|
|
MART 2014
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Edebiyatın Hayalperest Türleri Üzerine Bir Söyleşi: Pelin Aslan, Seda Uyanık, Veli Uğur – Didem A. Büyükarman |
Sayfa:4 |
Pelin A.: Muhayyelât’ı düşünelim mesela. Tüm Tanzimat yazarları tarafından ötekileştirilmiş, çocukça ve ilkel bulunmuş bir eser. Aziz Efendi’nin gerçekçi bir edebiyat inşa etmeye çalışan Tanzimat nesli tarafından hoş karşılanmadığı aşikâr. Edebiyat eleştirmenleri çoğunlukla, diğer pek çok ülkede olduğu gibi, fantastiği eleştirinin gündemine almayacak kadar “hafif” bulmuşlardır. Dolayısıyla fantastik eserler veren yazarlar da “yüksek edebiyat” yazarlarından kabul edilmez, onların eserleri “edebî” bulunmaz, bu yazarlar “gerçekçi” yazar ve eleştirmenler tarafından dikkate alınmaz. Bahsettiğim 1940-1950’li yılların yazarlarının adlarını bugün çok sınırlı bir kitle dışında kimse bilmez. Benim odaklandığım dönemde fantastik ürün veren edebiyatçılar geniş halk kitleleri tarafından okunur, hızla tüketilir ve aynı hızla unutulur durumdadırlar. |
|
|
Ya Öyle Olsaydı? Bilimkurgu-Fantastik ve Hakikat Üzerine Bir İnceleme – Doğan Erişen |
Sayfa:9 |
Edebiyatın bir tür bilgi sağladığı görüşü estetik kuramı içerisinde uzun bir geçmişe sahip olmasına karşın aşılması güç bir sorunu da beraberinde getirmektedir: eğer edebiyat bir tür bilgi sağlıyor ise hakikat de bildiriyor olmalıdır. Oysa kurmaca hakikati konu edinmez. |
|
|
Bilimkurgu ve Adilik: Biopunk – Abdullah Derin |
Sayfa:13 |
Özetlersek, Biopunk ve abjekt birbirinden kaçamayacak iki kavramdır, çünkü ikisi de beden ve sınırları ile ilgilenirler. Bu açıdan bakıldığında her Biopunk teması aynı zamanda, diğer bilimkurgu türlerinden farklı olarak, korkunç ve ya rahatsız edicidir, çünkü bilinçaltımızda bastırdığımız birtakım doğal korkularımız ve endişelerimize çomak sokarak onları rahatsız eder. Sürgüne gönderdiğimiz, unutmaya alıştığımız kültüre ait olmayan öğeleri gösterir bize. Bu bilgilerden yola çıkarak, yukarıda da örneklerini verdiğimiz birçok kitap ve film Biopunk türü altında incelenebilir. |
|
|
Sanal Hikâye Anlatıcılığı Çağında Yaşayan Bilimkurgu ve Fantastik Dünyalar Olarak Video Oyunları – Sercan Şengün |
Sayfa:16 |
Tutkulu bir şekilde tanımlanmış olmasına rağmen sibermetinlerin hayata geçmiş emin örneklerinin olup olmadığı muğlaktır. Bu bağlamda çeşitli video oyunları sibermetinlerin en iyi hayata geçmiş örnekleri olarak görülebilir. |
|
|
“Uzay Çiftçileri” ve “Şebek Romanı" Ekseninde İslami Bilimkurgu Romanlarında Ütopya/Distopya – Erol Gökşen |
Sayfa:22 |
Batı düşünce dünyasında çok gelişmiş tür olan ütopya ve distopya, Doğu toplumlarında kendisine pek yer bulamamıştır. Türk edebiyatında da ütopya ve distopya geleneği çok gelişmemiştir, yazılan ütopik/distopik eserler de tam manasıyla Batı’daki ütopya/distopya türünü karşılamaz. |
|
|
Roman, Öykü, Anlatı, Enfra-Roman, Enstantane ve Diğerleri – Mehmet Rifat |
Sayfa:26 |
Roman ile öykü ayrımından birine tartışmasız giren metinlerin türsel olarak belirtilmesinde bir sorun çıkmazken, bu iki tür arasında bir yerlerde duran biçimlerin türsel ayrımını belirlemedeki kararsızlık, son yıllarda, özellikle eleştiri kuramcılarının kavramsal desteğiyle devreye giren anlatı terimiyle bir ölçüde giderilmiş gibi görünüyor. Böylece üçlü bir adlandırmaya geçmiş oluyoruz. Ancak yine de daha fazla okuru çekebilmek, dolayısıyla kitapların satışını artırabilmek amacıyla olsa gerek, öykü ve anlatı adlandırmalarından çok “roman” etiketi yeğleniyor. Sayfalara salt birer başlık ve birer alıntı benzeri geçişler koyarak bölüm sayısı artırılıyor, puntolar büyütülüyor, genelde yarım sayfadan kırk sayfaya kadar öykü diye adlandırılabilecek metinler doğrudan “roman” kategorisine alınıyor. Oysa roman ile öykü arası yeni ve farklı biçimlenmeler ortaya çıkmışsa ve bunlara da yeni adlandırmalar koymak gerekiyorsa, o zaman, tanınan bazı yabancı yazarların türsel adlandırmaya ilişkin kaygı ve çabalarını da dikkate almakta yarar olabilir. |
|
|
Çalgısız Şarkı (Şiir) – Müslim Çelik |
Sayfa:28 |
|
|
|
Hikâye Boğultusu (Öykü) – Abdullah Mollaoğlu |
Sayfa:29 |
|
|
|
Arap Saçı – Şebnem Şenyener |
Sayfa:34 |
Türk olduğum duyulur duyulmaz “Patron baba” İgnazio Russino güneş dolu yüzünde çakır gözleri ışıl ışıl kollarını açmış vaziyette atladı ortaya “Türk otu, türk otu..” diye bir demet otu tutuşturdu elime: “Bu bizim Türk otu.” Patlıcanımsı siyah demet, benim yeşilini bildiğim, Ege’nin “Arap Saçı”, İstanbul’un rezenesi. Meğer Sicilya’da “Türk otu” olmuş. Siyahi otu görünce, aklımı hep kurcalayan ismi yakıştı yerine. |
|
|
Yazılamayanlar (Şiir) – Arife Kalender |
Sayfa:36 |
|
|
|
Kemal Tahir’in Kaleminden Namus ve Namuscular – Lale Yüce |
Sayfa:38 |
Kemal Tahir’in yerel konuşma üslubunu ustaca kullanarak karakterleri tanıyormuşuz hissi veren anlatımı, öykülerin inandırıcılığını pekiştirirken, Anadolu insanını daha yakından tanıma fırsatı sunmaktadır. |
|
|
Edebiyat Gündemi: “Ölüm’den olma, Hayat’tan doğma” bir şair: Ahmet Erhan |
Sayfa:42 |
|
|
|
Yüzlerce Yılkı Şairi: Ahmet Erhan – Haydar Ergülen |
Sayfa:42 |
Ahmet Erhan’la ilgili bir yazımda, onun Alacakaranliktaki Ülke (1981) başlıklı ilk kitabının, oradaki karamsarlığın, umutsuzluğun, ıssızlığın, terk edilmişlik duygusu ve boğuntunun ve buna benzer nice koyu sözcükle sıfatla anılacak türden bulanıklığın bir önsezi olarak ‘1980 Yüzyılı’nı işaret ettiğini söylemiştim. Dünyada sosyalist sistemin yıkılması, ‘sistem’ olarak yıkıldı ama, bir ‘düş’ olarak mevcudiyetini hâlâ koruyor ve sürdürüyor, Türkiye’de ise 12 Eylül’le birlikte faşizmin ve otoritenin kurumsallaşmasının bir 100 yıl kadar sürebilecek etkilerinden söz etmeye çalışmıştım. Alacakaranlıktaki Ülke de bu ‘1980 Yüzyılı’nın ilk işaret fişeklerinden birisidir. |
|
|
Şairin Seyir Defteri: Silivri Yılları – İhsan Tevfik |
Sayfa:46 |
Kendi tanımıyla; “Ölüm’den olma, Hayat’tan doğma” Ahmet Erhan, her şeye rağmen ‘Hayat’a tam inanmış bir insandı. “Ölüm’le sarmaş hayat’la dolaş” olmuştu ama “Mekânınız ‘hayat’ olsun!”du yine de son dileği. |
|
|
Ahmet Erhan’ın Şiiri Üzerine – Yaşar Miraç |
Sayfa:48 |
Ahmet Erhan şiirinde ölüm, hem yaşanan dönemin hem kendi kişisel duyarlılığının hem de genç yaşta okuduğu Kafka, Sartre, Nietzsche, Camus gibi düşünür ve yazarların biçimlendirdiği başlı başına üzünçlü ve umutsuz bir olaydır. Yaşamının kısalmasına da, hastalıklarına da bu ölüm olgusu doğrudan etki etmiştir. Şiirinde de çeşitli biçimleriyle sık sık rastlanan bir ana tema durumundadır. Ahmet Erhan şiirinde ölüm, başlı başına bir kitap boyutuyla incelenecek bir konudur. |
|
|
Ahmet Erhan: Yaşadığı Günlerin Tanığı – Refik Durbaş |
Sayfa:50 |
Ahmet Erhan’ın şiirinde dikkati çeken ilk şey, yoğun bir lirizm potansiyeli. Anlatımdan çok anlatmayı seviyor gibi. Gününden, yaşanandan uzak durmuyor şiiri. Acıları, kavgası, ölümle hayat arasında dolanan gençlik duyguları, yaşanan olağanüstü günlerin olağan olayları örüyor şiirinin kozasını. Ama bireyselliğin sarmalında yitip gitmiyor söylemek istedikleri. Oysa kendisiyle çok içli dışlı şiiri. Birey olarak kendini anlatmaktan geri kalmıyor. Acılı, yoksul bir ülkenin kefenlenen gençliğinin şiiri mi? |
|
|
Turgut Uyar Şiiri: Ruh Kelepçelerini Açan Tılsımlı Anahtar – İlyas Tunç |
Sayfa:52 |
Uyumsuz bireyin şiiridir Uyar şiiri. Kentsel yaşamın vapur düdükleriyle, mesai saatleriyle, mevsim sonu satışlarıyla, polisiyle, grevleriyle, patronlarıyla, banliyö trenleriyle, modasıyla, barlarıyla, yalanlarıyla, yalnızlıklarıyla kuşatılmış ya da sıkıştırılmış birey dar vakitler içinde bulur kendini. |
|
|
Metonimi ve Metafor Eğretileme Çeşitleri midir? – Nizamettin Uğur |
Sayfa:55 |
Biliyoruz ki Aristoteles’in “metafor” kavramı günümüzdeki “mecaz (trop)” karşılığıdır ve bu nedenle yalnız “benzerlikleri algılama kapasitesi” değil, “anlam aktarmasını içeren her tür ilişkiyi algılama kapasitesi” olarak tanımlanır. O. Cebeci’nin kitabının bir-iki yerinde de geçer bu. |
|
|
Bu Kent Unutacak Seni – Feridun Andaç |
Sayfa:63 |
Geçmiş bir zamandı, yolda söze durduğun kentin yerlisi dindar biri, “Gel seni hocaefendiye götüreyim, bu yazdığın sözü ondan dinledim,” diyerek seni alıp bir mescide götürmüştü. Orada geçirdiğin zamanda dinlediklerin, kendilerinden geçip dinleyiciler safında olanların duruşlarına bakıp gözledikleri ile dışarıdaki hayatın örtüşen/ayrışan yanları bu kentin, öteden beri, neden bu kadar dinle/milliyetçilikle sarmalandırıldığını anlatıyordu sana aslında. |
|
|
Şiddet Edebîleşince... – Erendiz Atasü |
Sayfa:66 |
Kadın olmanın çeşitli hallerinde karşılaşılan, yaşanan ve yaşatılan şiddete kadın edebiyatçıların yoğun biçimde değinmeleri ise daha da yenidir, belki son yirmi yirmi beş yılın olgusudur. Sebep, edebiyatın şiddet konusundaki çekingenliği olduğu kadar, kadınlık rolünün sınırlılıklarını tam olarak kıramayan kadın yazarın genel mahcubiyetidir. Ve elbette, iki sebebin de ardında yatan –söz konusu olan Türkiye toplumu ise– ülkenin feodal ilişkilerden arınamamış oluşu, toplumumuzda bu ilişkilerin özellikle de ahlaki yönünün şekil değiştirerek sürmesidir. |
|
|
31(Şiir) – Sadık Yaşar |
Sayfa:72 |
|
|
|
Doğumunun 100. Yılında Octavio Paz Lozano – Günay Güner |
Sayfa:73 |
“Öteki” denince Paz’ın Postmodernizm üzerine eleştirel yaklaşımı da vurgulanmalıdır. Modernizmin eleştirelliğine karşın Postmodernizm denilen durumun adlandırmadan başlayarak yanlışlıklar içerdiğini, eleştirelliğe engel yapıları beslediğini açıklıkla, yanı sıra yeni bir savla ortaya koyar: “Batı uygarlığı, zamansal hayal gücünde temel bir değişimi yaşıyor. Saatlerimizi yeniden ayarlamak zorundayız. Bugünkü koşullara ‘postmodern’ demek, yine de ‘modernlik’ kavramına atıf yapmak olur; yine doğrusal zaman tuzağına düşmek olur, oysa biz o söylemden tümüyle kopmuş durumdayız,” diye söyler kendisiyle yapılan bir söyleşide. |
|
|
Bilge Karasu: “Nereden de Andım Şimdi?” – Türkan Topçu |
Sayfa:78 |
Karasu anlatısının ana ekseni “aşırı tutku”dur. Bu metinlerde sevgi; en uç noktadan-tutkuya dönüşen noktadan- okurla buluşur. Sevgi –eşzamanlı olarak– anlatı karakterlerinde öfkeyi, kıskançlığı, umutsuzluğu, mutsuzluğu, ölümü çağrıştırır. Sevgisini tutkuyla yaşayan bu kişilerin dünyasında bütün bunlar aynı anda var olurlar. |
|
|
Ahmet Oktay’ın, “Radyomu İstiyorum” Şiirine Bir Bakış Denemesi – Hülya Deniz Ünal |
Sayfa:84 |
Şair daha once Yol Üstündeki Semender kitabında intihar etmiş şairleri yazmıştı. Onların dizeleriyle kendininkileri bir araya getirerek ölen şairleri konuşturmuştu. Dizelerle yeniden can vermişti o kitapta hepsine. İnsan hem melek hem iblistir bazen. Şair ikisini birden konuşturacaktır. Kendi de onların yerine söz alarak iki kişilikli bir ruh haliyle konuşacaktır ister istemez, sayıklayacaktır. İntihar etmiş şairler, kaybettiği arkadaşları yakınları birer hayalet olarak dolaşırlar şairin içinde. Doğal olarak bu durum dizelerine de yansıyacaktır, kaçınılmazdır. Ancak bu cesetlerin yakınları olduğunu cesetlerin menekşe kokmasından anlıyoruz. |
|
|
Özdemir Asaf’ın “Hidim”i – Tozan Alkan |
Sayfa:88 |
Özdemir Asaf, kitaplarında çeviri üzerine görüş belirtmemiş hiç. Ancak dil hakkındaki şu düşünceleri çevirmenliğine ışık tutabilir: “Ben kendimi zorlamayorum, konuşduğum gibi yazıyorum. Dilime ne gelirse kullanıyorum, tutmuş yeni sözcükleri de kullanıyorum. Ama ısınamadıklarımı kullanmayorum. Belki ileride ısındığım oranda tutmamışlarından da kullanacağım.” |
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:90 |
Oysa, gerçek şiir okurunun şairin yalnızca şiir yazmasından, şiir hakkında fikir beyan etmesinden, dergi çıkartmasından, yayınevi kurmasından, panellere katılmasından BIKTIĞINI düşündüm yıllarca; şairin daha aktif, yayılmacı ve çokyönlü olmasının, hatta hayatın her alanında, mesela maç izlerken, yahut kerhaneye girerken ya da pazarda elinde poşetle dolaşmasıyla görülmesinin sokaktaki insana iyi geleceğini savundum. |
|
|
Kökler (Şiir) – Ekrem Sezer |
Sayfa:90 |
|
|
|
İki Düş Arasında (Öykü) – Engin Nayır |
Sayfa:91 |
|
|
|
Şizofreni (Şiir) – Nisa Leyla |
Sayfa:92 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:93 |
|
|
|
Ayfer Tunç ile Söyleşi – Çiğdem Ülker |
Sayfa:93 |
Yaman bir toplum eleştirisi Ayfer Tunç’un dikkatle kullandığı bir metadille yapılmaktadır Dünya Ağrısı’nda. Şehirde bir altın madeni bulunduğuna bu denli içten inanmaları, kolay yoldan para kazanmaya yönlendirilen bir topluma, haksız kazancın ve hırsızın hoşgörüldüğü bir zamana işaret etmektedir. Roman, Mürşit’in kişisel dramıyla gelişir gibi görünürken arka planda, ülkenin üzerine kapatılan fanusun yarattığı iklim de ortaya konur. |
|
|
“Yüzbaşının Oğlu” / Nedim Gürsel – Hasan Akarsu |
Sayfa:95 |
Nedim Gürsel’in 1950-1960 yılları arasında İstanbul’da yaşananlardan ve günümüz Türkiyesi’nden kesitler sunan yeni romanı Yüzbaşının Oğlu’nda, anlatıcının ailesi önemli bir yer tutar. Babaanne Gülhayat Hoşgör, Balkan Savaşı yıllarında Bulgaristan-Tırnavo bölgesinden göç eder. Oğlu Hasan’ı asker okulunda okutarak paşa olmasını ister. Hasan Hoşgör, albaylıkta kalır ama; 27 Mayıs 1960 İhtilâli’nde Milli Birlik Komitesi’ndedir. Üç idamda onun da imzası vardır. |
|
|
Metin Cengiz ile Söyleşi – Anıl Cihan |
Sayfa:96 |
Bizim ülkemizde modern şiir algısı oldukça yanlış gelişti, uzun zamandır genel görüntü böyle. Yani dergilerde görünen, egemen gibi gözüken bu. Şiir bir tür imge gibi gözüken süslü dizeler yazma, anlaşılmaz metinler üretme, birbirinden kopuk dizelerle çatılan derme çatma söz kalıpları olarak görüldü. Yani laf yığını. |
|
|
“Rüyaların Yorumu” / Sigmund Freud – Nuriye Bilici |
Sayfa:98 |
Psikiyatri alanındakiler Freud’a gelinceye kadar uykuyu ve rüyayı tek bir konu olarak ele almak, bunun ötesinde psikopatolojiye giren benzer durumları, halüsinasyon gibi, hayal gibi rüya benzeri olguları da konuya dahil etmek gerektiğini düşünüyorlardı. Konuyu sınırlamaya inanan ve rüya yaşamıyla ilgili tek bir soruna odaklanan tek tük uzman vardı. |
|
|
Türkân Yeşilyurt ile Söyleşi – Özge Dikmen |
Sayfa:99 |
Sadece edebiyat/şiir değil; resim, müzik, sinema gibi sanatlar da Küçük Bir Ah’ın kaynakları arasında yer alıyor. Bir sinema sevdalısı olduğumu söyleyebilirim. |
|
|
Kemal Varol ile Söyleşi – Beyza Becerikli |
Sayfa:100 |
Bir kadından duyduğu iki cümle uğruna hayatını heder edebilecek erkeklerin dünyasını anlatmak daha etkileyici geliyor bana. |
|
|
“Bir Parmak Bal” / Ian McEwan – Kaan Egemen |
Sayfa:102 |
Ian McEwan, Bir Parmak Bal’la okuru, 1970’lerin İngilteresi’ne götürüp ülkenin gizli servisinin bir kültürel projesiyle buluşturuyor. Yazar aynı zamanda edebiyat-siyaset ilişkisine aşk ve casusluk temalarıyla bakıyor. |
|
|
“Düş Hırsızlarına Karşı” / Zehra İpşiroğlu – Gülsüm Cengiz |
Sayfa:103 |
Düş Hırsızlarına Karşı, kurgusal fantastik bir çocuk romanı. Bununla birlikte kendi içinde bir savı ve felsefesi var. Tıpkı yukardaki bölümde tanımladığımız gibi... Çocukların ve insanların düşlerini çalmak isteyen Gipolara, yani, insanların özgür biçimde düşünüp yaşamasını, kendisini gerçekleştirmesini engelleyen egemen ideolojiye karşı. |
|
|
İnan Çetin ile Söyleşi – Beyza Becerikli |
Sayfa:104 |
Uzun Bir Ömür İçin Uzun Bir Elbise aslında bir aşk hikayesi, ama bir dönemin siyasal atmosferi içine doğduğu için, politik bir yönü de var. |
|
|
“Minima Poetika” / Ersun Çıplak – Nilüfer Altunkaya |
Sayfa:105 |
Ersun Çıplak’ın 2008 yılından itibaren dergilerde yayımlanmış olan yazılarını bir araya getirdiği kitabına Minima Poetika adını vermesi hiç de tesadüf değildir. Çünkü yazılar içerik olarak şiirle doğrudan ilgili vesavunulan ilkeler de bir poetik tavır olarak bağlayıcıdır.
|
|
|
“Akla Çarpan” / Nihat Ateş – Cemile Çakır |
Sayfa:107 |
Akla Çarpan’da hep aranır olan toplumsal duyarlılık da var ama bunlar haykıran şiirler değil. Haykıran şiirlerde, kimileyin, ses gereğinden fazla yükseltildiğinde, sesin yüksekliği duyarlılığı öldürür; şair bu tehlikeyi görmüş. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:108 |
Yeni Zaman (Öteki 1998) diyordu Adnan Azar. Şimdi orda, başka bir zamanda. Orada zaman nasıl, bilmiyoruz ama sen aramızdan yeni ayrıldın. Orada da yenisin. Yeni bir zamanın eşiğindesin. Yeni olmayı iyi biliyordun şiirlerinde. “saatte / 180 km hızla” dönsen “dönse”n “geri” “kendin”den. Bu olanaksız. Genç ölümlü şairler korosunda sen de yerini aldın. “yani/ giden arkadaşların”ın sende “kalan/ sesleri/ gibi”. Senin de şiirlerin, fotoğrafların, mektupların ve sesin kaldı geride, bizde. Rüya gibi. Ama değil. Benim için yazdığın şiiri bir kez daha okuyorum: “sesim kırık/ dinleyemem artık/ herhangi/ bir/ caz şarkısı// şu birkaç gün/ yabancıyım bu kente// duvar yok/ kışayazmetro/ kayboldum/ gültekin gültekin/ senmisin orda mısın/ merhaba” Ben buradayım, sen neredesin? Berlin’de birkaç gün birlikte olduk. Gurbetimi hafiflettin. Sen de tanıdın gurbeti benimle. Sonra, içimizdeki gurbeti şiirlerimize nakışladık. Şimdi, sen, başka bir gurbettesin. Orada duvarlar, kara kışlar, siyasi baskılar, cinayetler... de yoktur. Ne var peki orada? Kimler var orada? |
|
|
Şimdi Haberler – Gülce Başer |
Sayfa:110 |
|
|
|
|
|
|
|
|