Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

NİSAN 2014

Çizgi-yorum – Semih Poroy Sayfa:2
Suat Derviş Edebiyatı – Günseli Sönmez İşçi Sayfa:4
Suat Derviş 1920’lerden 1970’lere kadar durmadan yazmış, öyküler, romanlar, gazete yazıları, röportajlar ve edebiyat eleştirileri bırakmıştır ardında. Siyasi görüşleri ve bireysel duruşuyla da özgür ve özgün bir kadındır Suat Derviş. Bu denli üretken bir yazarın ve cesur bir kadının hafızalardan tamamen silinmiş olduğu düşünülemez elbette. Gerçi kadınların üretimlerine yönelik ataerkil hafıza zayıftır ve indirgemeci bakış açısı uç verir çoğu kez. Üstelik Fatmagül Berktay’ın değindiği gibi, Suat Derviş’in yazarlığı daha hayattayken hem sağ, hem de sol kesimlerce göz ardı edilmiş ve bu kayıtsızlık eserlerinin sessizliğe gömülmesine yol açmıştır.1 Geriye dik başlı, güzel ve çapkın kadın efsanesi kalmış. Tüm bunlara rağmen, mesleğini “yazarlık” olarak tanımlayan Suat Derviş edebiyat çevrelerinde ve akademide bilinir ve hakkında değerli çalışmalar yapılmıştır. Yine de Suat Derviş’in üzerinde hak ettiği kadar durulmuş mudur? Veya daha açık bir anlatımla, çok sayıda ve farklı alanlarda eserler vermiş bir yazar üzerine yapılan ciddi incelemeler bir elin parmaklarını geçer mi? Ne zaman başlamıştır Derviş’in yazarlığına ve eserlerine yeniden duyulan ilgi? Kimlere borçluyuz bu çalışmaları? Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde düzenlemekte olduğumuz Kadın Yazarlar Sempozyumları’nın üçüncüsünü, 4-5 Nisan 2013 tarihinde Suat Derviş’e adamayı planladığımızda aklımızda öncelikle bu sorular vardı ve toplantımızda sunulacak incelemelerin başka sorulara ve tartışma konularına zemin hazırlayacağını biliyorduk. Örneğin, Suat Derviş’in Türk modernleşmesi içindeki yeri nedir? Derviş’in öyküleri ve romanları ile Türk edebiyat kanonu arasındaki gerilimli ilişki nasıl açıklanabilir? Suat Derviş edebiyatı toplumcu gerçekçi midir, yoksa toplumsal gerçekçi eserler arasında mı sayılmalıdır? Seyahat notlarına nasıl bir dünya görüşü yansır? Edebiyat eleştirisi yazılarında teorik bir altyapı var mıdır? Suat Derviş edebiyatında bilinçli bir sınıf ve toplumsal cinsiyet analizi gözlenebilir mi? Kadın hareketiyle siyasi, sanatsal veya edebî ilişkisi nedir? Farklı eleştirel okumalarla, mesela eko feminist ışık altında eserlerinin hangi kapıları aralanır? Derviş’in romanları has edebiyata özgü boşluklar barındırır mı? Ve nihayet bu eserler söylenenle söylenmeyen arasındaki dengeyi nasıl kurar? Suat Derviş üzerinden edebiyat, tarih ve kültür çözümlemeleri yapmanın hem yazarın eserlerinin belki de şimdiye kadar denenmemiş kapılarını aralayacağı, hem de kadın edebiyatı incelemelerine yeni bir halka ekleyeceği inancındayız. Toplantıda sunulan incelemeler kitap halinde basılmak üzere yayıma hazırlanmaktadır. Elinizdeki dosyada yer alan yazılar, yayıma hazırlanmakta olan çalışmalar arasından seçilmiş ve kısaltılmıştır. Bu dosyanın hazırlığı sürecinde emeği geçen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencisi Bahanur Garan’a, Yeni Yüzyıl Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi Vildan Uysal Uçarer’e ve Varlık’ta bizleri konuk eden sevgili Enver Ercan’a teşekkür borçluyuz.
Cemiyet Hayatı ve Muhayyile: Suat Derviş’in Edebiyat Anlayışı – Çimen Günay-Erkol Sayfa:5
Türkiye’deki toplumcu gerçekçi yazınsal hareket içerisindeki öncü konumu gerçekten önemli olmasına karşın, Derviş’in tüm yapıtları toplumcu gerçekçiliğin ortodoks ilkelerine uyan yapıtlar değildir.
Suat Derviş’te Tutku ve Siyasal Bilinç “Fosforlu Cevriye” ve “Ankara Mahpusu” Romanları Üstüne Bir İnceleme – Erendiz Atasü Sayfa:10
Suat Derviş’in dönemi için özgür sayılabilecek kişisel yaşamı nasıl günümüz feministlerinin onu feminist olarak değerlendirmelerine yol açmışsa; siyasi duruşu da sol görüşlü edebiyatçıların, onun “kırılma noktası” sonrası verimini “toplumcu gerçekçi edebiyat”a yerleştirmeleri, “kırılma noktası” öncesini de yok saymaları sonucunu vermiştir.
“Kara Kitap” ve “Hiçbiri” Romanları Üzerinden Suat Derviş’i Anlamaya Çalışmak – Feryal Saygılıgil Sayfa:16
Suat Derviş’in 1920’de yayımladığı Kara Kitap’ta aile söz konusu bile değildir. Kara Kitap karanlık, depresif bir metindir. Aşk, sakatlık (cücelik), çirkinlik/güzellik hastalık, ölüm, intihar temaları işlenir. Sakat bir cüce olan ve çirkin olduğu da kendi ağzından her fırsatta dile getirilen Hasan amansız bir hastalığa yakalanmış olan Şadan’a âşıktır. Ona şiirler yazar; aşkını itiraf ettikten sonra ölür, ardından da zaten can çekişmekte olan Şadan ölür. Romanda aşk ve aşk acısı ulaşılamaz bir tutku, amansız bir hastalık olarak yer alan en önemli temadır.
Suat Derviş ve Roman Eleştirileri – Esra Dicle Başbuğ Sayfa:18
Suat Derviş, konularını toplumun yakın zamanda tecrübe ettiği en mühim mesele olarak gördüğü milli mücadeleden alan, Yakup Kadri’nin Yaban ve Refik Halit’in Çete romanlarını, cemiyetin hakiki meselelerine temas ettikleri için önemsediğini belirtse de birçok açıdan yetersiz ve sorunlu bulur.
Öykülerde Unutulan Kadınlar – Özlem Polat Atan Sayfa:21
Suat Derviş’in 1923, 1924 ve 1926 tarihli eserlerinden seçilen öyküleri, yazarın ilgili tarihlerdeki, özellikle kadınlara dair; duygu, düşünce ve bakış açısını yansıtması açısından önemlidir. Öykülerde yer verilen kahramanların ait olduğu dünya, Suat Derviş’in yazarlık serüveninin ve yazın tarihinin geri planda kalmış bir dönemini içermekte; bu açıdan yazara ve yaşanılan dönemin kadın algısına dair önemli ipuçlarını da içerisinde barındırmaktadır.
Suat Derviş’in Kaleminden Aşkın Mutlak Kimyası: Efendi-Köle Diyalektiği – Ayşe Duygu Yavuz Sayfa:24
Suat Derviş yapıtlarında ise kahramanların “benlik”lerini sorgulamaları ıstıraplı aşk ilişkileri sonucunda gerçekleşir. Başka bir deyişle, kahramanların benliği kadın-erkek ilişkilerine göre şekil alır. Bu ilişkilerde çoğunlukla “eril-dişil”, “ben-öteki”, “efendi-köle” nin mutlak çatışmasının izlerine rastlanır.
Suat Derviş’in Gözüyle Sovyet Rusya – Bahanur Garan Sayfa:27
Sovyet Rusya’yı Türk okuyucusuna tanıtan “Seyahat Notları”, 1930’ların Türkiyesi’nde bir kadın yazara göre oldukça cesur bir tavırla kaleme alınmış bir nevi propaganda yazılarıdır. Suat Derviş’in gazeteci kimliğini, kültürel birikimini, gözlem gücünü ve siyasi görüşünü ortaya koyan önemli bir yazı dizisidir.
Suat Derviş’in “Çöken Boğaziçi” Yazı Dizisinde 1930’ların İstanbul’u – G. Gonca Gökalp Alpaslan Sayfa:32
Boğaz semtlerini yürüyerek ya da sandalla birinden diğerine geçerek, tek başına veya yakın bir-iki arkadaşıyla dolaşan Suat Derviş, bazen aynı günde birkaç yeri gezmiş bazen birkaç yazı boyunca aynı yeri anlatmıştır. Yazarın ilk ve temel gözlemi, Boğaz semtlerinin tenhalığı, bakımsızlığı, doğal güzelliklerini korusalar bile rağbetten düşmüşlüğü ve bunun semt halkında yarattığı rahatsızlıktır.
S.O.S. Bir Film Öyküsü (Öykü) – Cem Akaş Sayfa:39
Ayna Reddediyor Seni (Şiir) – Tuğrul Tanyol Sayfa:47
Şiirler – Veysel Çolak Sayfa:48
Zaman Üstüne Anlatı Kuranlar – Mehmet Rifat Sayfa:50
Proust’un romanında “kronoloji” yoktur: Zamanın vanaları açılmış, zamanın mantıksallığı saldırıya uğramış, zamanın mantıksal kabuğu kırılmıştır. Böyle olunca da Proust yapıtını oluşturan parçaları krono-lojik bir düzen içinde sunmak yerine rapsodik bir düzen içinde verir.
İlirya Yolunda (Şiir) – Aydın Afacan Sayfa:52
Enver Ercan ile Söyleşi – Bahanur Garan Sayfa:54
Dilimizden başka neyimiz var ki? Yıllarca farklı dillerin özgürlüğü mücadelesine destek verdim. Dili olmayan, dilini konuşamayan insan hiçtir. Dili insanın kişiliği, kimliğidir.
Okurken 11 – Sabit Kemal Bayıldıran Sayfa:58
Kitaplığımda –sanırım Türkiye’nin nabzını yansıtabilecek durumda– en çok Fransızcadan çeviri var. Ne olsa modern şiirimizin ana karnı orasıdır. Sovyetler yıkılmadan önce, sosyalizmin ülkede tavan yaptığı dönemde ‘sosyalist sistem’den çeviriler çoğalıyor; 1980’den sonra ise bu tür çeviriler şıp diye kesiliyor.
Yas (Şiir) – Serdar Koçak Sayfa:64
Şiir Daha Çok İnsan Olmak İçindir... – Haydar Ergülen Sayfa:65
Şiir doğası gereği tanımsızdır. Şiiri tanımlama çabası doğayı tanımlamak ve tanımak, evreni tanımlamak gibi neredeyse olanaksız bir şeydir. Hatta getirip bir sözcüğe sıkıştırdığımız ve zaman zaman her kapıyı değilse de, her yazıyı açacak sihirli bir anahtar olarak gördüğümüz ‘diyalektik’ de, tanımlanması olanaksızlar arasında sayılır. Tabiatıyla doğa, evren, diyalektik kelimeleri art arda gelince de, bunda bir iş var diye düşünmeden edemiyor insan. Hem öyle hem de ardından sökün edecek kelimeleri de az çok tahmin edebiliyor: Çocukluk ve aşk…
Edebiyat Gündemi: Nehir Nehir Sularıyla Akıp Geçen Bir Şair: Giuseppe Ungaretti Sayfa:70
Nehir Sularıyla Akıp Geçen Bir Şairin Hayatı – Giuseppe Lupo Sayfa:70
Giuseppe Ungaretti’nin hayatı nehir sularıyla akıp geçen bir hayatı çağrıştırır. Eğer bu nehirlerden altısını sayarsak: Serchio, Nil, Sen, Isonzo, Tevere ve Rio Tiete’dir. Ve her biri şairin hayatının bir mevsimine, hatta bir veya birkaç şiir eserine karşılık gelmektedir. Serchio şairin Toscana’dan Mısır’a göç eden ana babasının kökenlerini hatırlatır; Ungaretti 1888’in şubat ayında Mısır’da doğar ve ilk defa 1912’de Sorbonne Üniversitesi’ne başlamak üzere Paris’e yerleşinceye kadar da Mısır’da kalır. Bu yıllarda Avangardizm’in temsilcileri olan Apollinaire, Boccioni, De Chirico, Palazzeschi, Papini, Prezzolini, Savinio, Soffici ile tanışır ve arkadaş olur.
Bruna Bianco ile Söyleşi – Francesca Cricelli Sayfa:71
1967 Kasımı’nda Giuseppe Ungaretti Arjantin’deki Olivetti firmasının daveti üzerine Bounes Aires’e gider. Bu sıralarda firma İtalyan ve Güney Amerikalı edebiyatçıları arasındaki kültürel ilişkiler geliştiriyordu. Ona bir yıl önce Brezilya’nın başkentinde tanıdığı Bruna Bianco eşlik ediyordu. Birkaç gün sonra çift Buenos Aires’den Bariloche’a gelir, seyahat yaklaşık yarım yüzyıldır küçük bir çekmecede kalmış çok sayıda fotoğrafla belgelenmiştir. Bu fotoğraflar yazarın havaalanına gelişini ve And Dağları eteklerindeki pastoral şehirdeki uzun gezintilerini gösterir. Yerel İtalyan konsolosu Ungaretti’ye yeni Bariloche’de bir arazi satın almasını tavsiye eder. Teklif, haftasonu zaten kardeşleriyle birlikte “Arjantin Courmayeur”’üne* varacak olan sevdiği kadına bir hediye vermeyi düşünen şairde ilgi uyandırmıştı. Ungaretti’nin Brezilya’yla ilişkisi Latin Amerika’ya yaptığı ilk seyahate dayanır. Şair, Arjantin PEN Kulubü’nün davetlisi olarak 1936’da ailesiyle birlikte Arjantin’e gitmiş, San Paolo Üniversitesi ona İtalyan Edebiyatı Kürsüsü’nü sunmuştu. Esir kamplarına düşmemek için karısı Jan ve kızı Ninon’la 1942’ye kadar orada kaldıktan sonra İtalya’ya dönmüştü. Brezilya’ya ilk gelişinden 30 yıl sonra, Guisseppe Ungaretti ile Bruna Bianco, San Paolo’da karşılaşır; olağanüstü bir karşılaşmadır bu ama bunu kahramanından dinleyelim.
Şiirler – Giuseppe Ungaretti Sayfa:73
Şiirler – Bruna Bianco Sayfa:74
Can Hüması, Zaman Humması... – Feridun Andaç Sayfa:75
Gecesi dolunay parıltısı, üşütmeyen ayazı kapanan zamanın dilidir. Ağdaşık bir seyirdesinizdir Erzurum’da karın yağışında. Ak örtülü dildir gece, duran zamandır bellekle aranızda. İblisin bekleyişine gölgedir her kar esintisi. Unutulmuş keder, saklanmış avuncun habercisidir.
Dil Göstergelerinin Görece Nedenliliği ve Çeviri-I / Biraz Kuram – Nizamettin Uğur Sayfa:79
İçinde bulunduğumuz uygarlığı derinden etkileyen dil ve anlam anlayışı aslında yirminci yüzyılın başında bir dönüşüm de yaşamıştı. Dile bakışta 19. yüzyılın sonuna kadar geçerli olan tarihsel (artsüremli) ve karşılaştırmalı anlayış İsviçreli dilbilimci Ferdinand de Saussure (1857-1913) ile birlikte büyük bir kırılmaya uğradı. Saussure’cü anlayış eski tartışmaları belki toptan değiştirmedi ama modern dilbilimin de temellerini attı.
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş Sayfa:84
Televizyonda yeni bir dizi: Küçük Ağa. Yahu insan utanır! Tarık Buğra’nın ünü dağı taşı tutmuş bir romanının adı, hiç ilgisiz bir diziye nasıl konulur? O küçük çocuğun sevimliliğinden çok kâr uman dizi yapımcılarını, yazara saygıya davet ediyorum. Dizinin ilk bölümüne çalışırken gözüm kaydıkça baktım. Sonra hiç izlemedim. O güzel, o sevimli çocuğa yazık etmişler. Bir sürü insani ve eğitsel hata, arka arkaya geliyor. Küçük Ağa’yı bir de böyle saçmalıklarla anımsatmaya kimsenin hakkı yok!
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender Sayfa:87
Duygulandığınızda çok kolay dillendiremediğiniz güzel şeyleri kâğıda geçirdiğinizde size şiir gibi gelebilir; oysa şiir öncelikle ağır bir disiplin veya o disiplinin sindirilip yadsınması üzerine kuruludur kısmen. Sıkı çalışmalar yapmanızı öneririm; sağlam okumalar, metin karşılaştırmaları yarar sağlayabilir
Yeni Öyküler Arasında – Nalan Barbarosoğlu Sayfa:88
Aylardan nisan, yumuşacık ışığıyla, rüzgârlarıyla, yağmurlarıyla, bahar kokularıyla, binbir renge bürünen günbatımı ve gündoğumlarıyla ilkyaza koşacak. Kaleminizin ucuna yeni öyküler de sürüklesin
Pi’nin Serüveni (Öykü) – Burçak Ağrıdağ Sayfa:89
Özürlü Meşrep (Şiir) – Birgül Balkıs Sayfa:91
Temel (Öykü) – Sultan Yavuz Sayfa:92
İshak (Şiir) – Ezgi İpek Sayfa:92
Duman (Şiir) – Ali Ulaş Akalın Sayfa:93
İrlandalı Bir Nar Dalı (Şiir) – Ö. Alper Selvi Sayfa:94
Varlık Kitaplığı Sayfa:95
Necati Tosuner ile Söyleşi – Beyza Becerikli Sayfa:95
Cenneti cennet yapan cehennemdir, denilir romanda. Bir öteki dünya olsa iyi olur bence. Çadır yakanların gideceği bir cennet olabilir mi?..
“Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme” / Selçuk Altun – Yankı Enki Sayfa:97
Selçuk Altun, kapak görseline Selçuk Demirel’in imza attığı ve başlığını bir Oktay Rifat dizesinden ödünç aldığı son romanı Sol Omzuna Güneşi Asmadan Gelme’de, yine gizemli bir yolculuğa davet ediyor okurunu.
“Başbakan’ın Krallığı” / Süreyyya Evren – Can Semercioğlu Sayfa:98
Süreyyya Evren’in Başbakan’ın Krallığı novellası da bize bu türden bir eleştiriyi sunuyor. Romanda marjinal diyebileceğimiz, gerçekdışı diyebileceğimiz bir öyküyle karşı karşıyayız. Cem’in yayıncı bulamadığı öykü kitabını yayınlatmak üzere beş arkadaş başbakandan yardım isterler.Önümüzdeki manzara son derece sıra dışıdır ve bir o kadar da tanıdık bir hikâyedir. Kitapla ilgili genel bir izlenim edinildiğinde, Evren’in doğrudan bir Türkiye’deki hâkim siyaset hicvi yaptığı düşünülebilir. Bu haklı bir izlenim olmakla birlikte eksiktir de.
“Edebiyatımızda Bireyselleşme Serüveni” / Drl.: Fatma Erkman Akerson – Hayri K. Yetik Sayfa:99
Kolektif bir çalışmanın ürünü Edebiyatımızda Bireyselleşme Serüveni; çok tartışılmış, ama tartışmaya devam edeceğimiz bireylik/bireysellik sorunsalının romanlardaki yansımasını mikroskop altına alıyor. Üstelik bunu, kadının bireyleşmesine zom yaparak gerçekleştirmiş bulunuyor.
“Orontes Mensurları” / Faris Kuseyri – Şeref Bilsel Sayfa:101
Türkçenin yüzyıllardır derleyip toparladığı söyleyiş imkânları içinden kendine özgü bir ses yaratmış Faris Kuseyri Orontes Mensurları’yla, bugüne dek yapılması gerektiği halde risk alınarak yapılmamış bir hamleyi “ilk kitap” üzerinden gerçekleştirmesi de ayrıca dikkate değer. Faris Kuseyri şiir üzerine yazdığı nitelikli, hacimli yazılarıyla da tekrar edilmekten, kullanılmaktan pörsümüş ifadelerin uzağında eleştiri, inceleme sahamıza yeni bir soluk getirmişti.
Kadir Aydemir ile Söyleşi – Bülent Karslıoğlu Sayfa:102
Haiku şiiri basit ve yazması çok kolay gibi görünen fakat kendi iç disiplinine sadık, kuralları olan, zor bir şiir formu. Doğanın küçük ayrıntıları ve böceklerle olan ilişkim şiirde haikuyu seçmemi sağlamış olabilir. Burada da çocukluk anıları ve ilk gençlik yılları önem kazanıyor. Bir gecekondu evde büyüdüm, ağaçlarla çevrili bir yerdi. Kediler, tavuklar, kertenkeleler, her yağmurda uzayıp duran solucanlar, taşların altındaki o büyülü dünya ve sümüklü böcekler hep ilgimi çekmiştir. Ve ağaçlar tabii, o ölümsüz ve güzel ağaçlar. Şiir bence o taşın altında, o akasya ağacının sonsuz tohumunda saklı. Haiku formunu ise kullanmayı seviyorum, ona hayranım desem yeridir. Şiirsel gücü en yüksek şiir tarzı haiku.
Mehmet Said Aydın ile Söyleşi – Hazel Malik Akdik Sayfa:104
İçinden geldiğim, içinde büyüdüğüm coğrafyanın muhtelif dertlerini dert edinmem bana çok normal geliyor. Oradan el almak da doğal geliyor velakin artık oraya uzak olan birinin dertleri var. Bende de, şiirde de. Bunu da sanırım aynı doğallıkla değerlendiriyorum.
“Beyaz Dünya” / Andrew McGahan – Serap Çakır Sayfa:106
Beyaz Dünya, Andrew Mcgahan’ın verimi. Avustralyalı yazar yeni karanın Queensland bölgesinde dünyaya gelmiş, on çocuklu bir çiftçi ailesinin oğlu olarak sürdürmüş yaşamını. Güzel Sanatlar Bölümünü kazanmasına karşın, umduğunu “gerçek” dünyada bir türlü bulamamış ve çiftlik hayatına geri dönüp roman yazmaya başlamış. Yarı otobiyografik romanı Praise, ona 1991 yılında Avustralya Vogel Edebiyat Ödülü’nü kazandırmış. Kirli Gerçeklik hareketinin kurucuları arasında sayılan Mcgahan’ın 2004 yılında kaleme aldığı Beyaz Dünya’sını dilimize Kerem Işık kazandırdı.
“Susarak Konuşalım” / Ali Çolak – Esra Yalazan Sayfa:108
Ali Çolak’ın Susarak Konuşalım başlığıyla yayımlanan kitabındaki denemeleri okurken de asıl derdinin bütün has denemeciler gibi ‘bulmak değil aramak olduğunu’ düşündüm. Zarif bir sükunetle anlatılmış, hayatın içinden damıtılmış sahih anlatıları, yazı sanatının türlere hapsedilemeyecek kadar ‘hayata dair’ olduğunu fısıldıyordu.
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre Sayfa:109
Yanıtı güç sorular: Şiir, Âdem ile Havva arasındaki ilişkiden mi doğdu? O halde, şiir nedir? Şiir nasıl oluşur? Şiir “Bir toplumbilim, ruhbilim, dilbilim sorunu” mudur? Ayrıca, şiir, tarih, coğrafya, gelenek, felsefe, matematik, yaşam... sorunu da değil mi? Şiir büyü mü? Şair, gerçek(ten) büyücü mü? Söz ve şiir arasında nasıl karmaşık bir ilişki var? Şiir sözcüklerle mi yazılır? Günlük konuşmalar şiire dâhil midir? Şairin dili “günlük dilden ayrı” mıdır? Şiir, konuşma diliyle mi yazılır? Sözün büyüleyiciliği şiirin neresinde durur? Dansla şiir arasında hâlâ sıkı bir bağ var mı? “Uygar şiir oldukça bireyselleşmiş bir toplumun” yapıtı mıdır? Bireysel şiirden ne anlıyoruz? Toplumcu şiir bireyden kopuk şiir midir? Bireyin ruhunda, damarlarında, bilinçaltında şiire giden yollar mı var?
Yeni Yayınlar – Reyhan Koçyiğit Sayfa:111
NİSAN 2014 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI