|
|
OCAK 2014
|
|
|
Çizgi-yorum – Semih Poroy |
Sayfa:3 |
|
|
|
Sunuş: Dur(ama)mak – Ömer Faruk |
Sayfa:4 |
Deleuze’ün “göçebe düşüncesi”nin incelendiği üçüncü ve son dosyamızın adı: Dur(ama)mak. Dosyamızda ilk yazıyı Ahmet Soysal kaleme aldı: “Duruş Üzerine”. Soysal yazısında “zamanın” ve “yaşamın” durması ile “karşı” ve “saygı” duruşu gibi kavramsallaştırmaları belirleyen etkenin, üzerinde durulan temel olduğunu belirtiyor. O temele göre duruş biçimlenecektir, duruş belirlenendir, diyor. Çok yerinde bir uyarıyla temel’e dikkat çekiyor.
İkinci yazı Nilgün Tutal’ın: “Kaygan Yüzeylerde Ayakta Kalabilenler”. Deleuze’ün pürtüklü ve çizgili mekân ayrımını akılda tutarak Tarkovski’nin İz Sürücü adlı filmi ile Haneke’nin Yedinci Kıta adlı filmini insanın mekânı kullanma ve konaklamasını varoluş açısından ele alıyor.
Üçüncü yazı Emre Sünter’in: “Durduğu Yerde Çürümeyen Şeyler”. Sünter bu kez yeni kavramsallaştırmalara girişiyor: Sürünme rejimi, yeşerme rejimi, donukluk rejimi gibi. Hayatımızın giderek bir portakal suyu ve tiramisudan alınan tada indirgendiğini, o hazzı edindikten sonra her şeyin eskisi gibi akıp gittiğini belirterek “yavaşlık stratejisi” ya da “sadelik estetiği” üzerine düşünmenin zamanı geldi, diyor.
Dördüncü yazı Aydın Çam’ın: “Bir Eylem Biçimi Olarak Durmak!” Çam, Gezi Direnişi’nde bir eylem biçimi olarak öne çıkan “durmak eylemi”nin analizini yapıyor. Direnişçilerin son derece “hareketli” bir geçmişten sonra “hareketsiz” bir duruşa geçebilmelerindeki yaratıcılığa ve eylemlilik özelliklerinin “ulusal sınıf hareketleri”ni aşan karakterine dikkat çekiyor ve ekliyor: Burjuvazi kadar bile olamayan burjuvaziden fazla olamaz!
Beşinci yazı Umur Bedir’e ait: “Oblomovluk Üzerine”. Bir klasik olan Oblomov’u hız ve çalışkanlık üzerinden yeniden okuyor. Oblomov’un dolandırıcı bürokratları, seri üretim mantığıyla kitap yazan yazarları, sürekli sergi, tiyatro ve operalara koşuşturan sanat tüketicilerini ve yaşadığı aşklar yüzünden başını kaşıyacak vakti kalmayanları uzandığı kanapeden seyrettiğine dikkat çekiyor: “Tüm bu özellikleriyle Oblomovluk, Deleuze’ün Göçebe Düşünce kavramına benzer. Hiyerarşiler, tasnifler ve katmanlar üreten yerleşik anlam kalıplarına ve eylem tarzlarına muhalefet eder, sürekli farklı suretlere bürünerek içerisi ve dışarısı arasındaki ayrımı bulanıklaştırır. Ancak onunkisi ‘hareket etmeyen bir göçebeliktir.’ Çekip gitmeyi ve eylemeyi basitçe reddettiği için göçebedir.”
Son yazı ise bu satırların yazarına ait: “Yönetilen Kalp!” Bu kez okuyanı imtihana çağıran Çingeneler ve yaşamları… Medeniyete neredeyse tarihin başından beri kafa tutmuş; Deleuze ile Guattari’nin çöl, deniz, buzul gibi modernlik projesine direnen mekânlarında sürekli ‘hareketli hareketsizlik’ halinde yaşayan insanlar…
Dosyanın ilk görsel ürünü Cenk Ersavcı’ya ait, Aralık sayısında olduğu gibi yine yaratıcı bir fotoğraf yorumuyla dosyaya katıldı. – Eşi Elif Ersavcı’nın katkılarıyla. İkinci ürün grafik lezzeti yüksek bir yorumla Murat Celep’e ait. Son desen ise Alp Tamer Ulukılıç’ın, Çingeneleri zekice yorumlayarak dosyaya katıldı.
Son olarak şunları diyebiliriz: “Göçebe Düşünce özünde geleneksel felsefedeki ‘doğruluk’, ‘aşkınlık’ ve ‘tanrısallık’a karşı çıkmayı, ortak görülerle ters düşmeyi, genel geçer kabulleri çiğnemeyi gözeten bir düşünme imkânıdır: ‘Düşünce, düşünmeye zorlayan ve düşünceye bir şiddet uygulayan bir şey olmadan bir hiçtir. Düşünceden daha da önemli olan ‘düşünmeye iten’ şeydir; filozoftan daha önemli olan şairdir.’ Düşünmek yorumlamak, açıklamak, geliştirmek ve itiraz etmektir. Yaratma, düşüncenin kendisinden kendisini doğurmasıdır. Dikte edilene razı olmamak, ‘deniz dibini’ merak etmekten vazgeçmemektir. Tasarlayabilen bir canlı türü olarak kendi varlığını idrak etmektir! Düşünmek eylemdir! Karşı saldırıdır! Entelektüel şiddettir! Kopmak, akmak, imha etmek ve yeniden yapmak için tıpkı bir gerilla gibi davranmayı, yaşamayı seçmek ve becermeyi denemektir!”
|
|
|
Fotoğraf – Cem Ersavcı |
Sayfa:8 |
|
|
|
Duruş Üzerine – Ahmet Soysal |
Sayfa:9 |
Felsefede devinimi red eden Elea okulu, Varlık’ı devinimsiz olarak tanımlarken, onu duruş olarak açıklamış olmaktadır. Bilindiği gibi, Varlık’ın bu tanımının karşısına geleneksel olarak Herakleitos’un Oluş(ma) öğretisi konulmaktadır. Oluş(ma) devinimi, karşıtların savaşından meydana gelmiştir. Oysa, karşıtlardan biri etkin olunca diğerini durdurmuş, kesintiye uğratmış olmaktadır. |
|
|
Kaygan Yüzeylerde Ayakta Kalabilenler – Nilgün Tutal |
Sayfa:13 |
Yakarışların dile geliş biçimini de dikkate alarak Tarkovski’nin İz Sürücü ve Haneke’nin Yedinci Kıta filmlerinde pürüzsüz/çizgili ve göçebe/yerleşik ayrımlarına göre oluşmuş mekânı kullanılış ve mekânda oluş tarzlarımızla arzularımızın ve umutlarımızın yitişinin iki farklı ama benzer de olan hikâyesinin peşine takılabiliriz. Gilles Deleuze’ün pürüzsüz/çizgili mekân ayrımı sadece mekâna dair bir ayrım değildir. İnsanın mekânı kullanmasına, mekânda konaklamasına ve varoluş tarzına da içkindir. |
|
|
Çizgi Desen – Murat Celep |
Sayfa:18 |
|
|
|
Durduğu Yerde Çürümeyen Şeyler – Emre Sünter |
Sayfa:19 |
Neredeyse son yüz yıldır teknolojik gelişmelerle gittikçe hızlanan günlük hayata rağmen aslında insan da son derece yavaş bir varlıktır. Hız arttıkça, öğelerin çok yavaş hareket ediyormuş, hatta neredeyse duruyormuş gibi gözüktükleri bir düzey oluşur. Godfrey Reggio’nun çektiği Koyaanisqatsi filmi buna iyi bir örnek teşkil eder. Filmde hareket öyle bir düzeye varır ki, bir süre sonra hiçbir şey hareket etmiyormuş gibi gelir ve aynı şeyleri izliyormuş duygusuna kapılırız. Halbuki tek bir sekans devam ederken, sürekli yeni görüntüler ekleniyordur. Bu, göz yanılsamasından fazla bir şeydir. |
|
|
Bir Eylem Biçimi Olarak Durmak! – Aydın Çam |
Sayfa:24 |
Duran Adam’ın kayıtsızlığı, karşısındaki eylemi ve eylemcileri kısa sürede anlamsızlaştırdı. Bu karşılaşma, Gezi Parkı Direnişi’nin başından beri görülen olağanüstülük hali ile birleştiğinde iki bin beş yüz yıl önce gerçekleşen bir karşılaşmayı ve kayıtsızlığın gücünü yeniden hatırlatıyor bize. |
|
|
Oblomovluk Üzerine – Umur Bedir |
Sayfa:28 |
Althusser bireyin ideoloji dolayımıyla özne haline geliş sürecinin ilk aşamasını özne olarak “çağırılmak” diye tanımlar, diğer aşamalarda özne tabiiyet altına alınır ve toplumsal ilişkilerde, hatta kendiyle ilişkisinde dahi kendini özne olarak konumlar. Ancak sıra son aşamaya, yani özne olarak eylemde bulunmaya geldiğinde Oblomov kaytarmak için bahane arar.5 Kendi içinde henüz geliştirilmeden, değerlendirilmeden çürüyüp kalmış gizli bir potansiyelin var olduğuna inanır Oblomov. Gonçarov bu hali, “sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğine açılıp harcanmaktan alıkoyuyordu” diye açıklar. |
|
|
Çizgi Desen – Alp Tamer Ulukılıç |
Sayfa:32 |
|
|
|
Yönetilen Kalp (I) – Ömer Faruk |
Sayfa:33 |
Çöl, bozkır ya da buzullarda sınır yoktur; sınırsızlık kişiye yeni bir dinamizm katar, bu dinamizmle her düşünce deney üzerinden yeniden ve yeniden kurulur; bu arada kişi bedenine dokunur, kalbini fark eder. |
|
|
“Romantizm Okulu”: Heinrich Heine’den Bir Çeviri – Mehmet Rifat |
Sayfa:50 |
Bakış Açısı, ilgili okurların yakından bildiği gibi, genç araştırmacıların yazı ve/ya da çevirilerine de yer vermek üzere yola çıkmıştı. Bu amaca bağlı kalarak bu sayıda Bilgi Üniversitesi’nde felsefe dersleri veren öğretim görevlisi ve çevirmen Dr. Ömer B. Albayrak’ın Alman şairi Heinrich Heine’nin (1797-1856) Die romantische Schule (Romantizm Okulu) adlı yapıtının girişinden gerçekleştirdiği çeviriden “tadımlık” kesitler sunuyoruz. |
|
|
Mavi Boyalı Pencerenin Altında (Öykü) – Hasan Özkılıç |
Sayfa:62 |
|
|
|
Saksı Jpg. (Şiir) – Oğuzhan Akay |
Sayfa:64 |
|
|
|
Dün ve Ferda Dünden Yarına ‘Zaman İnsanı Değiştirirken’ – Dilek Direnç |
Sayfa:65 |
Dolayısıyla Dün ve Ferda’nın en temel meselesi, roman adının da vurguladığı gibi, dünden yarına zaman ve zamanın hem fiziksel hem de düşünsel olarak değiştirdiği sonlu bir varlık olarak insandır. |
|
|
Şükrü Erbaş’ın Şiiri: Apaçık Şiir – Haydar Ergülen |
Sayfa:69 |
Şükrü Erbaş şiirini okuduktan sonra artık kedersiz olmuyor, olunmuyor, kalınmıyor! Ve neredeyse kederin o kekre tadı, dozunda, tadında ve kıvamında bir kedere dönüştürerek şiiri, kederin de bir sevinci olabileceğini, en azından eksikliğinin duyulmaması gereken bir şey olduğunu gösteriyor. |
|
|
Dergiler, Kediler ve ‘Roman Bizi Bozar’ Meselesi – İbrahim Yıldırım |
Sayfa:74 |
Kuşkusuz, edebiyatımız 1960’tan sonra ağırlıklı olarak solcuların ürünleriyle ivme kazandı, ama Sezai Karakoç, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Mustafa Kutlu gibi isimler de unutulmamalı. Günümüzde solun dışındakiler, yeni edebiyata yine omuz veriyorlar. Üstelik her türlü hizipten –İslamcı, muhafazakâr, liberal– çok (ama çok) dergileri var. Bu gidişat Türkçe şiir, öykü ve romana zaman içinde mutlaka taze kanlar sağlayacaktır. Buna rağmen, geleceğe ilişkin bazı kaygılarım var. Çünkü edebiyatın solun dışındaki cenahının, önümüzdeki dönemde kendinden olmayanı daha çok dışlamasından, yeniden kendi içine kapanmasından korkuyorum. |
|
|
Şiirler – Alper Beşe |
Sayfa:77 |
|
|
|
“Nidâ” Kitabını Okuma Denemesi - 1 – Nizamettin Uğur |
Sayfa:78 |
Ahmet Telli, seçtiği dil tutumuyla tarihin derinliklerinden günümüze git-gellerle kuruyor anlam evrenini. Feodaliteyi, hatta daha eskiler dünyasını modernlikle iç içe geçirerek, kaynaştırarak anlam üretmeye, anlam dünyasını var etmeye çalışıyor. Gelecek ise onda bulutsu; çok dolaylı, çok fazla “idea” özelliği taşıyor. |
|
|
“İsyankâr Bir Cinsel-Devrimci”: Leylâ Erbil’in Ardından – Tamer Kütükçü |
Sayfa:84 |
Leylâ Erbil anlatılarının anlatıcıları, yalnız söylemleriyle değil, tematik tercihleriyle de isyankâr bir tutum sergilerler. Sözgelimi Erbil’in pek çok anlatıcısı, metinlerde kadın bedeni ve cinselliğini denetim altında tutan anne figürüne karşı asidirler.18 Aynı anlatıcılar, kadın cinselliği üzerinde etkili bir denetim ortaya koyan “ahlak”, “vefa”, “özveri” gibi kimi kavramları da sorgularlar. |
|
|
Telve (Şiir) – Mehmet Mümtaz Tuzcu |
Sayfa:87 |
|
|
|
Daire Yoktur (Öykü) – M. Özgür Mutlu |
Sayfa:88 |
|
|
|
Sen Uyurdun Uykularımı Gasp Ederek (Şiir) – Tunç Kurt |
Sayfa:91 |
|
|
|
Yeni Şiirler Arasında – küçük İskender |
Sayfa:92 |
Sıkıntı şuradan kaynaklanıyor kanımca: Dil ile tekniği birbirine karıştırmak. Genç şair adayı büyük olasılık şiirinde bir dil sorunu yaşıyor ve imgeye yaslanarak şiirini kurtarmaya çalışıyor. Yani tekniği öne çekerek dil üzerindeki zayıf hâkimiyetini perdeliyor. |
|
|
Yeni Öyküler Arasında – Nalan Barbarosoğlu |
Sayfa:93 |
Şimdi sözüm siz Varlık okurlarına ve ürünlerini derginin sayfalarında görmek isteyenlere... Yazdığınız ürünleri (öyküleri) lütfen çeşitli zaman aralıklarıyla birkaç kez, mümkün olduğu kadar, yapabildiğiniz kadar bir başkasının öyküsü gibi okuyun, ürünün (öykünün) kâğıt üstünde de kafanızda durduğu gibi durup durmadığına iyi bakın. |
|
|
Hikâyesi... (Şiir) – Murat Özdemir |
Sayfa:94 |
|
|
|
Arada (Şiir) – Öztekin Düzgün |
Sayfa:96 |
|
|
|
Pencik (Şiir) – Özenç Esen |
Sayfa:97 |
|
|
|
Karasinek (Öykü) – Nurdan Atay |
Sayfa:98 |
|
|
|
Masada (Şiir) – Emel Kaya |
Sayfa:99 |
|
|
|
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:100 |
Hep söylerim: Bazı toprak parçaları vardır ki, yazarlarını buldukları için edebiyata mal olmuş, edebiyat tarihine geçmişlerdir. Oraları artık o yazarların anlatımından uzak düşünemezsiniz. Yaşar Kemal deyince Çukurova, Çukurova deyince Yaşar Kemal gelir aklınıza. |
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:103 |
|
|
|
Ali Ural ile Söyleşi – İnci Eren |
Sayfa:103 |
Şiir elde edilemeyen bir kadın, evet, kaçtıkça güzelleşiyor. Kendisi değil kaçması şiir. |
|
|
Yalçın Tosun ile Söyleşi – Emel Polat |
Sayfa:105 |
Kokuların hafızayı tetikleyici etkisi bende her zaman hayranlık uyandırmıştır. Proust’tan Robbins’e kokuyu çok güzel anlatan yazarlar olmuştur. Benim öykülerimde kokular hep hafıza dehlizlerini uyaran bir etkiye sahip. Ağırlığını bilemesem de, hep var olacaklar bu yüzden. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:106 |
Dikişli sözcükleri yeğler şair. “sürgün bir yaprak”. Aslı suretine benzer. Mührü aslıdır. Şiirindeki “ses söze elbise”dir. Görmeyenlere göz, duymayanlara kulak, dilsizlere dildir şiiri. Çorak toprağa dikilen fidandır dizeleri. Yaprakları kırpık fidandır. İnsan kırılgan, şiir yapışkandır. Kabuğu çatlatmadan deşilen yaradır şiir. Mehmet Can Doğan, Üvey İkiz’de (YKY 2013) dilini serin dip rüzgârlarda sınıyor. Kaynağını bulmuş yeraltı suyu; gözenin gözde yolcusu. |
|
|
“Mavi Harfler Atölyesi” / Hülya Soyşekerci – Çiğdem Ülker |
Sayfa:107 |
Edebiyat eserlerine kültürel birikiminin, iyi bir okur hassasiyetinin ve edebiyat eleştirmeni gözlüğünün olanaklarıyla bakan Hülya Soyşekerci’nin değerlendirmelerini topladığı son kitabı, Mavi Harfler Atölyesi. |
|
|
“Hannah Arendt’te ‘Radikal Kötülük’ Problemi” / Berrak Coşkun – Tolga Aras |
Sayfa:109 |
Hannah Arendt, yirminci yüzyılda totalitarizm ve kötülüğün ulaştığı boyutu en iyi çözümleyen isimlerden. Berrak Coşkun, Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi adlı çalışmasında bu çözümlemelere değinip insanın sorumluluğu ve kötülüğün egemenliği arasındaki bağı ve gerilimi inceliyor. |
|
|
“Vatanı Sattık Bir Pula / Namık Kemal’in Romanı” / Hıfzı Topuz – Hasan Akarsu |
Sayfa:110 |
Yazar Hıfzı Topuz, Vatanı Sattık Bir Pula adlı romanında, Namık Kemal’in yaşamöyküsünü anlatıyor. Böylece “Vatan Şairi” Namık Kemal’i tüm yönleriyle tanıma olanağını buluyoruz. |
|
|
|
|
|
|
|