|
|
KASIM 2014
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Yeşilçam Sinemasında Eşcinsellik ve Trans Bireyler – Aslıhan İlhan |
Sayfa:4 |
90’lı yıllara kadar endüstriyelleşmemiş
sinemamız, 60’lı yıllardan itibaren her kesimden insanın
boş zamanını değerlendirdiği bir
etkinlik haline gelmiştir. Bu bağlamda
günümüz yakın dönem sinemasından
daha geniş bir kitleye
ulaşmıştır. Kült karakterlerin ve
film serilerinin yaratıldığı ve bu yıl
100. yılı olan Yeşilçam sinemasının
krallarından ve kraliçelerinden sıyrılıp
bir de çok bilinemeyen öteki
yüzüne bakmak gerekir.
|
|
|
Sinemamızın LGBTTIQ ile İmtihanı – küçük İskender |
Sayfa:8 |
Türk sineması, cinselliğe
coğrafyasına özgü resmî politika
ve dayatılan ahlak nedeniyle imtina
ile yaklaşmayı, böyle başlamayı
gururuna yediremese de yapacak
bir şey yoktur. Susuz Yaz’da
röntgencilikle, meşhur seks filmleri
furyasında İtalyan benzerlerinden
kötü kopyalarıyla, İffet’te
literatürlere geçen çarpıcı, hatta
tahriki yüksek tecavüz sahnesiyle
silkelense de estetik yanı göz dolduran,
yüksek libido taşıyan, fotoğrafları
çerçevelenecek kareleri
bir türlü yakalayamamış, bunu
bir öykü çerçevesinde işleyememiştir.
Ortada bir kabahat görülemez.
Yalnızca eksik bırakılmış bir sinema
tarihi, eksikliği hissedilmesin
diye geliştirilmiş planlı bir strateji
vardır.
|
|
|
Mustafa Altıoklar ile Söyleşi – küçük İskender |
Sayfa:10 |
Sinemamızda ana damar yoktur. Hiç
olmamıştır. Hatta damar yoktur. Sadece
sinir vardır. İlik ararsan, o hiç yoktur.
|
|
|
Sinema Günah Cümlesi, Yeşilçam U Lekesi – Hüseyin Alemdar |
Sayfa:12 |
Büyülü perde ve “Yedinci Mühür”
olarak da tanımlanan
sinemanın Türk insanının hayatına
girişi 14 Kasım 1914 tarihli
Ayastefanos Rus Abidesi’nin Yıkılışı
ile oldu bu tarihi bir başlangıç olarak
alırsak Türk sinemasının 100.
yılı. Başlarda bir propaganda aracı
olarak düşünülen ve ordunun hizmetinde
faaliyet gösteren sinemanın
bir parçası olan Devlet Film
Arşivi’nde bile Fuat Uzkınay imzalı
Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin
Yıkılışı dokümanterinin bir kopyasının
bulunmaması bugün de düşündürücü.
Kendi adıma, Türk sinemasının
başlangıcını Moliere’in
Zoraki Nikâh adlı oyununun bir
uyarlaması olan Himmet Ağa’nın
İzdivacı ile başlatırdım. Amacım
bunu söylerken var olan bir tartışmayı
yeniden başlatmak değil,
Türk sinemasını kayıp bir belgeselle
değil de konulu bir filmle başlatılmasına
yardımcı olmak.
|
|
|
Enis Rıza ile Söyleşi – İmren Tüzün |
Sayfa:16 |
Sinema Türkiye’de ne zaman başladı? Biraz karışık
bir konu. 1905’lerden itibaren Manaki Kardeşler’in,
Osmanlı yurttaşları olarak çektiği filmler var mesela.
Türkiye ile ilgili. Lumiere kardeşlerin kameramanlarının
çektiği filmler var. Daha sonra da işte hani tiyatro
ekolü diye adlandırılan, Muhsin Ertuğrul ile başlayan
süreç var. Ondan önce ordu tarafından kurulmuş
film grupları, film stüdyoları var, onların çektiği filmler
var ve burada bir parantez açayım. Mesela 1933’te,
Türkiye’nin Kalbi Ankara Atatürk tarafından Ruslara
çektirildi. Kurtuluş Savaşı’yla ilgili filmlerin büyük
çoğunluğu ne yazık ki Kurtuluş Savaşı’ndan sonra
yabancılar tarafından çekildi.
|
|
|
Sükûtun Hataları ve Devinek – Mehmet Rifat |
Sayfa:24 |
Yakından tanımış olduğum ve benim
için unutulmaz olan bu iki edebiyat
adamını (bu iki “cins adam”ı) Adnan Benk ve Teo(man) Aktürel’i
selamlıyor ve Bakış Açısı okurlarına
ikişer şiirini getiriyorum.
|
|
|
İyi Geceler Filomena (Şiir) – Akgün Akova |
Sayfa:26 |
|
|
|
Çünkü Ankara da Şiire Dahil... – Haydar Ergülen |
Sayfa:28 |
Çeşitli yazarların, şairlerin
de dile getirdiği gibi, Cumhuriyet
dönemi Türk şiirinin iki büyük atılımı
da Ankara’da gerçekleşmiştir.
1940’ta Üç ‘Garip’le, Orhan Veli,
Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat’la
bir anlamda ‘Milli Demokratik Devrim’i (MDD) gerçekleştirir
şiir. 1950 ortalarında İkinci Yeni
kalkışmasıyla gerçekleşense bir anlamda
‘Sosyalist Devrim’dir.
|
|
|
Pi-Ci Dimdik Ayakta (Şiir) – Mehmet Mümtaz Tuzcu |
Sayfa:32 |
|
|
|
Pembe Bilezik (Öykü) – Murat Tuncel |
Sayfa:34 |
|
|
|
Şiirler – Tahir Abacı |
Sayfa:36 |
|
|
|
Can İren’i Kim İntihar Etti? İbrahim Yıldırım |
Sayfa:38 |
Evet, hiç kuşkum yok: Özlü’nün romanındaki Tan, Can İren’in ta kendisi… Bu saptamamdan kesinlikle emin olduğumdan şairin portresini “Bir Uzun Sonbahar”daki satırları aktararak çizmeyi doğru buluyorum: “Çok güzel bir çocuktu. Pırıl pırıl, açık kumral saçları vardı. Açık renk bir altın gibiydi.” |
|
|
Şiirler – Can N. İren |
Sayfa:44 |
|
|
|
Metin Demirtaş ile Söyleşi – Nuray Salman |
Sayfa:46 |
İnce, yumuşak sesli şiirlerimin sesi asıl sesimdir. Devrimci şiirlerimde de lirizmi ıskalamamaya özen gösterdim. |
|
|
Derler ki Ev Bir Gözdür (Şiir) – Özgün E. Bulut |
Sayfa:54 |
|
|
|
Parçasız/Bütün... – Feridun Andaç |
Sayfa:56 |
Kentin hengâmesinden, o karmaşadan
kaçarcasına çıkıp buraya,
Paşamandıra Köyü’ne gelmek…
Bir yüzümü ormana, ağaçlara dönerken:
ötede kentin uğultusunu
çok uzaktan hissetmek… Yeni
köprünün ahtapotvari kolları buralara
değin uzanacak ki; ormanlarda
ağaçlar gümbür gümbür kesiliyor…
Yol iz tozduman içinde…
|
|
|
Medya Notları: Ortadoğu Yangını ve Türkiye İmajı |
Sayfa:60 |
|
|
|
IŞİD İnfazlarını İzlerken: Medya ve Yalan Rüzgârı – Nilgün Tutal |
Sayfa:61 |
Bu ay “Medya Notları”nda Nilgün Tutal “IŞİD İnfazlarını İzlerken: Medya ve Yalan Rüzgârı” başlıklı yazısında iletişim ve ticaret tanrısı Hermes’in niteliklerinden yola çıkarak küresel şiddet, küresel iletişim ve küresel ticaret çağının aşkınlıktan yoksun bir çağ olduğunun altını çiziyor. Aşkınlığın yok oluşunda yeni iletişim teknolojilerinin payının yadsınamaz olduğunu ileri sürerek, olguların hangi medyatik süreçlerden geçerek imge-olaylara dönüştüğünü, Eylül ayının önemli bulduğu üç imgesini çözümleyerek göstermeye çalışıyor: Van Milletvekili Aysel Tuğluk’un Suruç’ta Türk güvenlik güçlerini taşlaması; Suruç sınırında konuşlanan Türk Silahlı Güçleri’nin medyada olaylara uzaktan tanıklık etmesine rağmen sanki müdahale ediyormuş gibi gösterilmesi; Star gazetesinde Cumhurbaşkanı’nın Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda yaptığı konuşmanın boş değil de dolu bir salona yapılmış bir konuşma olarak sunulması. Gazetecilerin bir şekilde imge-olaya dönüştürdüğü olguların temsil düzeninden böylesi kritik anlarda gerçeklik düzenine işaret eder hale nasıl geldiğini düşünmeye; iletişim tekniğinin ve stratejisinin kolay erişilebildiği bir çağda, politik iktidarın medyada niye yalan rüzgârı esintisi yarattığını anlamaya çalışıyor. |
|
|
Ortadoğu Yangınına Medya Desteği? – Korkmaz Alemdar |
Sayfa:66 |
Korkmaz Alemdar “Ortadoğu Yangınına Medya Desteği?” sorusunu merkeze aldığı yazısında Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olmaya çalışmasının tarihsel olarak Türk dış politikasının kaçındığı bir tuzağa düşmek olduğunun altını çizmektedir. Uygarlığın beşiği Ortadoğu’nun tarihsel olarak Batı’nın yağmaladığı bir coğrafya olduğunu hatırlatarak, uygarlık simgesi olduğu zamanlarda bu coğrafyada haberci ile politik iktidar arasındaki ilişkinin çağımızda benzerini Batı’da gördüğümüzle aynı olduğunu belirtirken, Star gazetesinin fotomontaj vakasının, içinde bulunduğumuz coğrafyanın ve kültürün bilgisinin/bilginliğinin yitirilmiş olmasıyla bağlantılı olduğunu ileri sürüp eklemektedir: “Star yayınlandığı toprakların geçmişini bilse ve bu geçmişe saygı gösterseydi, New York’ta olmayan, Birleşmiş Milletler’i belki hiçbir zaman görmeyecek okurlarının gözü kulağı olur, onlara gerçekleri söylerdi. Çünkü Ortadoğu uygarlığın beşiği olduğu gibi iletişimin de kaçınılmaz olarak geliştiği bölge olmuştur. Ve bu bölgede haberciler, medya çağı söz konusu değilken bile, kralın gözleri olarak kabul edilirdi”. |
|
|
Bir Yanlışlık Anı – Aydın Çam |
Sayfa:70 |
Aydın Çam “Bir Yanlışlık Anı” başlıklı yazısında Türkiye’nin tüketim toplumuyla görece geç tanışmışlığı yüzünden Batı’yla arasında açılan mesafeyi hızla kapatırken, Batı’yla eşzamanlı olarak gösteri toplumunun şatafatında debelendiğinin altını çizmektedir. Tanrısı Hermes olan ticaret ve iletişim çağının temel düsturunun gösteri olduğunu söylemişti Fransız sitüasyonist Guy Debord. 1970’lere doğru yazdığı manifestolar kitabı Gösteri Toplumu’nda insanın diğer insanlar gözündeki değerinin görünüşten/imajdan geçtiğini; kim olunduğunun değil neye sahip olunduğunun insanın “değerini” belirlediğini, meta ile insan arasındaki farkın da böylece ortadan kalkıp, dolaşımdaki bir imge etkisine dönüştüğünü ileri sürmüştü. Aydın Çam, Guy Debord’un gösteri toplumu kehanetinin Türkiye’de aldığı biçimleri bir yandan politik iktidarın gerçek ve yalanla ilişkisi açısından; öte yandan Balkanlardan Ortadoğu’ya ihraç edilen Türk televizyon dizilerindeki erkek figürlerinin uluslararası sahnede Türkiye imajına katkısı ve bu imajların sahiplerinin politik erkle ilişkisinin niteliği açısından ele almaktadır. Kurgusal varlıklar olan Polat Alemdar, Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman Debord’un gösteri toplumunda ileri sürdüğü imajın egemenliği argümanını destekler nitelikte “iktidar-ünlü işbirliğinin gündelik hayata nüfuz eden” simgeleri olarak ön plana çıkmaktadırlar. |
|
|
Biri Ötekinde mi? (Şiir) – Abdülkadir Budak |
Sayfa:72 |
|
|
|
Çevirmen Orhan Veli (2) – Tozan Alkan |
Sayfa:74 |
Bu yazıda Orhan Veli, “Yazık
oldu Süleyman Efendiye” dizesinin
Verlaine’in “Priez pour le pauvre
Gaspard” dizesinden çalıntı olduğunu
öne süren bir yazara yanıt vermiş.
Yazıda aynı zamanda Orhan
Veli’nin gerçeküstücülükle ilgili görüşlerini
de bulmak mümkün.
|
|
|
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:78 |
Dünya edebiyatında da, bizim
edebiyatımızda da, yazarların ilk
eserlerini (ya da genelde eserlerini)
yayımlatmaları ve bir yazar olarak
kendilerini kabul ettirip adlarını
duyurmaları ile ilgili her biri ayrı
acılarla yüklü birçok anı var. Aç biilaç
yazıp durup da yayınevlerinin
kapılarından çevrilenler, kendilerini
alkole verenler, bunalıma düşenler,
sonra bir gecede üne kavuşanlar,
kısa sürede çok para kazanıp
yaşamlarını varlık içinde sürdürenler,
tekrar sıfırı tüketenler gibi binbir
yaşam… |
|
|
Gök (Şiir) – Recep Özkan |
Sayfa:82 |
|
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Nalan Barbarosoğlu |
Sayfa:83 |
Gündeme getirmek istediğim
diğer önemli bir konu da, buraya
gönderilen öykülerde gözlemlediğim,
yazım hatalarıyla dolu, üstünde
çalışılmamış öyküler... Sizden ricam,
yazıp bitirdiğiniz her öyküyü,
unutacak kadar bir kenara koyun ve
dönüp bakmayın. Ayrıntıları unuttuğunuzu
fark ettiğiniz anda açın ve
okuyun. Hatta, bir başkasının yazdığı
bir öykü gibi okuyun. Öykünüzdeki
hikâyenize hizmet etmeyen
fazlalıkları, hikâyenizi kapatan,
boşluk oluşturan eksiklikleri böyle
daha rahat görebilirsiniz.
|
|
|
Bir Yenilgiler Evinin Yalan Yanlış Anlaşılan Kısa Tarihi (Şiir) – Zafer Zorlu |
Sayfa:85 |
|
|
|
Kendime (Şiir) – Engin Hamamcı |
Sayfa:87 |
|
|
|
Biri Pencereyi Açsın (Öykü) – Hasibe Özdemir |
Sayfa:88 |
|
|
|
Seyfi Bey’in Oğlu (Öykü) – Ayşecan Kutay |
Sayfa:89 |
|
|
|
Bilet Kenarı (Öykü) – Umut Göksal |
Sayfa:91 |
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:91 |
Şiir yazmak için öykü, roman,
deneme okumanın faydalarını anlatacağımdan
korkuyorsanız yanılıyorsunuz.
Ben şiirle güreşenlerin
bu sanatçıların dünyalarına dahil
olmak için ne beklediklerinin şaşkınlığıyla
olgunlaşıyorum. İşime
geliyor. Serbest şiir yazmak, sokak
dilini-argoyu pervasızca kullanmak,
anlatımda öfkeli ve saldırgan
davranmak, bilinç akışını temel almak
şiire yeter sanılıyor.
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:93 |
|
|
|
Selçuk Orhan ile Söyleşi – Reyhan Koçyiğit |
Sayfa:93 |
Türkiye’de okur biraz ahlakçı bir
yaklaşıma alıştırılmış.
|
|
|
“Gölgeler ve Yelkovan” / İbrahim Karaoğlu – Gamze Güller |
Sayfa:95 |
Kitap beş öyküden oluşuyor. Her biri farklı şeyler anlatsa
da ortak bir tonda yürüyor öyküler. Hepsinde hüzün var.
Hepsinde hasret, kavuşamama, geçmişle hesaplaşma ve
anılar var… Her bir öykü kişisi farklı bir yara taşıyor yüreğinde.
Bu yara üzerinden dertleşiyor bizimle.
|
|
|
Veysel Çolak ile Söyleşi – Aslıhan Tüylüoğlu |
Sayfa:96 |
Ne yazık ki dil üzerine düşünmüyor
Türk şairi.
|
|
|
“Şey” / Mutlucan Güvendir – Altay Ömer Erdoğan |
Sayfa:98 |
Mutlucan Güvendir aynaya baktığında, telaşlı bir Nietzsche
görecektir. Zamanın kulak ağrısı paslı bir çivi ile
çakılacaktır boşluğa. Çünkü söz de suç gibi birikmeye
eğimlidir.
|
|
|
Emel Koşar ile Söyleşi – Haluk Öner |
Sayfa:100 |
Şiir yazarken geleneğe eklemlenmeyi veya herhangi bir
metne gönderme yapmayı bilinçli bir şekilde seçmiyorum.
Şiirim yayımlandıktan sonra benim eserim olmaktan çıkar.
|
|
|
“Çokaşklılık” / Thomas Schroder - Christina Vetter – Tevfik Kalkan |
Sayfa:102 |
Toplum olarak bir miktar cahil olduğumuz konularda
yazılmış bir kitap var elimde, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan
Çokaşklılık. Meseleye de jure olarak yabancı olsak ve konu
hakkında hiç konuşmasak da de facto olarak oldukça
içindeyiz. Aldatan kadınlar ve erkekler Google arama motoruna
en çok yazdığımız kelimelerden. Ayrıca dünyanın
pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkesinde olduğu gibi
boşanma oranlarımız evlenme oranlarımızı sollamış durumda.
Tek eşlilik ve tek tip cinsellik bir çeşit deli gömleği
olarak sıkıp, boğmaya başlıyor modern toplumları.
|
|
|
“Halkla İlişkiler Ne Değildir?” / Ayşen Temel Eginli – Yaşar Öztürk |
Sayfa:103 |
Kimi kavramlar ağızlara sakız olur ve olur olmaz yerde
kullanılır. “Halkla ilişkiler” de öyle. İşin ilginç tarafı bu kadar
sıklıkla kullanılan terimin net bir tanımını da yapmakta
zorlanıyoruz.
|
|
|
“Çıplaklar” / Iva Procházková – Işıl Şahin |
Sayfa:105 |
Çıplaklar insanın en savunmasız ve en hassas olduğu
ergenliğin çıplak temasını acıyla hisseden beş genç Sylva,
Filip, Niklas, Evita ve Robin’nin yetişkinliğe yolculuklarında
hayatı anlamlandırma ve hayata tutunma çabalarını anlatıyor.
|
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:108 |
“yarla”, “harla”, “karla” ve “baharla kaplı
defter”ler: Yardan Adam (Yasakmeyve 2014): sözcük yontuyor,
imge bileyliyor, “tüm rüzgârları” öğüten özlü şiire
merdiven dayıyor ve demli “kâğıt”lara “alev” diyor Mustafa
Ergin Kılıç. “sakın birgün/ deniz bitti deme/ gemiye” diye
tembih ediyor.
|
|
|
Şimdi Haberler... – Gülce Başer |
Sayfa:110 |
|
|
|
|
|
|
|
|