geçiş sürecinin değil, ulus devletin inşası döneminin en önemli popüler kültür ortamına, yani sinemaya
baktığımızda bir ulusun geçmişiyle olan tüm bağını bir gecede koparan bu eylemin yansımaları hakkında ne
söylenebilir? Kemalist rejimin modernleşme sürecinde amaçladığı ile elde ettikleri aynı düzleme mi denk düşmektedir?
Kuşkusuz bu sorular bizi ‘tahayyül’ üzerinde de düşünmeye sevk ediyor. Bir ulus devlet tahayyülü ile
dışarıda bırakılan bir başka tahayyül ya da halihazırda bir muhayyel olan ile kurulan yeni hayaller, büyük idealler...
Geçmişe baktığımızda, bugünkü tahayyüllerin bizi nereye götüreceği hakkında bir şey söylemek mümkün
müdür?
|
|
|
Türkiye İyilik Partisi’nden Bir Yazar: Orhan Kemal – Haydar Ergülen |
Sayfa:58 |
Nâzım Hikmet’in özellikle
“Memleketimden İnsan Manzaraları”
adlı dev yapıtının, roman ve hikâyedeki
karşılığınınsa Orhan Kemal’in
tüm yapıtları olduğunu düşünüyorum.
Biz onları yıllardır
‘Memleketimden İnsan Hikâyeleri’
diye okumuyor muyuz biraz da? |
|
|
Gökyüzündeki Tıley: Yücel Balku – Mehmet Fırat Pürselim |
Sayfa:62 |
Geleneksel anlatıya bağlı, Doğulu, tarihî bir hikâye gibi başlayan metnin bir
süre sonra Balku’nun elinde Batılı formlarda bir öyküye dönüşmesi, yazarın
en ayırt edici özelliklerindendir. Yazar, ‘buruk gerçeklik’ yerine güzel hikâyeyi
tercih etmiştir.
|
|
|
Geceyle Sonelenen Sone (Şiir) – Soner Demirbaş |
Sayfa:68 |
|
|
|
Ahmet Cemal ile Söyleşi – Tuğçe Isıyel |
Sayfa:69 |
Bir kültürde yaratılmış bir eseri, başka
bir kültüre taşımak yüzde yüz olmayacak
bir şey.
|
|
|
İyi Olan Şeyler İçin (Şiir) – Ali Taş |
Sayfa:71 |
|
|
|
Şeref Bilsel’in Şiiri ya da Karmaşası Bol Bir Şairin Neşesi Kırık Divanı Hüseyin Köse |
Sayfa:72 |
Yoksulluk ve yoksunluk, sarhoşluğun ve düşselin olduğu kadar şahane
imkânların da dilidir. Aşırı konuşkan kılınmış lügatidir mahzunluğun ve
sonunda sertliğin toprağını bağışlar şaire: Üşümek, ancak yüzünde poyrazın
soğuğunu hissetmişsen üşümektir; intikam toprağı tırnağıyla kazacak bir
raddeye gelmişse…
|
|
|
Serap Aslı Araklı’dan “Hürmeten” – Hüseyin Avni Cinozoğlu |
Sayfa:77 |
Serap Aslı’nın divan şiirine irtifa
kazandıran modern gazelleri insanı
şaşırtan bir ustalığın ürünleri.
|
|
|
Bekir Sıtkı Erdoğan ile Söyleşi – Melike Eğilmezler |
Sayfa:81 |
Şiir bana öyle güzel bir hayat bahşetti
ki; mısralar labirent gibi, içinde şaşırıp
kalmanın saadeti var.
|
|
|
Bir Hayduta Ağıt (Şiir) – Gökhan Arslan |
Sayfa:85 |
|
|
|
Multilingual Yayınları’ndan Yeni Yıl Armağanı – Tozan Alkan |
Sayfa:86 |
Multilingual Yayınları okurlarına
17 kitaplık bir set
armağan edeceğini bildirdi. Bu armağanı
elde etmek için yapmanız
gereken tek şey kapınıza kadar gelen
kitapların kargo ücretini ödemek.
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:88 |
Gelelim bu ayın şiirlerine; 2015
itibariyle artık şiirlerinde olumsuzluklar,
eksiklikler gördüğüm arkadaşların
isimlerini listelemeyi
bırakıyorum. Düşündükçe bu yöntemin
iyi sonuçlar doğurmadığına
karar verdim. Mecazen bir “ifşa”ya
dönüşüyor hissine kapıldım. Eğer
siz maillerinizin Varlık’a ulaştığından
eminseniz, oradan da bana
gönderildiğini bilin, yeter. Belki
yoğunluktan dolayı bir birikme
olacağından gecikmeleri hoşgörüyle
karşılayın lütfen.
Bu ayın şiirleri Yusuf Duran,
Hasan Ildız ve Mümin Sarıburun
imzalarını taşıyor.
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Nalan Barbarosoğlu |
Sayfa:89 |
Her şey bir öykü konusu olabilir,
yeter ki kurgusal gerçeklik dediğimiz,
öykü gerçekliğini oluşturan
biçem ve dili kurabilelim. Sanılanın
aksine hayat gerçekliği, öykü
gerçekliğinin sağlaması olamıyor
ne yazık ki. Günlük hayatın içinde
duyduğumuz bir cümleyi olduğu
gibi yazıya aktardığımızda hayattaki
gibi gerçek duramayabiliyor
okuduğumuz.
|
|
|
Günlerden Hüzün (Şiir) – Hasan Ildız |
Sayfa:91 |
|
|
|
Yabancı (Öykü) – Batuhan Aşıktoprak |
Sayfa:93 |
|
|
|
Manifesto (Şiir) – Mümin Sarıburun |
Sayfa:95 |
|
|
|
Ya Herro ya Merro (Öykü) – Necla Altıncaba Baştaş |
Sayfa:96 |
|
|
|
Geç Saatte Kasaba (Şiir) – Yusuf Duran |
Sayfa:97 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:99 |
|
|
|
Tuğrul Keskin ile Söyleşi – Erkut Tokman |
Sayfa:99 |
1921 Ocak’ında İzmir’in
Balçova’sında yaşanan acının ve ölümün kendisi öyle derin
öyle yaralayıcı ki, yaptığım, yazdığım ne varsa eksik geliyor
bana zaten. Yine de “bekleyen bir çocuğun şiiri”ni yazabilirdim
diye düşünüyorum ve belki baştaki kısa öykü biraz
daha ayrıntılı olabilirdi... Fakat şiirler bu haliyle de yaşanan
acının şiddetini günümüze taşıyor kanısındayım, en azından
şiirleri okuyanlardan edindiğim izlenim bu yönde.
|
|
|
Aydın Büke ile Söyleşi – Feyzi Erçin |
Sayfa:102 |
Yazdığım kitaplardaki müzik analizlerinin ikinci planda
kalması biraz hedef okuyucu kitlesiyle ilgili. Uzun ve
detaylı incelemeler, bestecilerin yaşamlarına ilgi duyan
okuyucuya anlaşılmaz gelebilir. Ben öncelikle ülkemizdeki
Türkçe kaynak eksikliğini gidermek için, önemli bestecilerin
olabildiğince kapsamlı yaşamöykülerini kaleme alma
çabası içindeyim.
|
|
|
“Orbitor” / Mircea Cartarescu – Tevfik Kalkan |
Sayfa:104 |
Nasıl bir heyecan, aşk ve arzu ile bekledim, dilimize
ilk kazandırılan romanı olan “Travesti”yi okuduktan sonra,
başyapıtı “Orbitor”ü. Onu hiç acele etmeden, hayatıma,
günüme, geceme, rüyalarıma yaya yaya, zehirli bir ilacı
içer gibi okudum. Aydınlandım. Hasta ve yorgun düştüm,
perişan oldum. Anneme, babama, çocukluğuma, ülkemin
mazisine ve evrenin kaderine doğru amansız, çılgın sayıklamaları
eşliğinde berduş ve sersem bir yola çıktım.
|
|
|
“Yarabıçak – Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları” / Ömer Faruk – Ömer İzgeç |
Sayfa:105 |
Geçtiğimiz aylarda, uzun yıllar Ayrıntı Yayınları’nın genel
yayın yönetmenliğini üstlenmiş olan Ömer Faruk’un
Yarabıçak isimli deneysel metni yayımlandı. İçinden mitoloji,
felsefe, sinema, şiir, şarkı ve siyaset geçen bu deneme-
roman diyebileceğimiz kitap, ‘Banka Soymuş Bir
Devrimcinin Samimi İtirafları’ alt başlığıyla sunuldu. Düzyazıdan
şiire, oradan denemeye, söylenceye sıçrayan anlatı
birçok konuya değinerek zihin açıcı bir okuma vaat ediyor.
|
|
|
“Çocuklarla Felsefe Sohbetleri” / Roger-Pol Droit – Yaşar Öztürk |
Sayfa:107 |
Neden hemen şimdi felsefe? Çünkü yarın daha da
zorlu bir sürece gidiyor. Dünün ezberci, tartışılmaz dünyası
yerini alabildiğine uçsuz bucaksız bilgiye boğulmuş
bir dünyaya bırakıyor. Sonuç farklı değil. Eskiden “sadece
bunları düşün” diyerek aç susuz bırakılarak düşünmemeye
itilen insanlar şimdi de bilgi okyanusunda boğdurularak
düşünmemeye itiliyor. “İki kere iki kaç eder”i düşünerek
öğrenme bulma varken hesap makineleri yaşamın her alanına
girince hesap kitap yapamaz olduk. Şimdi de her şey
arama motorlarında var diye öğrenmekten, düşünmekten,
belleğimizde tutmaktan vazgeçiyoruz.
|
|
|
“Haneke Huzursuz Seyirler Diler” / Haz.: Nilgün Tutal Cheviron – Nur Yerlitaş |
Sayfa:108 |
Rahatsız edici, kışkırtıcı, sarsıcı filmleri ve izleyicinin
seyir deneyimiyle oynayan sinema anlayışıyla öne çıkan
Michael Haneke, modernist ve postmodernist unsurları
ustaca harmanlayıp ana akım sinemanın egemen uylaşımlarına
karşı kullanan auteur bir yönetmendir. Onun sineması,
eleştirel-entelektüel boyutu ve egemen anlatılar ile
Hollywood filmlerinin dünyadaki hükümranlığına bir karşı
duruş olarak konumlanır.
|
|
|
Şimdi Haberler... – Gülce Başer |
Sayfa:110 |
|
|
|
|
|
|
|
|