|
|
KASIM 2011
|
|
|
Çizgi-yorum Semih Poroy |
Sayfa:2 |
|
|
|
Gelecek Düşü, Ütopya ve Edebiyat – Tahir Abacı |
Sayfa:3 |
Ütopya genellikle bağımsız / özgün bir tür olarak kabul edilmez, felsefe, edebiyat, popüler kültür, tarih, hatta coğrafya (hayali ülkeler, şehirler, adalar) ile ilişkilendirilir. Oysa, neredeyse bir tür gibidir; teorisyenleri, ilkeleri, iç dünyalarda işleyip duran, etkileyen bilinir metinleri vardır. |
|
|
Türk Edebiyatında Ütopya Geleneği – Firdevs Cambaz |
Sayfa:9 |
Ütopyaların önemli değişkenlerinden biri olarak kadının ele alınış biçimi oldukça önemlidir ve çoğunlukla ütopyanın diğer değişkenleri gibi daha çok iktidarın genel dünya görüşünün bir yansımasını oluşturur. Platon’un Devlet’inden beri kadınların toplumsal konumu kadın-erkek ilişkileri ve aile ütopya için vazgeçilmez tartışma konularındandır. |
|
|
1980 Sonrası Ütopik Türk Romanında Mekân Algısı – Cafer Gariper - Yasemin Küçükcoşkun |
Sayfa:17 |
Ütopyalar, mutlu yaşama arayışının ürünüdür. Üzerinde yaşanılan ülke yahut yer olumsuz bir görünüm taşıdığı için daha iyi ve güzel yaşamanın mümkün olabileceği bir mekân arayışı sonucunda ortaya çıkarlar. Bu çerçevede ütopya, ortaya çıktığı ülkenin sosyal, siyasi, idari ve ekonomik düzenine, kısaca içinde bulunduğu şartlara alternatif bir mekân ve yaşama alanı sunar. |
|
|
“Protest ve “Muhalif ” Müziğin Saramadığı Beden: Ütopya – Mehmet Akif Ertaş |
Sayfa:25 |
Muhalefetin yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini yaşayan Türkiye için hâlâ; bir kültür birikiminin ürünü olamaması, bir vitrin ve dolaşım nesnesi olarak görülmesi, sadece ve illaki kendisine “muhalif” diyen partilerden bu yaşam tarzının ezber edilmesi, adına “protest” ve “muhalif” denilen müziğin üzerine yavaş yavaş ölü toprağı örtmektedir. Bu toprak bu müziği gömerken, zaten zorlukla yaşatılan “ütopya” fikri de miadının çoktan dolduğunu öncelikle, hâlâ “protest” ve “muhalif” bir yaşantı sürerek bu müziği yaptığını iddia edenlere ses tellerini kopartırcasına haykırmaktadır. |
|
|
“Eski Porno Yıldızıyım...” – Hasan Bülent Kahraman |
Sayfa:27 |
Türkiye’de aydınlar bir yana, onların başlıca görevi, bilhassa edebiyatçılar bir süre sonra işi gücü bırakıp politikayla uğraşıyor. Tarık Buğra’dan, Attilâ İlhan’a kadar herkes geldi politikaya dayandı. Bu insanların romanlarının, şiirlerinin politik olmasına, siyasal bir edebiyatla haşır neşir olmalarına ben mi laf edeceğim? Bana göre her şey siyasaldır. Sorun siyasal olanın edebiyatla ilişkisinin, dengesinin bozulmasıdır. Edebiyat siyasete kurban edildi, her defasında, herkes tarafından. Attilâ İlhan edebiyatçılığını unutturup, öldürüp öldü. Diğerleri de aynı yolun yolcusu. Haydi, edebiyat damarları kuruduktan sonra bu işe başlasalar gene içim yanmayacak, ne gezer, neredeyse edebiyatlarını tüketmek için siyasete giriyorlar. Bu kadar şaşırtıcı durum azdır. |
|
|
Kültür Gündemi: Cengiz Dağcı |
Sayfa:38 |
|
|
|
Cengiz Dağcı Söylüyor – Cengiz Dağcı |
Sayfa:38 |
On dokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın başlarında Kırım halkının büyük kitleler halinde Balkanlara ve Türkiye’ye göçleri, bu göçlerin geride kalmış insanların sosyal, kültürel ve ruhi yaşamlarına silinmez izler bıraktığını da dikkate almak gerekir. İzin veriniz bu soru üzerine fazla durmayalım çünkü konumuz edebiyat. Yalnız şunu söyleyebilirim: benim Onlar da İnsandı romanımda fazlalıklar, pürüzlü yerler, silik ve zayıf yazılmış parçalar vardır; ama –dili de dahil– yapmacıklık yoktur. Buna inanmanızı rica ederim. Ben bu romanın kişileri arasında doğup büyüdüm. |
|
|
Sonsuz Göçmen: Cengiz Dağcı – Feridun Andaç |
Sayfa:42 |
Kuşkusuz bir başka olgu da; Dağcı’nın Kırımlı bir yazar olarak Türkiye Türkçesiyle yazmış olmasıdır. Bildiğim kadarıyla da Türkiye’ye hiç yolu düşmemiştir, yayımlanan kitapları dışında. 1946’daki gelme isteği geri çevrilince, bir daha başvurmamıştır…Son bir kez davet aldığındaysa, yolculuğa elvermeyen sağlığı onu Türkiye’yle buluşturmaya engeldir. |
|
|
‘Fay Kırığı’ Üçlemesi: “Emine” – Çiğdem Ülker |
Sayfa:47 |
Üçlemenin ilk kitabı Mehmet’in son sayfasında, din kavramına hiç de yakın durmayan Mehmet’le muhafazakâr ve türbanlı Emine’yi nikâh kapısının önünde bırakan Mehmet Eroğlu, bu kez onları evliliğin içinde, aynı çatının altında buluşturur. İnsanoğlunun icat ettiği en yakın ilişki biçimi olan evlilik, bu çiftin evinde farklı merhalelerden geçerken okur, bir aşk öyküsünün peşine takılır gider ama kitap farklı düzeydeki okumalara da kapı aralar. Fay Kırığı Üçlemesi’nin1 ikinci kitabı Emine’de, Mehmet Eroğlu, güncelin içinden bir temayla yine toplumsala ayna tutar bu ikilinin üzerinden, yine –eski bir romanının adıyla söylersek– Zamanın Manzarası’na bakar. |
|
|
Benjamin’in Proust’u ve Ricoeur’e Göre Yapısal İnceleme – Mehmet Rifat |
Sayfa:50 |
“Bakış Açısı” bu sayıdaki sütunlarını “Eleştiri Defteri”ndeki iki nota ayırıyor. “Eleştiri Defteri”nden 21. ve 22. notları Nisan 2011’de vermiştik. Gözlemlerimizi şimdi 23. ve 24. notlarla sürdürüyoruz: Birinci notta WalterBenjamin’in Proust tutkusunu dile getirirken, ikinci notta da yapısal çözümleme ile dünya görüşü olarak yapısalcılık karşıtlığını yıllardır birbirinden ayırt edememe gibi temelsiz bir alışkanlığı edinmiş olanlara değil de bilinçli okurlara Paul Ricoeur’ün yaklaşımıyla sunuyoruz. |
|
|
1940 Kovgunları: Hasan İzzettin Dinamo (Şiir) – Yılmaz Gruda |
Sayfa:52 |
|
|
|
İki Kösteğin Bir Gıcır Ettiği Zamanlar (Öykü) – Can Özoğuz |
Sayfa:54 |
|
|
|
Parmaksız Eldiven (Şiir) – Hüseyin Peker |
Sayfa:56 |
|
|
|
Şair Ruhlu Bir Ağa: Oblomov – Erendiz Atasü |
Sayfa:58 |
Oblomov’un şairane bir ruhu vardır, kimi okurun Oblomov’la özdeşlik kurma alanını genişleten de işte budur... Onun iç dünyasını dile getirişine kulak veren yakın arkadaşı Scholtz, "İlya sen tam bir şairsin,” der (s. 207) Ama, Oblomov şair değildir; çünkü ne duygulara, ne sözcüklere emek vermek elinden gelir. Emeğin önemi ve emeğe verilen değer, Gonçarov’un romanının anafikridir. Üretken olmamanın ruhu nasıl çürüttüğünün destanıdır Oblomov adlı bu yapıt. |
|
|
Edebiyat Ortamları – Mustafa Şerif Onaran |
Sayfa:62 |
En ünlü yerlerden biri de Posta Caddesi’ndeki “Kürdün Meyhanesi”ydi. En çok “Kırk Kuşağı Toplumcuları”nın uğrak yeriydi. Onlar kendi dünyalarına daladursun, yandaki masada 2 sivil polis notlar tutardı. Ama onlar bunu bilir de aldırmaz, garsonu çağırıp, “Şu masadaki beylere bizden birer rakı gönder,” derlerdi. |
|
|
Okurken -1 – Sabit Kemal Bayıldıran |
Sayfa:66 |
Her milliyetçilik gibi Türk milliyetçiliği de kendine bir geçmiş yaratmanın peşine düştü. Orta Asya, çadır hayatı, kımız… romantize edildi. Kişi adları da artık millileşmeliydi. Bu konuda –o günlerde radyo, televizyon olmadığı için– şairlere büyük iş düşüyordu. |
|
|
Şiirler – İlyas Tunç |
Sayfa:72 |
|
|
|
Canım Kardeşim Seyhan! – Haydar Ergülen |
Sayfa:74 |
“Şiir Atı’na binip gitti” diye başlıklar da atıldı seninle ilgili yazılara. Biz Şiir Atı’nı son seferde binip gidelim diye çıkarmamıştık ortaya ama, artık vefa mı diyelim, sen ona çok emek verdiğin için mi diyelim, öyle mitolojik bir şey de oldu işte. Şimdi gözümün önünde beliriyor. Kanatlı ata binip de uçmuyorsun, evet sonsuzluğa göçüyorsun ama, bir tahta atla, yani bizim evde de var bir tane, Nar’ın atı, öyle bir atla işte sallanıp duruyorsun, eh zaten sana da öyle süvariler gibi binip göğe yükselmek filan yakışmazdı. |
|
|
Kudüs’te Şarkı Söylemek (Şiir) – Betül Dünder |
Sayfa:78 |
|
|
|
Açık Bir İntihal Örneği – Aydın Afacan |
Sayfa:80 |
Edebiyat ortamında olduğu gibi akademik ortamlarda da zaman zaman “intihal” tartışmaları çıkar. Tartışmaların kiminde durum “karışık” göründüğü için her taraf kendince haklı görünür; kiminde durum “kusurlu iktibas” ile kurtarılır! Kiminde “gereksiz” bir abartma olur; kiminde “yavuz hırsız ev sahibini bastırır”… Prof. Dr. Fuzuli Bayat’ın Mitolojiye Giriş adlı kitabında benim: Cumhuriyet Dönemi Şiirinde Yunan ve Latin Mitologyası alt başlıklı Şiir ve Mitologya adlı kitabımdan doğrudan intihal niteliğinde aktarmalar bulunmaktadır. |
|
|
Not Defteri – Hüseyin Yurttaş |
Sayfa:85 |
Önce, Cumhuriyet’teki köşesinde Zeynep Oral yazdı (8.9.2011). Artan şiddet olayları, ardı ardına verilen şehitler nedeniyle –bilhassa Ege’de– belediyeler tarafından düzenlenen festivaller teker teker iptal edildi. Zeynep Oral, o yazısında, Dikili, Aliağa ve Foça Belediyelerince, Bekir Coşkun ve Can Ataklı’yla kendisinin katılacağı medya konulu panelden Dostlar Tiyatrosu’nun oyunlarına, edebiyat sohbetlerine ve tartışmalara kadar birçok programın iptal edilmesine “‘Terör’ ya da ‘şehitler” diye ‘gerekçe’ gösterilmesi beni hiç ama hiç ikna etmiyor,” diye karşı çıkıyordu. |
|
|
Huylanan Bir Sözcük Yarasıyım Ahmak Şiirden (Şiir) – Ece Ürkmez |
Sayfa:87 |
|
|
|
Nobel Şaire Yakıştı – Tozan Alkan |
Sayfa:91 |
Tomas Transtömer çok yazan bir şair değil. Bir düzine kadar şiir kitabı yazdı. İngiltere’de yayımlanan İngilizce seçmeleri bile şiir kitaplarının sayısından fazla. Ama çok ödüllü bir şair. Kitaplarının sayısından fazla ödülü var. Türkiyeli okur Tranströmer’i ilk kez 1994 yılında Cevat Çapan’ın çevirdiği ‘Ateş Karalamaları’ (Çeviren: Cevat Çapan, İyi Şeyler Yayıncılık, 1994) ki¬tabıyla tanımıştı. |
|
|
Yeni İmzalar – Enver Ercan |
Sayfa:92 |
Eğer kitap çok ünlü, medyada adından sık söz edilen birinin kaleminden çıkmamışsa, kitapçılarda bulmak bir hayli zor. Çoksatar olmayıp bulabildikleriniz ise ora¬da çalışan kitap tedarikçisi kişilerin edebiyata olan ilgilerine ve insafına kalıyor. Söz konusu şiir kitabıysa onların da hükmü olmuyor pek. Bunu çok çeşitli nedenleri var: Önce şunu belirteyim; en son bilgilere göre yılda 35 bin dolayında kitap yayımlanıyor Türkiye’de. Sadece bu yeni basılan kitapları teşhir edebilecek kitapçı sayısıysa birkaçı geçmez. |
|
|
Yitik Kalenderizm (Şiir) – Sezen Çiğdem |
Sayfa:93 |
|
|
|
Beşinci Düğme (Öykü) – Naime Erkovan |
Sayfa:94 |
|
|
|
İskarpela ve Tahta Kurdu (Şiir) – Edip Sezai |
Sayfa:95 |
|
|
|
Limanda Ölü Yelken (Şiir) – Ertan Alp |
Sayfa:96 |
|
|
|
Şiirler – Tomas Tranströmer |
Sayfa:96 |
|
|
|
Üç Şey (Şiir) – Mustafa Ünver |
Sayfa:97 |
|
|
|
Varlık Kitaplığı |
Sayfa:98 |
|
|
|
Ekrem Demirli ile Söyleşi – İdil Önemli |
Sayfa:98 |
Dante’ye baktığımızda çok somut bir siyah-beyaz ayrımı görüyoruz. Bu Batı düşüncesinde ve Batılı insanın öteki algısında hâlâ devam ediyor. Halbuki İbn Arbi iyi ve kötü kavramını öyle temelden değiştiriyor ki bu iki mevhumu birbirinden zıt olmaktan çıkarıyor. Artık o noktada, iyide kötüyü bulabiliyoruz ama daha çok kötünün içinde hep iyiyi bulabiliyoruz. Çünkü asıl olan kavram, iyilik kavramı… |
|
|
Hayriye Ünal ile Söyleşi – Gökhan Arslan |
Sayfa:102 |
Yeni olmayı değil sadece, edebiyatı da yıkıcılıkla bir tutuyorum. Bu doğrultuda bugün kendisini sevdiğimiz her şairin, şiirde başardığı bazı şeylerden söz ediyoruz demektir. İyi diyerek var ettiğimiz bir şiir bir şeyi yıkmıştır. Ben alelade bir başkaldırı tutumunu, birkaç reddiye yazısını kastetmiyorum. |
|
|
Gülten Akın: Giz’deki Kadın – Aysun Bayraktar |
Sayfa:104 |
Aydınlığım Deliyim Rüzgârlıyım da bir Gülten Akın yolculuğu aslında. Onun kişisel tarihine şahit oluyor okur. Yazar, Gülten Akın’ın her söyleşisinde bir “giz”den bahsettiğini vurguluyor. Bu kitabı hazırlarken de şiirinin gizini açığa çıkarmaz. Kendisi de bir şair olan Zeynep Uzunbay onu sezdirmeyi seçiyor bu incelemede. |
|
|
Mann’vari Bir Hint Efsanesi – Banu Özyürek |
Sayfa:105 |
Thomas Mann, mütemadiyen uğraştığı ikiliklerin de yansıması olacak; çok sade ve bu sebeple alabildiğine görkemli, çok mesafeli ve bir bakıma da bu sebeple karşı konulmaz derecede çekicidir. Onun edebî metinleri, kavramlar ve duyumlar üzerine düşünen-konuşan-huzursuzlanan felsefi metinlerdir aynı zamanda. |
|
|
Hayata Resim Altı – Nesrin İnankul |
Sayfa:106 |
Kitaptaki şiirler bir defa okunup, tüketilecek şiirler olmamasına rağmen, şairin dili her zaman olduğu gibi yine sade, anlaşılır, akıcı. Veysel Çolak’a bizi yeni şiirleriyle Hayata Resim Altı’nda buluşturduğu için teşekkür ediyorum. |
|
|
Türk Edebiyatında Öykü Bahçesi – Süveyda Sezgin |
Sayfa:107 |
Bu güzel kitap, yukarda da söz ettiğim gibi, lise öğrencileri için okuma saati düşüncesiyle yayınlanmış bir kitap. Ama aslında her yaşa hitap eden özel bir öykü seçkisi olmuş. Kitapta yer alan her öykünün sonunda öykü yazarı hakkında verilen kısa bir bilgiyle birlikte, bahsi geçen yazarın bir de kitabı önerilmiş lise öğrencilerine. |
|
|
Haşim Hüsrevşahi ile Söyleşi – Deniz Yalvaç |
Sayfa:108 |
Başka bir yerde söylediğim gibi, ben Türkçeyle rahatım. Ne de olsa 1967’den beri bu dille haşir neşirim! Türkçe yazmamın başka bir nedeni de onun yayılma coğrafyasıdır. Yani siz Farsça yazarsanız daha dar bir nüfusun dilini kullanmış olursunuz ve başka dillere çevrilme şansınız daha düşüktür. Aynı zamanda Türkçe dil olarak daha zengin olanaklara sahiptir, yazarın eli daha açık daha güçlüdür diye düşünüyorum. |
|
|
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre |
Sayfa:110 |
Kıbrıslı şairlerin şiirlerinde farklı bir tat demeyeyim de değişik bir hava vardır şiveleri gibi: Yerel renklerin, yaşam biçimlerinin yanında çektikleri acılar, bölünmüşlük, adalı olma, Akdeniz kültürü ve paramparça tarihlerinin izi de apaçık görülür onların şiirlerinde. Su(s) Öldü’de (2008) Fatma Akilhoca, “Yurt Yanığı” şiirlerinde köpüklenişini dile getiriyor Akdeniz’e bakıp. “sandalyesini alıp oturur/ karşımda/ her savaşta/ şehit babam” (Şehit Babam). Savaşın acıları, izleri nasıl unutulur? |
|
|
|
|
|
|
|