Varlık Yayınevi
 
   
 
 
   
Anasayfa Tarihçe Varlık Dergisi Kitaplar İletişim Yardım
Yaşar Nabi Nayır
Varlık Ne İçin Çıkıyor
Varlık İçin Ne Dediler
Künye
Varlık'ta Bu ay
Varlık Dergisi İçeriği
Abonelik
Yaşar Nabi Nayır Ödülleri
Varlık Dergisi 'eurozine' üyesidir

EKİM 2011

Çizgi-yorum – Semih Poroy Sayfa:2
Bırakılan İzler Geri Gitmez: Göç Sürecinde Elli Yıl – Yüksel Pazarkaya Sayfa:3
Berlin Duvarı ile Demirperde’nin yıkılmasıyla göçmenler için istikrar süreci de aniden koptu. Bir gün içinde ilginin ve kaynak aktarımlarının odağı kaydı. Doğu Almanya ile Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin uyumu çabaların ve harcamaların merkezi oldu.
Suskunluğun Durakları - Mehmet Ünal Sayfa:5
Dosyamız boyunca Mehmet Ünal'ın "Suskunluğun Durakları" albümünden fotoğraflara yer veriyor ve Almanya'ya göç eden Türklerin o yıllardaki hallerini gösteriyoruz. Mehmet Ünal'ın başka bazı fotoğrafları için sitesi ziyaret edilebilir: http://www.foto-memo.com/galleries/ungueltig/index.html
Hayat Dişidir (Şiir) – Veysel Çolak Sayfa:13
Gurbet Bekçileri – Gültekin Emre Sayfa:14
Gurbet kapısının açılacağını 1957 yılı Mayısı’nda Türkiye’yi ziyaret eden dönemin Alman Cumhurbaşkanı Theodor Heuss muştuluyor halkımıza. Böylece ülkemizin gelecek yazgısı da belli olur oluyor: O gün bu gündür göç, göçmen, göçmenlik... içten ve dış¬tan halkımızı ve Türkiye’yi sarmaladı sarmalıyor, sarstı sarsıyor, uğraştırdı uğraştırıyor, konuşturdu konuşturuyor, düşündürttü düşündürtüyor, huzursuz edip durdu huzursuz edip duruyor.
İncirin Evinde (Şiir) – Hüseyin Atabaş Sayfa:24
“Unutursun Ninnisini Dinlediğin Dili” – Habib Bektaş Sayfa:25
Şükrü, zanaatının “göçmenlik” olduğunu kendisi de bilmiyordu. Bunu çok sonraları anlayacaktı. Anası babası ve kardeşleriyle birlikte adına Yugoslavya denen bir memleketten gelmişlerdi Türkiye’ye. Şükrü o zamanlar 12 yaşındaydı. Askere gidinceye kadar Karaosmanoğlu çiftliğinde anası babasıyla birlikte pamuk çapası, pamuk toplama, tütün kırma işlerinde çalışmış, kendisine yerlilerce “macıroğlu” (Muhacir) denmesine alışmıştı.
Kültür Gündemi: Melih Cevdet Anday Günleri Sayfa:31
Melih Cevdet’in Şiirinde Görüntünün Payı – Sennur Sezer Sayfa:31
Melih Cevdet Anday’ın şiiri üstüne konuşmak, onun şiiri üstüne yapılabilecek konuşmaların çeşitliliği açısından epey zor bir iş. Böyle bir konuşma, onun şiirinin başlangıçtan Kolları Bağlı Odysseus’a geçirdiği değişimi de odak noktası olarak seçebilir, Kolları Bağlı Odysseus, Göçebe Denizin Üstünde, Teknenin Ölümü üçlemesinin ortak ve aykırı özelliklerini de. Anday’ın şiirinin Oktay Rifat gibi Garip şiirinin kullanmayı sürdürdüğü özelliklerin (mesela humor) şiirine odak aldığı mitolojik öyküleri açıklama öğesi olarak aydınlık bir nokta oluşu da irdelen¬mesi gereken bir konudur.
Melih Cevdet’in Romanı – Adnan Özyalçıner Sayfa:34
Anday, düzyazıcılığa Akşam gazetesinde iç sayfa sekreteri olarak çalıştığı yıllarda başlar. O sırada, gazetede her gün bir öykü yayımlanmaktadır. Öyküler, A. Hilâli adlı bir yazarca yabancı dillerden uyarlanıp yazılıyordu. Hilâli Bey’in yazmadığı günlerde öyküleri, H. Mecdi Velet takma adıyla Melih Cevdet yazmaya başladı. Ardından Semih Tuğrul’un isteğiyle Tercüman gazetesinde Yaşar Tellidede adıyla fıkralar yazdı. İlgi de çekti. Melih Cevdet’in anılarında anlattığına göre Sabahattin Eyuboğlu bir gün, “Tercüman’da bir Yaşar Tellidede var, oku onun yazdıklarını,” demiş.
Nazlı Eray ile Söyleşi – Gülşah Elikbank Sayfa:38
Birçok aşk, birliktelik sakıncalardan, korkulardan yazılmamıştır. Türk edebiyatında yazılmaz.
Yaz Ortasında Ateş... – Hasan Bülent Kahraman Sayfa:42
Edebiyat ve sanat son kertede hazdır. Zevktir. Arzu duygusunun uyarılmasıdır. Okuduklarım arasında bireysel, öznel sınama eleğinden geçenleri ve bende haz uyandıranları elime alıyorum. Bu belki de en önemli sınama eşiğidir. Mutlak bir muhakemenin baskıcı yargısından söz etmiyorum.
5-7-5’ler (Şiir) – İsmail Uyaroğlu Sayfa:53
Ayırıcı Özellikler Repertuvarı I: Eleştirmenler – Mehmet Rifat Sayfa:54
Bakış Açısı” iki aylık bir ayrılığın ardından Varlık sayfalarına bir “repertuvar”la dönüyor. Bu sayıdan başlayarak arada bir, Türk dilini ya da başka dilleri kullanarak insanları ve insanların yarattıklarını anlamlandırmaya çalışan eleştirmenlerin, yorumbilimcilerin, göstergebilimcilerin, yazınbilimcilerin yöntemsel açıdan taşıdıkları “ayırıcı özellikler”i birer “repertuvar” biçiminde sunmaya çalışacak. Bu sayıda, Türk dilinde ürün vermiş otuz iki eleştirmene (ya da yazar-eleştirmene, şair-eleştirmene) yönelik bakış açılarının belirlediği “ayırıcı özellikler” yer alıyor. Alıntıların kaynaklarına ilişkin olarak verilen kısaltmalar ise şu yayınlara gönderiyor: BE: Bizim Eleştirmenlerimiz (M. Rifat yönetiminde), İş Kültür, 2008; MS: Metnin Sesi (M. Rifat), İş Kültür, 2007; GA: Gösterge Avcıları (M. Rifat, Om, 2000); VA: Varlık dergisi, Eylül 2005 sayısı.
Bir Matruşkanın Tıpkıbasımı: Ali Teoman – Melike Belkıs Aydın Sayfa:58
Her anımsama bir unutmayı da gerektirdiğinden istenmeyenin dışlanmasını içerir, bellek bir eleğe dönüşür. Uykuda Çocuk Ölümleri’nde adı yıllar içinde bir kulaktan kulağa oyununda fısıldanarak değişen bir sözcük gibi, yitik bir kitabın tıpkıbasımlarına benzetilerek tarihin de aslını yitirmiş bir tıpkıbasıma dönüştüğüne değinilir. Tarih yazılarak var edilir, her yazım işlemi bireye dayanan eylem olduğundan hem yansızlık hem de bire bir aktarım olanaksızdır, “küçük bir çocuğun elindeki kırık bir dal parçasıyla kumsala çiziktirdiği, beceriksiz, titrek, uçucu bir yazıdan başka nedir ki tarih?” Her yerde hazır ve nazır varlığıyla Şirket bu kez yitik bir kitabı toplayarak tarihi yeniden yazacaktır. Keşşaf Kardeşler tarihin yalnızca ileriye doğru değil geriye doğru da yeniden yazıldığını savunurlar.
Ay Tutulması ya da Şeb-i Gam (Şiir) – Şükrü Erbaş Sayfa:60
Kardeşim Akif – Haydar Ergülen Sayfa:62
İnsan bazen şiir yazmak, yayımlamak istiyor, ama tuhaf bir biçimde de o şiiri kimse okumasın istiyor! Benzer bir şeyi yıllar önce “Radikal”de ‘Açık Mektup’lar yazarken de hissetmiştim.
Dünkü Çocuk (Şiir) – Haydar Ergülen Sayfa:68
Kuyu (Öykü) – Mehmet Erte Sayfa:70
“Tezkireden Biyografiye” Edebiyatçılar – Mustafa Şerif Onaran Sayfa:72
Behçet Necatigil 1979’da öldüğüne göre, demek 32 yıl geçmiş aradan. Bu 32 yıl çağdaş edebiyatımızın çokyönlü gelişmesinde önemli bir zamanı kapsamaktadır. Nitekim onun ölümünden sonra sözlüğe alınan Orhan Pamuk, Elif Şafak, Füsun Akatlı, Murathan Mungan gibi 200’e yakın edebiyatçı sözlükte yer almasaydı önemli bir eksiklik olurdu.
Dağ Yolu’nda Necmi Selamet – Salih Bolat Sayfa:76
2004 yılında Eskişehir’e gitmiştim ve Erol Büyükmeriç’in kente yaklaşık yirmi km uzaklıktaki köy evinde geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz Necmi Selamet ve Rahmi Emeç’le birlikte şiir gibi birkaç gün geçirmiştim. Mayıs ayıydı ve köyün arka tarafındaki orman yeşermeye başlamıştı. Evimizin önündeki iki köpek, ormandan köye sızmaya çalışan tilkilere havlayıp duruyordu. Köy epey yüksekteydi, ta ki çevredeki dağların doruklarıyla aynı düzeydeydi. İlerideki vadiyi sabahları sis basıyordu. Sisin içinden yükselen dağın ve ormanın gizemli görüntüsüyle büyüleniyorduk.
Dağ Yolu (Şiir) – Salih Bolat, Erol Büyükmeriç, Rahmi Emeç, Necmi Selamet Sayfa:77
Okumanın Dünyevi Halleri: Felski, Kafka ve Proust – Hivren Demir-Atay Sayfa:78
Okumanın nedenleri ve sonuçları konusunda “bütün mitolojilerin kapısını açan bir anahtar” bulmaya çalışmanın anlamsızlığını vurgulamakta haklıdır Felski, özellikle de bu anahtarı elinde tutan, “zevk sahibi bir zümre”yse. Fakat sözgelimi jouissance gibi bir kavram, “bilmecemsi ve açıklanamaz” niteliğiyle, hem edebiyat teorisinin edebiyatı anlamaya yarayacak bir anahtar olma işlevine, hem de haz deneyiminin belli ölçütlere bağlı olduğu inanışına vurduğu darbeyle tam da Felski’nin ileri sürdüğü şeyi, yani edebiyatın zevk sahibi bir zümreye ait olamayacağını anlatmaz mı?
Yağmuru Beklediğim Balkonda (Şiir) – Can Bahadır Yüce Sayfa:81
Şairelerin Toplumsal Konumu II – Aydan Yalçın - Sabit Kemal Bayıldıran Sayfa:82
Devlet kapısındaki şaire sayısı, devlet işletmelerinin özelleştirilmesine rağmen hâlâ çok büyük bir toplamdır. Bu da şairelerin ‘sivil’ olmalarını engellemekte, çoğu ‘sol’ olduğunu söylese de, son kertede ‘devletperest’ olmakta, resmî ideolojiye karşı çıkanları ‘devlet düşmanı’ olarak görmektedirler.
Şairin ve Şiirin Rüzgârında Datça’da – Çiğdem Ülker Sayfa:87
Rüzgârlı Datça’da nem yok, bal, badem ve zeytin, tabii balık çok. Coğrafyacı Strobon’un sözlerinde doğruluk payı var gibi görünüyor. Nitekim Can Yücel’in Datça’ya yerleşmesinde rol oynamış olmalı bu unsurlar. Şair, kendine has şiir diliyle pek çok şiirinde başrol veriyor Datça’ya. Datçalılar, şiir kişileri oluyor yaşama tarzlarıyla ölümsüzleşiyorlar onun şiirinde.
Türkiye’de Çıkan Çeviri Dergileri – Tozan Alkan Sayfa:89
Türkye’de yayımlanan çeviri dergilerinden söz etmek istiyordum bir süredir. Aslında benzer bir yazıyı Ç.N.’nin 2. sayısında yazmıştım. Ancak, daha sonra yayım hayatına başlayan dergiler de olduğu için, güncellenmiş bir başka yazıya gerek vardı. Az önce Çeviribilim dergisinin 6. sayısının çıktığı haberini okuyunca, bu yazıyı daha fazla ertelememem gerektiğini düşündüm. Evet, en yeni çeviri dergisi olması nedeniyle Çeviribilim dergisinden başlayıp ters bir kronolojiyle geriye doğru bir tarih yolculuğuna çıkmak istiyorum.
Vişne (Şiir) – Hayriye Ersöz Sayfa:92
Şiirde Yeni İmzalar – Enver Ercan Sayfa:93
Sizin yapmanız gereken, var olma yolu olarak seçtiğiniz şiirin hakkını vermek. Şiire ve şiir geleneğinin ustalarına eklemlenebilecek, onlara yakışır şeyler yazmak. Bunun yolu da çalışmaktan geçiyor. Benim eleştirel yaklaşımlarım size bir miktar yol gösterici olur tabii ki, fakat o yolu siz açacaksınız, başka çareniz yok.
Lalihan (Öykü) – Fatma Onat Sayfa:94
Şehirlerağrısı (Şiir) – Murat Çelik Sayfa:95
Hain ku (Şiir) – Armağan Altay Sayfa:96
Varlık Kitaplığı Sayfa:97
“Oturma İzni – Güz Rengi” / Yüksel Pazarkaya – Gülce Başer Sayfa:97
Oturma İzni Güz Rengi bir bütün olarak okunduğunda Batı’ya göçün serüveni aydınlanır. “Entegrasyon politikaları” son birkaç yılda formülleşmiş olmasına karşın belirgin bir entegrasyonun çoktan sağlandığı gözden kaçmaz. Başta bir grup veya kesimin öyküleri olan kurgular son bölümde bireyin serüvenlerine dönüşür. Başta uyum sorununun bir sonucu olarak görülen yalnız, son bölümde yalnız bireyin tanıklıklarıdır artık; yalnız emeklilerin gündelik yaşamı ya da bir cumartesi gezgininin gözlemleri. Grup ilişkilerinin öyküleri ikili dost diyaloglarına dönüşür. Yeni ülkenin iklimi, bitki örtüsü ve insanları kanıksanmış deneyimler olarak nakledilmektedir artık. Başka bir deyişle uyum sorunu bitmiş, modern bireyin yalnızlığı evrensel bir tema olarak belirginleşmiştir.
“Maya” / Leyla İpekçi – Bülent Parlak Sayfa:99
Kitabın ilk cümlesi zaten karşılaşacağınız muammayı hemen göz önüne seriyor. “Siz hiç anne babasını sevmeyen çocuk gördünüz mü?” Kitap boyunca kitabın ilk cümlesine cevap arayıp duruyorsunuz. Maya, bir kızın iç sesinin yıllar içerisindeki değişimini, masumiyetini yitirişini kendi dilinden anlatan bir roman. Ve bir yüze bağlı kalarak zaman mekân ilişkileri bazen ileri, bazen geri gidiyor. Benliğin bir varlık olabilme çabasının serüveni Maya. Annesinin intiharını hiçbir zaman öğrenemeyen, babasıyla annesinin anlaşmazlığının nedenlerini bir türlü çözemeyen, karşılaştığı onca kötülüğe, zorbalara karşılık çürümekten kendini koruyan bir tarafı var o küçük kızın, Maya’nın…
Nilüfer Açıkalın ile Söyleşi – Melike Belkıs Aydın Sayfa:100
Yaşamdan zevk almanın yolu onu görmek istediğimiz gibi göstermek değil. Kesinlikle değil. O ancak öyküde mümkün ya da sinemada. Yaşamdan zevk almanın yolu; onu tüm çıplaklığıyla, olduğu gibi nasıl görünüyorsa öyle görebilmekte. Acıyı da, mutluluğu da azaltmadan veya abartmadan ne kadar sunulmuşsa o kadarıyla almakta. Yaşamdan zevk almak çok da şart değil, önemli de değil. Bazen yaşama kayıtsız da kalınabilir mesela yeniden güç toplamak gerektiğinde. Yaşamdan zevk almamaksa büyük bir sorun, neyse ki sadece aptalların sorunu.
“Benden Sana Yamalı” / Hüseyin Peker – Hüseyin Alemdar Sayfa:102
Hüseyin Peker şiirine yolculuğa çıkarken, Paul Valery’nin bir sözü arkadaşlık eder size: “Şiir asla bitmez, yalnızca terk edilir!” Derinine düşünülürse, yaşan(a/ma)mışlıkların ve duyguların mucizesi olan şiir; her terk-i şiir durumunda şairini suçsuz kılar. Değil mi ki, şiir yaka paça gençlik duygusudur; şairse, gömlek ve ceket yakasından kışlık ve yazlık pantolon paçasına her imgesi kir ve kirlenmişlik olan kişidir. Hayatın rüzgârı ve şairin kendine savrulma metaforu renginde söylersek, yaşamı iki ucundan dişleri arasında tutan Türkçe şiirin gençlik ve iyileşme aşısı şairin pelerini de iğnesiz ve broşsuzdur büyük ihtimal! Büyük ihtimal terk ettiği ve yarım bıraktığı şiirlere “kanat ödevi” tekrardan dönecektir.
“Gemileri Sayan Kedi” / Vecdi Çıracıoğlu – Zafer Doruk Sayfa:104
Gemileri Sayan Kedi; farklı kurgusuyla, ayrıntı işçiliğiyle, şiirsel, imgeyoğun diliyle; roman kişisinin çocukluğu ve yetişkinliği arasında yaşantı bağları kuran ileri geri zaman sıçramalı, yer yer düşsel, akıcı anlatımıyla olduğu kadar bir döneme yaklaşımıyla da üzerinde durulması gereken bir roman.
“Kırık Zihinler Sahafı” / Rahmi Emeç – Dilek Demirdelen Sayfa:105
Şiir kitaplarının temel izleklerinden olan aşk ve ölüm izlekleri Rahmi Emeç şiirlerinde de yerini alır. Anne ölümü dışında, şair öznenin doğrudan kendini ilgilendiren bireysel bir bakış açısından değildir ölümle yüzleşmesi. “Sen yürürken, bir yanın Felluce’de,/ ölümün soğuk yüzüyle hesaplaşıyor.” diyen şair insanların neden öldürüldüğünü sorar, sorgular. Toplumsal, sosyal ve siyasal duyarlılığı ile bakar ölüm izleğine. Zaten kitaptaki şiirlerin genel eğilimi bu yöndedir.
“İmgeler Benim Yurdum” / Metin Cengiz – İsmail Mert Başat Sayfa:107
Metin Cengiz’in yeni kitabının adı İmgeler Benim Yurdum. Kitap, başlığı farklı bir çağrışım yaratsa da imge-yoğun şiirler toplamı değil. Şiirin simyasında kanat vurmak yerine, şiir diline bir bezek gibi, parıltılı bir süs gibi yapıştırılmış, şiir dilinde içselleşememiş, zorlama imgelerden söz etmiyorum elbette. Metin Cengiz bana göre, kendi zihinselliğinde oluşturduğu imgelere basarak yol alsa da bunlar, önceki şiirlerine göre biraz daha şiirin fonuna çekilmiş görünüyor. Fona çekiliş, bence olumlu karşılanmalı. Çünkü şiir, bir yandan da alttan bağlar kuran bu fonun üzerinde deviniyor; şiir dili ise daha yalın ve daha rahat akıyor. Başka bir deyişle hiçbir imge parmak kaldırıp durmuyor, göze çarpmak üzere kendini öne fırlatmıyor.
Şiir Günlüğü – Gültekin Emre Sayfa:108
Her işin “sonu zor”dur ama Ahmet Güntan’ın işi daha da zor olmuş Mustafa Irgat’ın evrakı metrukesini ince eleyip sık dokurken. Elyazmalarını, onca şiir çalışmasını, karalamasını tek tek gözden geçirip öyle ortaya çıkarmış Sonu Zor’u (YKY). Özgün, kapalı, derinlikli şiirlerinin yer aldığı Ait’siz Kimlik Kitabı (1993) kardeşini buldu böylece. “boş ev-boş şiir, boş memleket!” için haikular yazar ve “‘Gölge ve görüntü savından ilerde’/ Hangi yeraltı katliamının karşılıksız fiyatıdır, şiir?” diye sorar. Hadi gelin de yanıtlayın onun bu can alıcı sorusunu. Her soru kolay yanıtlanmaz ama hayatı kavramak hiç de kolay değildir. Şiir hayatımızı kavramaya mı yarar? Şiir hayat kurtarır mı? Şiirsiz hayat olur mu? Şiir bizi nerelere götürür? Sonu yok değil ama “zor”. “Fiil çekimleri öne gelecekti de gûya kurtulacaktı bu şiir;/ ölüler de canımıza okuyor, yalnız yaşayanlar değil.”
Yeni Yayınlar – Reyhan Koçyiğit Sayfa:110
EKİM 2011 - KİTAP EKİ
Anasayfa   |   Tarihçe   |   Varlık Dergisi   |   Kitaplar   |   İletişim
Copyright © 2017 VARLIK YAYINLARI